Kapitalizmde, işçinin patrona sattığı şey emek değil emekgücüdür. Yani çalışabilmesi, bir iş yapabilmesi için gerekli fiziksel, ruhsal, entelektüel yeteneklerinin tümüdür. Bir başka deyişle işçi, fiili çalışmasını yani emeğini değil, çalışma yeteneğini satar. Ve her satışta olduğu gibi burada da, bir kez satış gerçekleştikten sonra artık satılan şey satanın değil alanın malı olur. Alıcı bu aldığı malı istediği gibi kullanmakta serbesttir. İşçi bir işgününün başlangıcında bu yeteneğini patrona satmakla, artık bu yeteneği üzerindeki her türlü hakkını da kaybetmiş olur.
Emekgücünün diğer metalardan çok özel bir farkı vardır. Bu meta tüketildiğinde, ona ödenen bedelden çok daha fazlasını üretme yeteneğindedir. Yani moda deyişle, bir koyup üç almanızı sağlayan tek meta emekgücüdür. Patron işçiyi çalıştırdıktan sonra, onun ürettiği değerin (ki emeğin değeri denilen şey budur) bir kısmını ona ücret olarak geri öder, diğer kısmını da kâr olarak kendi cebine indirir. İşte sömürü buradadır. İşçi emeğinin karşılığını değil, en iyi durumda yalnızca emekgücünün karşılığını almış olur. Emeğin değeri ile emekgücünün değeri arasındaki bu fark sömürücü patronun cebine gider. Bu nedenle patronun kârı sıfırlanmadıkça, yani sömürü son bulmadıkça, işçinin emeğinin karşılığını alması mümkün değildir. Patronun kârının sıfırlanabilmesinin tek yolu ise, emekgücünün alınıp satılan bir meta olmaktan çıkarılmasıdır. Ancak bunun da sağlanabilmesi için, üretim araçlarının patronların ellerinden alınıp, emekçilerin denetimine sokulması gerekir. Bunun anlamı kapitalist özel mülkiyete son vermek, yani kapitalizmi yıkmaktır.
link: Marksist Tutum, Kapitalizmde işçiler emeklerinin karşılığını alabilirler mi?, , https://marksist.net/node/1583