Bu mücadelede proletarya yalnız kaldı. Hiç kimse yardım etmek istemedi ya da edemedi. Bu kez söz konusu olan şey ne basın özgürlüğü ne üniformalı haydutların keyfi yönetimi ne de genel oy hakkıydı. İşçi, kaslarının, sinirlerinin, beyninin korunmasının güvence altına alınmasını talep ediyordu. Kendi yaşamının bir kısmını kendisi için geri kazanmaya karar vermişti. Artık bekleyemezdi; ve beklemek de istemiyordu. Devrim olaylarında ilk kez kendi gücünü hissediyor ve aynı olaylar sayesinde ilk kez, farklı, daha yüksek bir yaşam biçiminin farkına varıyordu. Sanki ruhu yeniden doğmuş gibiydi. Bütün duyuları bir müzik aletinin telleri gibi gerilmişti. Önünde yeni, sınırsız, pırıl pırıl dünyalar açılmıştı.… İşçi kitlelerinin devrimci dirilişini bizim için yeniden yaratacak büyük şair yakında doğacak mıydı acaba?
İs içindeki bacalarıyla fabrikaları, devrimci nutuk tapınaklarına dönüştüren Ekim grevinden sonra, yorgun yürekleri gururla dolduran bir zaferden sonra, işçi kendisini bir kez daha makinenin lanet pençesine yakalanmış bulmuştu. Gri bir şafakta, yarı uykulu bir vaziyette, sanayi cehenneminin esneyen ağzından içeri dalıyordu; akşamın geç saatlerinde, sakinleşen makine düdüğünü çaldıktan sonra, yine yarı uykulu olarak, bitkin vücudunu, evi olan karanlık, iğrenç deliğe doğru sürüklüyordu. Henüz parlak ışıklar her tarafta yanıyordu, öylesine yakın ve bir o kadar da uzak; bunlar onun kendisinin yaktığı ışıklar. Sosyalist basın, politik toplantılar, parti mücadelesi; çıkar ve tutkuların muazzam ve harikulâde bir şöleni. Çözüm neredeydi? Sekiz saatlik işgününde. Bu programların programı, talimatların talimatıydı. Sadece sekiz saatlik işgünü, zamanın devrimci politikası için proletaryanın sınıf gücünü özgür kılabilirdi. Petersburg proleterleri, silah başına! Amansız mücadele defterinde yeni bir sayfa açılıyor.
Daha büyük grev sırasında temsilciler, işe yeniden başlandığında kitlelerin eski koşullar altında çalışmayı hiçbir şekilde kabul etmeyeceklerini sık sık söylüyorlardı. 26 Ekimde, Petersburg bölgelerinden birinin temsilcileri, Sovyetin bilgisi olmaksızın sekiz saatlik işgününü kendi fabrikalarında devrimci tarzda başlatma kararı aldılar. Temsilcilerin önerisi, yirmi yedisinde pek çok işçi toplantısında oy birliğiyle kabul edildi. Aleksandrovski mekanik mühendislik fabrikasında, baskıyı engellemek için soruna gizli oylamayla karar verildi. Sonuçlar 14’e karşı 1668’di. Yirmi sekizinden itibaren belli başlı metal tesislerinin pek çoğu günde sekiz saat çalışmaya başladı. Benzer bir hareket Petersburg’un diğer ucunda da eşzamanlı olarak patlak verdi. Yirmi dokuzunda, kampanyanın öncüleri, Sovyete üç büyük fabrikada sekiz saatlik işgününe “kontrolü ele alma suretiyle” geçildiğini rapor etti. Alkış tufanı. Tereddüde ve duraksamaya yer yok. Bize toplantı ve basın özgürlüğünü getiren şey kontrolü ele alma değil miydi? Anayasal bildirgeyi devrimci inisiyatif sayesinde elde etmemiş miydik? Bizim için sermayenin ayrıcalıkları monarşinin ayrıcalıklarından daha mı kutsaldı? Şüphe duyanların ürkek sesleri, genel coşku dalgası içinde boğuluyordu.
Sovyet çok önemli bir karar aldı: tüm fabrika ve imalathaneleri, kontrolü ele almak suretiyle kendi inisiyatiflerinde sekiz saatlik işgününe geçmeye çağırdı. Bu karar, sanki tamamen doğal bir adımmışçasına neredeyse hiç tartışmasız alınmıştı. Sovyet, Petersburg işçilerine hazırlık önlemleri için yirmi dört saat verdi. Ve işçiler de bu süreyi yeterli buldular. “Sovyetin önerisi işçilerimiz tarafından coşku ile karşılandı” diye yazıyordu, bir metal fabrikasından temsilci olan arkadaşım Nemtsov.
Ekimde, tüm ülkenin talepleri için savaştık, fakat şimdi, sınıfımızın taleplerini bir an için bile olsa asla unutmayacağımızı burjuva patronlarımıza açıkça göstererek, kendi proleter talebimizi ileri sürüyoruz. Müzakereden sonra, işyeri komitesi (işyeri temsilcilerinden oluşan bir meclis; işyeri komitelerinde önder rolü Sovyetten gelen temsilciler oynuyordu) 1 Kasımdan itibaren sekiz saatlik işgününe geçmeye oy birliği ile karar verdi. Aynı gün, temsilciler, işçilere alışıldık öğle arasını vermek zorunda kalmamaları için yanlarında yiyecek getirmelerini öneren işyeri komitesi kararını tüm işyerlerinde duyurdular. 1 Kasımda işçiler, her zamanki gibi sabah 6:45’te işyerindeydiler. Gün ortasında, öğlen tatili için düdük çaldı; bu, öğle yemeği için öngörülen bir saat kırk beş dakika yerine sadece yarım saat mola vermeye karar vermiş olan işçiler arasında alaylara neden oldu. Öğleden sonra 3:30’da fabrikanın tüm personeli tamı tamına sekiz saat çalışmış olarak çalışmayı durdurdu.
İzvesita’nın 5 nolu sayısında, “31 Ekim pazar günü” diye yazıyor, “bölgemizdeki tüm fabrikalar, Sovyetin kararına uygun olarak sekiz saatlik çalışmayı tamamladıktan sonra işyerlerini terk ettiler ve kızıl bayraklar taşıyıp, «Marseillaise» söyleyerek sokaklara çıktılar. Göstericiler, yolları üzerinde halen çalışmayı sürdüren birçok küçük işletmeyi «temizlediler».” Sovyetin kararı, diğer bölgelerde de aynı devrimci birlikle uygulanmıştı. 1 Kasımda, hareket hemen hemen tüm metal işletmelerine ve büyük tekstil fabrikalarına yayıldı. Schlüsselburg fabrikalarındaki işçiler Sovyete telgrafla şu soruyu soruyorlardı: “Bugünden itibaren kaç saat çalışacağız?” Kampanya önüne geçilemez bir oybirliğiyle genişledi. Ancak beş günlük Kasım grevi kampanyayı henüz başında bir bıçak gibi kesti. Durum giderek zorlaştı. Hükümet içindeki gerici unsurlar, ayakları üzerine kalkmak için hiç de başarısız olmayan gözü dönmüş bir çaba içine girdiler. Kapitalistler, Witte’nin korumasındaki bir karşı-darbe için etkin bir şekilde birleşiyorlardı. Grevlerin yıprattığı burjuva demokratlar, barış ve sükûnet için yanıp tutuşuyorlardı.
Kasım grevine kadar, kapitalistler işgününün süresini kısaltan işçilere değişik şekillerde tepki vermişlerdi: bazıları fabrikalarını derhal kapatmakla tehdit etmiş, diğerleri sadece karşılık gelen miktarı ücretlerden düşmüştü. Birkaç tesis ve fabrikada, yönetim işgününü dokuz buçuk, hatta dokuz saate indirmeyi onaylayarak taviz vermişti. Örneğin matbaa işçileri sendikası böyle bir teklifi kabul etti. İşverenlerin ruh hali genelde kararsızdı. Ancak Kasım grevinin sonu ile birlikte, birleşen sermaye, güçlerini toparlamak için vakit buldu ve uzlaşmaz bir konum aldı: bir genel lokavt olacaktı. İşverenler için yolu temizleyerek devlet fabrikalarını ilk kapatan hükümet oldu. İşçileri demoralize etmek için mitingler silahlı kuvvetler tarafından giderek daha sık dağıtılır oldu. Durum gittikçe ağırlaşıyordu. Devletin işlettiği işletmelerin ardından bir dizi özel işletme de kapatıldı. On binlerce işçi sokağa atılmıştı. Proletarya bir duvarla karşı karşıyaydı. Geri çekilme kaçınılmaz hale geldi. Ancak çalışan kitleler, eski koşullar altında çalışmaya dönmenin lafını dahi duymayı reddederek taleplerinde diretiyordu.
6 Kasımda Sovyet, talebin artık genel olmadığını ilân ederek ve yalnızca başarı ümidi olan işletmelerde mücadelenin sürdürülmesi çağrısında bulunarak bir uzlaşma çözümünü kabul etti. Çözümün tatmin edici olmadığı açıktı, çünkü açık seçik bir slogan sunmakta başarısızdı ve hareketi bir dizi ayrık mücadeleye bölme tehdidi taşıyordu. Bu arada durum kötüye gitmeye devam etti. Devletin işlettiği fabrikalar eski koşullar altında çalışmak üzere temsilcilerin ısrarı üzerine yeniden açılırken, on üç fabrika ve tesisin daha kapıları özel işverenler tarafından kapatıldı. 19.000 insan daha işsiz bırakıldı. Fabrikaların eski koşullar altında dahi olsa yeniden açılması kaygısı, sekiz saatlik işgününe zorla geçiş sorununu giderek daha geri plana itti.
Sert adımlar gerekiyordu ve 12 Kasımda Sovyet geri çekilişi duyurmaya karar verdi. Bu, işçi parlamentosunun en dramatik toplantısıydı. Oylar bölündü. Önde gelen iki metal fabrikası mücadeleyi sürdürmekte ısrar etti. Bunlar, pek çok tekstil, cam ve tütün fabrikası tarafından desteklendi. Putilov fabrikaları kesinlikle karşıt fikirdeydi. Maxwell fabrikasından orta yaşlı dokumacı bir kadın konuşmak için ayağa kalktı. Güzel, açık bir yüzü vardı; sonbaharın sonları olmasına rağmen soluk pamuklu bir elbise giyiyordu. Parmaklarıyla yakasını tutan elleri heyecandan titriyordu. Çınlayan sesi unutulmaz bir etkiye sahipti. “Karılarınızı rahat yataklarda uyumaya ve güzel yiyecekler yemeye alıştırdınız” diye bağırdı Putilov temsilcilerine. “İşlerinizi kaybetmekten korkmanızın sebebi bu. Ancak biz korkmuyoruz. Ölmeye hazırız, ama sekiz saatlik işgününü alacağız. Sonuna kadar savaşacağız. Zafer ya da ölüm! Yaşasın sekiz saatlik işgünü!”
Otuz ay sonra bugün bile, umudun, çaresizliğin ve hiddetin bu sesi kulaklarımda çınlıyor, bitmeyen bir serzeniş, baş eğmez bir eylem çağrısıydı bu. Soluk pamuklu elbiseli kahraman yoldaş, şimdi neredesin? Ah, sizler yumuşak yataklarda yatmaya ve güzel yiyecekler yemeye alışmıştınız…
Çınlayan ses durakladı. Bir an acı bir sessizlik oldu. Ardından şiddetli bir alkış fırtınası koptu. Kapitalist boyunduruğun altında zalim bir ümitsizlik duygusuyla boyun eğmiş temsilciler, o anda tüm günlük kaygıları aşmışlardı. Zulüm ve gaddarlık karşısında müstakbel zaferlerini alkışlıyorlardı.
Dört saat süren bir tartışmadan sonra, Sovyet, ezici bir çoğunlukla geri çekilme kararı aldı. Birleşen sermaye ile hükümet arasındaki koalisyonun Petersburg’da sekiz saatlik işgünü sorununu bir devlet sorununa dönüştürdüğüne ve Petersburg işçilerinin ülkenin geri kalan geniş kesimlerinden yalıtık olarak bunu başaramayacağına dikkat çektikten sonra, karar, durumu şöyle saptıyordu: “Bu nedenle, İşçi Temsilcileri Sovyeti, kontrolü ele geçirmek suretiyle sekiz saatlik işgününe her yerde ve derhal geçişi geçici olarak durdurmayı gerekli görmüştür.” Geri çekilmenin örgütlü bir tarzda yürütülmesi için büyük bir gayret gerekiyordu. Pek çok işçi Maxwell’den gelen dokumacı kadının gösterdiği yolu tercih etti. “Tüm diğer fabrika ve tesislerdeki yoldaş işçiler” diye yazıyorlardı sekiz saatlik işgünü mücadelesini sürdürmeye karar veren büyük bir fabrikanın işçileri, “bunun için bizi bağışlayın, fakat bizlerin bu gün be gün tükenişe dayanacak ne moral ne de fiziki gücümüz kaldı. Kanımızın son damlasına kadar savaşacağız.”
Sekiz saatlik işgünü kampanyası başlatıldığında, kapitalist basın doğal olarak Sovyetin ülke sanayisini mahvetmeyi tasarladığı yaygarasını kopardı. Bu dönem boyunca soldaki ustasından titreyerek korkan liberal-demokrat basın, dilini yutmuş gibi sessizdi. Ancak devrimin Aralık bozgunu onu bağlarından kurtardıktan sonra, gericilerin Sovyet karşıtı tüm talimatlarını kendi liberal jargonuna çevirmeye başlayabildi. Sekiz saatlik işgünü mücadelesi, liberal demokratların geçmişe bakıldığında en çok kınandıkları eylem oldu. Ancak, işgününün kontrolü ele geçirme yöntemleri ile kısaltılmasının –yani, işverenle öncesinde anlaşma olmaksızın işin bir oldu bitti ile durdurulmasının– ne Ekimde ne de Sovyet içinde doğmadığı akılda tutulmalıdır. 1905 grevleri sürecinde böylesi girişimler pek çok kez gerçekleşmişti; ve her zaman başarısız da değillerdi. Politik güdülerin ekonomik güdülerden daha güçlü olduğu devlet işletmelerinde, işçiler bunun gibi eylemler sayesinde dokuz saatlik bir işgününü elde etmişlerdi böylece. Bununla birlikte, yalnız Petersburg’da, normal bir işgününe devrimci araçlarla yirmi dört saatlik bir hazırlık sonucunda geçme fikri aşırı fantastik görünebilir. Örneğin saygın bir sendikanın saygın muhasebecisi, bunu tamamen çılgınca bulabilir. Ve gerçekten de –normal “mantıklı” dönemlerle karşılaştırıldığında– çılgıncaydı. Ancak devrimci “çılgınlık” koşulları altında bunun kendine özgü bir “mantığı” vardı. Şüphesiz, yalnız Petersburg’daki normal bir işgünü hiçbir şey ifade etmezdi. Ama Sovyet, Petersburg kampanyasının tüm ülke işçilerini ayağa kaldıracağına inanmıştı. Şüphesiz sekiz saatlik işgününe ancak devlet iktidarının işbirliğiyle geçilebilirdi. Ama devlet iktidarı tam da proletaryanın o anda uğruna savaştığı şeydi. Bir politik zafer kazansaydı, sekiz saatlik işgününe geçiş, “fantastik deneyin” doğal bir sonucundan başka bir şey olmayacaktı. Ancak kazanamadı; ve onun en ciddi “suç”u, elbette burada yatmaktadır.
Halen bugün bile, Sovyetin, hakkı olduğu gibi ve yapması gerektiği gibi davrandığına inanıyoruz. Aslında hiçbir seçeneği yoktu. Tedbiri elden bırakmayan “gerçekçi” düşünceyi rehber edinip kitleleri geri dönmeye çağırmaya başlasaydı, kitleler buna basitçe uymazlardı. Mücadele, aynı şekilde alevlenirdi, ama önderlikten yoksun olarak. Grevler meydana gelirdi, ama yalıtık bir tarzda. Bu koşullarda bir bozgun tam bir demoralizasyona yol açardı. Sovyet, görevini farklı bir açıdan ele aldı. Önder unsurlar, kampanyanın derhal ve tümden başarıya ulaşmasını hiçbir şekilde ummadılar; ama güçlü, kendiliğinden hareketi bir olgu olarak gördüler ve sekiz saatlik işgünü sayesinde, onu hiçbir sosyalist hareketin henüz göremediği heybetteki bir gösteriye dönüştürmeye karar verdiler.
Bu kampanyanın pratik meyveleri, yani çalışma saatlerinin bir dizi işletmede hatırı sayılır ölçüde düşürülmesi, işverenler tarafından hemen geri alındı. Ancak politik sonuçları kitlelerin bilincinde silinmez bir iz bıraktı. Bundan böyle sekiz saatlik işgünü fikri, işçi sınıfının en geri tabakası içinde bile, yıllarca sürecek gayretli bir propaganda çalışmasının sağlayamayacağı bir popülarite kazandı. Aynı zamanda bu istek, temel politik demokrasi sloganlarıyla organik olarak birleşmiş oldu. Sermayenin örgütlü direnişi ile karşılaşan çalışan kitleler, yine devrimin temel meselesine, bir ayaklanmanın kaçınılmazlığına, silahlara olan temel ihtiyaca döndüler.
Yürütme Komitesinin raportörü, Sovyette kampanyayı bırakma kararını savunurken kampanyayı şu sözlerle özetledi: “Sekiz saatlik işgününü kitlelere kazandıramamış olabiliriz, ancak kitleleri sekiz saatlik işgününe kazandırdığımız kesin. Bundan böyle savaş çığlığımız: Sekiz saatlik işgünü ve bir silah! her Petersburg işçisinin kalbinde yaşayacaktır.”
link: Lev Troçki, Sekiz Saat ve Bir Silah, Ekim 1909, https://marksist.net/node/1432