İşçi sınıfının genel örgütsüzlüğü koşullarında gerçekleşen bir seçim daha geride kaldı. Seçim sonuçları, her şey bir yana, bu temel olguyu, yani işçi sınıfının örgütsüzlüğü olgusunu bir kez daha belirginleştirmiştir. Bu örgütsüzlük nedeniyle, işçi sınıfı, son dönemde hoşnutsuzluğu artmakla beraber kendisini politik bakımından bir çaresizlik ve alternatifsizlik içinde bulmakta ve krizin artan faturasına rağmen düzen partilerinin kapanından kurtulamamaktadır.
Elbette bu, geniş işçi yığınlarının, maruz kaldıkları saldırılara hiçbir tepki göstermedikleri anlamına gelmiyor. 2002’den bu yana tüm seçimlerde oyunu artıran ve daha 1,5 yıl önceki seçimlerde %47 dolayında oy alan AKP’nin şimdi %39 düzeyine düşmesi şüphesiz esas olarak işçi sınıfının içgüdüsel bir tepkisini ifade ediyor. O nedenle bu düşüş anlamsız bir düşüş değildir. Bu düşüşün özellikle belirgin olduğu yerlerin işçi sınıfının yoğun olduğu sanayi bölgeleri olması da onun anlamını güçlendirmektedir. Sadece ülkenin batısındaki işçi bölgeleri değil, AKP’nin “şanlı kaleler” olarak lanse ettiği ve Anadolu’daki yeni sanayi merkezleri olarak sivrilen Kayseri ve Denizli gibi kentlerde de 10 puanın üzerinde düşüşler olması anlamlıdır.
Yine de AKP’nin hâlâ geniş işçi yığınlarının gözünde en çok rağbet gören parti olduğunu ve açık arayla seçimden birinci çıktığını gözden kaçırmamak gerekiyor. AKP hâlâ kitleler için diğer partiler karşısında alternatifsizlik konumunu esasen muhafaza etmektedir. Ancak bir yıpranma ve düşüşün başladığı da açıktır. Zaten AKP de kriz ve ayyuka çıkan yolsuzluklar nedeniyle bir düşüşü kuvvetle muhtemel gördüğü için, seçimi bir genel seçim havasına sokmuş, “alternatifsiz” olduğunu vurgulayan bir stratejiyle bugüne kadar elde etmiş olduğu desteği korumayı hedeflemiştir. Türkiye’de hemen hemen tüm yerel seçimlerde bir nebze genel seçim atmosferi oluşsa da bu seferkinde böylesi bir havanın çok yoğun olduğu açıktır. Başbakan seçime sanki kendisi (ve bakanları) belediye başkan adayı olarak giriyormuşçasına tüm illeri dolaşıp hararetli bir seçim kampanyası yürüttü.
Ekonomik krizin daha da katlamalı olarak açığa çıkacak etkileriyle ve kendi eliyle yürüteceği saldırılarla bu düşüşün hızlanabileceğini sezen AKP’nin adeta “felâketten önce son fırsat” gayretkeşliğiyle hareket ettiği görülebiliyor. Tam da bu nedenle AKP büyük sermayenin tüm baskılarına rağmen yeni saldırı paketlerini ısrarla seçim öncesinde devreye sokmamıştı. Diğer taraftan bu seçimlerde CHP’nin ve özellikle İstanbul’da Kılıçdaroğlu’nun işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk temalarına ağırlık verip “laiklik” gibi zorlama gündem maddelerinden uzaklaşması da bu sonucun gelmesinde etkili olmuştur.
Ancak AKP’deki düşüş her ne kadar belirli bir anlam ifade etse de, bu düşüşle AKP’den kopan oylar ondan aşağı kalır yanı olmayan, hatta birçok bakımdan ondan daha beter düzen partileri olarak CHP’ye, MHP’ye ve SP’ye gitmiştir. Dolayısıyla AKP’nin popülaritesi önümüzdeki dönemde azalmaya devam edebilirse de, işçi sınıfı açısından bu kendi başına çok şey ifade edemez. Zira onun boşluğunu doldurmaya soyunanların işçi sınıfına bir hayrı dokunması mümkün değildir. Burada özellikle işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk konuları üzerinden yeniden İstanbul varoşlarına sokulmaya başlayan Kılıçdaroğlu CHP’sine ve yine benzer temalara ağırlık vererek bir yenilenme ve kıpırdanma sürecine giren Saadet Partisi’ne dikkat etmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’da CHP oylarını 10 puana yakın yükseltmesi önümüzdeki dönemde onun işçi sınıfına pazarlanması oyununa güç kazandıracaktır. Bu bakımdan yoksul emekçi varoşlarında bu eğilimlere karşı daha uyanık olunması gereken bir dönem açılmaktadır.
Bu seçimler düzenin ve AKP’nin Kürt politikası açısından kritik bir önem taşıyordu. AKP “makarna ve cami” politikası ile bunun yanına eklenmiş TRT-Şeş benzeri kırıntılarla Kürt illerini fethedebileceği zehabına kapılmıştı. Aklınca, elde edeceği zaferle Kürt ulusal hareketini tasfiye yolunda “son dönemeci” dönmüş olacaktı. Ancak sonuç AKP ve düzen açısından tam bir fiyasko olmuş, AKP’nin Kürt politikası çökmüştür. Böylece Kürt sorununda DTP’siz ve PKK’siz bir çözüm arayışının duvara tosladığı da bir kez daha açığa çıkmıştır. DTP bölgede oylarını ciddi ölçüde artırmış, Iğdır’ı MHP’den, Van ve Siirt’i de AKP’den almıştır. AKP mehteranla fethe çıktığı Batman ve Diyarbakır’da nal toplamıştır. Böylece yoksul emekçi Kürt kitlelerin AKP’ye daha önce nispeten yüksek oy vermesinin sebebinin de “hizmet” ve “din” değil, Kürt sorununda yarattığı “çözüm” umudu olduğu hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak biçimde açığa çıkmıştır. Ayrıca bu bağlamda açığa çıkan bir başka önemli nokta da, hangi şekli alacak olursa olsun, geniş Kürt yığınların gözünde bir “çözümün”, DTP’yi yok saymayı ve ezmeyi içeremeyeceğidir. Görülmüştür ki, daha önce “çözüm” umuduyla AKP’ye verilmiş oylar, öncelikle devlet terörüne son verilmesi ve ama asıl olarak Kürt ulusal hareketinin muhatap alınması için verilmiştir. Ama AKP aldığı desteği sorunun gerçek muhataplarını bertaraf etmek için kullanmaya yeltenmiş ve bu seçimlerde de boyunun ölçüsünü almıştır. Seçimlerin hemen öncesine gelen Newroz’da milyonlara varan sayıda Kürdün alanlara akması, DTP ve PKK’siz bir çözüme asla razı gelemeyeceklerini kürsülerden ve meydanlardan haykırması da bunun bir ön göstergesi niteliğindeydi.
Gündem mücadele
Belirgin gerilemeye rağmen, seçimlerin sonuç olarak AKP’nin galibiyetiyle bitmesi, ertelenmiş saldırı paketlerinin bir an önce devreye sokulmasını gündeme getirecektir. Hükümet artık 2 yıl boyunca bir seçim olmayacağı için, krizin muhtemel tüm sonuçlarının bir an önce realize olmasını ve 2 yıl sonra yapılacak genel seçimden önce krizden çıkışın başlamış olmasını hedef gözetecektir. Zaten burjuva medya ve TÜSİAD da hükümete “asıl gündeme” dönmesi çağrısı yapmakta gecikmemiştir. Hükümet bir yandan makyaj niteliğinde bazı muhtemel değişiklikler yaparak “mesajı aldım, kendime çeki düzen veriyorum” oyalamacası yaparken, diğer yandan asıl olarak “acı reçeteleri” emekçi kitlelere dayatacaktır. Bu bakımdan hükümet açısından bu yerel seçimlerin aslında oldukça elverişli bir zamana denk geldiği görülüyor. Zira krizin etkileri kitlelerin bilincinde henüz büyük ölçekli bir değişikliğe yol açmamıştır. Bir hoşnutsuzluk ve tepki vardır, ama henüz sınırlıdır. Ne var ki krizin daha büyük sonuçları kapıdadır. İşsizlik ve sefalet daha ağır biçimde çökecektir.
Diğer taraftan Türkiye genelinde MHP’nin yavaş ama istikrarlı yükselişi işçi sınıfı için bir başka önemli dikkat konusudur. MHP’nin uzun zamandan beri izlediği genel siyasal strateji AKP’den yüz çevirecek muhafazakâr kitleleri devşirmeye dönüktür. Bunun için MHP nicedir kendisini makyajlamakta ve bir merkez sağ parti kılığına sokmaya gayret etmektedir. Nitekim MHP Manisa, Balıkesir, Uşak ve Isparta gibi iç Ege ve Akdeniz kentlerinde belediyeyi kazanmıştır.
Sonuç olarak işçi sınıfının yakıcı sorunları olduğu yerde durmakta ve yoğun bir mücadele gündemi onu beklemeye devam etmektedir. Seçimler vesilesiyle de kendini ortaya koymuş olan toplumsal hoşnutsuzluğun, güçlü bir 1 Mayıs’la yeni bir mücadele düzlemine yükseltilmesi mümkün. Bu nedenle 2009 1 Mayıs’ının birleşik ve kitlesel bir 1 Mayıs olarak örgütlenmesi için özel bir çaba harcamak gerekiyor.
link: Marksist Tutum, 2009 Yerel Seçim Sonuçları Üzerine, 31 Mart 2009, https://marksist.net/node/2083
Newroz Nevruz Olmayacak
Yaklaşan 1 Mayıs ve Devrimci Uyarı Görevimiz