Katledilen çocukların çığlıklarının, annelerin çılgınca beddualarının, yaşlı insanların son nefeslerinin ve acımasız umutsuzluk feryatlarının ülkenin her köşesinden göklere yükseldiği bu korkunç kara günler sırasında, Sovyet greve son verdi. Yüz kadar Rus şehir ve kasabası cehenneme dönmüştü. Güneşin üzeri bir duman perdesiyle kaplanmıştı. Alevler, evleri ve sakinleriyle birlikte tüm sokakları yuttu. Aşağılanmış eski düzenin intikamıydı bu.
Düzen, her yerden, her ara sokaktan, her kenar mahalleden savaş müfrezelerini topladı. Küçük dükkân sahibi ve dilenci, meyhaneci ve onun daimi müşterileri, kapıcı ve polis ajanı, profesyonel ve amatör hırsız, küçük zanaatkâr ve genelev kapıcısı, aç, sessiz mujik ve makinenin gürültüsünden sağır olan dünün köylüleri; hepsi oradaydı. Canından bezdiren sefalet, ümitsiz cehalet ve baştan çıkaran çürüme, kendisini ayrıcalıklı kişisel çıkar ve egemen sınıf anarşisinin emrine verdi.
Bu insanlar, ilk kitlesel sokak eylemleri deneyimini, Rus-Japon savaşının başındaki sözde “yurtsever” gösteriler sırasında kazandılar. Ondan sonradır ki, temel dekorları, Çarın portresi, bir şişe votka ve üç renkli bir bayrak olarak bilinegeldi. O zamandan beri, toplumdan dışlananların planlı olarak örgütlenmesi, muazzam ölçekte geliştirilmişti. Pogromcular kitlesi (eğer “kitle” doğru sözcükse) az çok gelişigüzel bir durumda kalırken, sloganlarını ve parolalarını yukarıdan alan ve her cinayet operasyonunun yerine ve zamanına karar veren çekirdek daima disiplinliydi ve paramiliter tarzda örgütlüydü. Polis departmanından bir memur, Komissarov, şöyle diyordu: “Her çeşit pogromu düzenlemek mümkündür, isterseniz on kişiyi kapsar, isterseniz on bin.”[1]
Herkes yaklaşan bir pogromu önceden biliyor. Katliam bildirileri dağıtılıyor, resmi yerel gazetelerde kana susamış makaleler yayınlanıyor, bazen de ortalıkta özel bir gazete dolaşmaya başlıyor. Odesa valisi kendi adına provokatif bir bildiri yayınlıyor. Uygun zemin hazırlandığında, gezgin bir “uzmanlar” grubu ortaya çıkıveriyor. Bunlar, cahil kitleler arasında uğursuz söylentiler yayıyorlar: Yahudiler Rusya’ya saldırmayı planlıyorlar, bazı sosyalistler kutsal ikonu kirlettiler, bazı öğrenciler Çarın portresini yırttılar. Üniversitenin olmadığı yerlerde söylenti liberal kırsal konseye ya da hatta liseye uyarlanarak yapılıyor. En vahşi haberler, bazen resmi bir damga taşıyarak, telgraf telleri boyunca geziyor. Derken teknik hazırlık çalışması tamamlanıyor: isim listeleri hazırlanıyor, özel dikkat gösterilecek evler işaretleniyor, genel bir stratejik plan hazırlanıyor, belirlenen günde aç kalabalık varoşlardan çağrılıyor. O gün katedralde özel bir görev yerine getiriliyor. Piskopos kutsal bir nutuk veriyor.
Önde rahiplerle, polis şeflerinden alınmış bir Çar portresiyle, pek çok ulusal bayrakla, yurtsever bir tören başlıyor. Bir askeri bando durmaksızın çalıyor. Polis, kenarlarda ve törenin arkasında yürüyordu. Kara Yüzlerin önde gelen üyelerini, vali selâmlıyor, polis şefi herkesin önünde kucaklıyor. Kiliseler tören yolu boyunca çanlarını çalıyor. “Şapkaları çıkarın!” Gezi “rehberleri” ve sivil elbiseler içindeki yerel polisler, değiştirmeye zaman bulamadıkları sürekli giydikleri üniforma pantolonları hâlâ üzerlerinde, kalabalığın arasına dağılıyorlar. Gelişmeleri dikkatle gözlüyor, kalabalığı tahrik ediyor ve herşeyin izinli olduğu izlenimini vererek ve açık eylem için sürekli bir bahane arayarak onu teşvik ediyorlar. Birkaç camın kırılması, yoldan geçen birkaç kişinin dövülmesi ile işe başlamak için, başı çekenler yolları üzerindeki her meyhaneye giriyor ve içiyor, içiyor, içiyorlar. Bando, hiç durmaksızın, katliam ilahisi “Tanrı Çarı Korusun”u çalıyor.
Eğer elde hiçbir bahane yoksa onlar bir tane yaratıyor: birileri bir çatı katına tırmanıyor ve genellikle kalabalığın üzerine kurusıkı ateş ediyor. Polis revolverleriyle silahlanmış devriyeler, kalabalığın öfkesinin korku yüzünden felce uğramamasını güvenceye alıyorlar. Provokatörün ateşine, önceden seçilmiş apartmanların camlarından yaylım ateşiyle yanıt veriyorlar. Bazı dükkânlar yağmalanıyor, çalınan kumaş ve ipek, yurtsever törenin çiğnediği zemine saçılıyor. Herhangi bir direnme olursa düzenli birlikler imdada yetişiyor. İki-üç yaylım ateşiyle, direnenleri vuruyor ya da onları menzil içine sokmayarak güçsüz kılıyor. Önden ve arkadan ordu devriyeleriyle korunan, keşif için bir Kazak müfrezesiyle, önderleri olarak polisler ve profesyonel provokatörlerle, figüran rolündeki paralı askerlerle, bedava kazanç gönüllülerinden oluşan votka sarhoşu ve kan kokulu çete, şehre üşüşüyor.[2]
Ucuz pansiyon serserisi kraldır. Bir saat önce polis ve açlık tarafından kovalanıp titreyen köle, şimdi kendisini sınırsız bir despot gibi hissediyor. Ona herşey serbest, herşeyi yapabilir; o, onurun ve mülkiyetin, yaşamın ve ölümün efendisidir. Eğer isterse, yaşlı bir kadını büyük bir piyanoyla birlikte üçüncü katın camından atabilir, bir bebeğin kafasında sandalye kırabilir, bütün kalabalığın gözleri önünde küçük bir kıza tecavüz edebilir, canlı bir insan vücuduna çivi çakabilir…. Bütün aileleri yok ediyor, bir evin üzerine petrol döküyor, onu bir alev yığınına dönüştürüyor ve eğer biri kaçmaya kalkarsa bir sopayla onun işini bitiriyor. Vahşi bir sürü, bir Ermeni yoksullarevini parçalıyor, yaşlı insanları, hasta insanları, kadınları, çocukları bıçaklıyor.… Vicdan yok, alkol ve öfkeden çıldırmış hummalı bir beynin yanılsamaları var…. O herşeyi yapabilir, herşeye cüret eder. Tanrı Çarı korusun!
İşte ölümün yüzünü görmüş genç bir adam: bir anda saçları ağardı. İşte anne ve babasının parçalanmış cesetleri üzerinde aklını kaçırmış on yaşlarında bir çocuk. İşte Port Arthur kuşatmasının bütün dehşetini yaşayan, fakat Odesa’daki birkaç saatlik katliama dayanamayarak çılgınlığın ebedi karanlığına gömülen bir ordu doktoru. Tanrı Çarı korusun! Kana bulanmış, kavrulmuş, çılgına dönmüş kurbanlar, bu kâbusun içinde hâlâ bir kurtuluş yolu arıyorlar. Bazıları ölen insanların kana bulanmış elbiselerini giyiyor, bir ölüler yığınının içinde yatıyor, ve iki, üç gün boyunca orada kalıyor.… Diğerleri, subayların, polislerin, komandoların önünde diz çöküyor, ellerini uzatıyor, tozun içinde emekliyor, askerlerin botlarını öpüyor, merhamet dileniyorlar. Yanıt olarak yalnızca sarhoş kahkahalar geliyor. “Özgürlük mü istemiştin? İşte, bak, özgürlük bu.”
Katliam politikasının tüm iğrenç ahlâkı bu sözlerde gizli. Ucuz pansiyon serserisi, boğazı kanla dolmuş, daha ileri saldırıyor. O herşeyi yapabilir, herşeye cüret eder, o bir kral. Beyaz Çar ona herşey için izin verdi: çok yaşa Beyaz Çar![3] Ve serseri yanılmıyordu. Resmi bürokrasinin içinde ve dışında kurulan, bizzat yüzden fazla büyük yerel yöneticiye seslenebilen ve komuta merkezleri saray danışmanlar grubu arasında bulunan bu yarı-resmi pogromcular ve hırsızlar çetesinin en yüce koruyucusu, tüm Rusya’nın otokratından başkası değil. Kalın kafalı ve korkak, herşeye kadir bir hiçlik, bir Eskimoya lâyık önyargıların kurbanı, damarlarındaki kraliyet kanı pek çok kuşağın tüm kötülükleriyle zehirlenmiş Nikola Romanov, diğer birçok meslektaşı gibi, iğrenç şehvet düşkünlüğünü duygusuz gaddarlıkla birleştiriyor. Devrim, 9 Ocakta üzerindeki tüm kutsal örtüleri yırtarak, sonunda onu yoldan çıkardı. Pogrom işlerinde[4] Trepov’u kendi gizli servis ajanı olarak kullanıp, gölgede kalmakla yetindiği günler geride kalmıştı.
Şimdi, meyhanelerin vahşi cürufuyla bağlantılarını ve tutsak edilmiş işçi çetelerini caka satarak sergiliyor. “Bütün partilerin üstünde duran monark” masalını çiğneyerek, meşhur haydutlarla dostça telgraflaşıyor, herkesin hor gördüğü “yurtseverleri” huzuruna kabul ediyor ve Rus Halkının Birliği adına kendi mahkemelerinin mahkûm ettiği tüm katil ve hırsızlardan istisnasız özür diliyor. Herhangi bir ülkedeki herhangi bir mahkeme bu monarkın davranışını –elbette akıl sağlığını yerinde kabul etmesi şartıyla– ömür boyu zorunlu çalışma cezasına mahkûm etmek zorunda kalırdı. Monarşinin kutsal gizem halesinin ondan daha hayasızca bir maskaralığını hayal etmek zordur.
Aziz Bartholome gecesiyle kıyaslandığında, bu gecenin en masumundan bir tiyatro oyunu gibi kalacağı, Ekimdeki bu kara Baküs şenliği sırasında, 3.500-4.000 insan katledildi ve 100 şehirde 10.000 kadar sakat kaldı. Eğer yüzlerce değilse onlarca milyon ruble tutan maddi kayıp, toprak sahiplerinin köylü ayaklanmaları sonucunda kaybettiklerinden katlarca fazlaydı. Eski düzen aşağılanmasının intikamını işte böyle aldı!
Bu tahripkâr olaylarda işçilerin rolü neydi?
Ekim sonunda, Kuzey Amerika Sendikalar Federasyonu başkanı, Kont Witte’ye, Rus işçilerini yeni kazanılan özgürlükleri için bir tehdit oluşturan pogromlar karşısında tavır almaya enerjik bir biçimde çağıran bir telgraf gönderdi. Telgraf, “yalnızca 3 milyon örgütlü işçi adına değil, tüm Birleşik Devletler işçileri adına da, bu mesajı vatandaşlarınıza, işçi kardeşlerimize iletmenizi rica ediyorum Kont” diye sona eriyordu. Ama daha geçenlerde, “kalemin kılıçtan daha güçlü olduğu”nu açıklayarak, Birleşik Devletler’deki gerçek bir demokratın tavrını takınan Kont Witte, şimdi, mesajı sessizce masasının gizli bir çekmecesine koymaya yetecek bir utanmazlık rezervini kendisinde buluyordu. Kasıma kadar, Sovyet, bu mesajın varlığından dolambaçlı yollarla da olsa haberdar olmadı. Bununla birlikte, Rus işçilerinin onuru için şu da söylenmelidir ki, onlar kanlı olaylara etkin bir biçimde müdahale etmek için okyanus ötesindeki dostlarının uyarısını beklemek zorunda kalmadılar. Birçok şehirde haydutlara karşı etkin bir biçimde ve bazı yerlerde de kahramanca direnen silahlı müfrezeler örgütlediler; ve askeri birliklerin az çok tarafsız davrandıkları yerlerde, işçi milisleri serserilerin aşırılıklarına son vermekte hiç zorlanmadı.
Sosyalizmden ya da proletaryadan çok uzak yaşlı bir yazar olan Nemiroviç-Dançenko, o günlerde şöyle yazıyordu:
Bu kâbusla, ölen bir canavarın bu Walpurgis Gecesiyle[5] yan yana, işçilerin hareketinin ne kadar şaşırtıcı cesaret, düzen ve disiplinle, nasıl da görkemli bir biçimde geliştiğini görün. Onlar kendilerini cinayet ve yağma ile kirletmediler; tam tersine her yerde halkın yardımına koştular ve söylemeye gerek yok ki, halkı, kanlı katillerin yıkıcı taşkınlığından, polisten, Kazaklardan ya da jandarmalardan daha iyi korudular. Serserilerin iğrenç işlere giriştikleri her yerde silahlı işçi müfrezeleri ortaya çıktı. Tarih sahnesine ilk kez çıkan bu yeni güç, haklılığının bilincinde sakin, özgürlük ve iyilik ideallerinin zaferinde ılımlı, zaferinin, insanlığın uğruna yaşadığı, düşündüğü ve sevindiği, savaştığı ve acı çektiği herşeyin zaferi olduğunu bilen gerçek bir ordu gibi örgütlü ve itaatkâr olduğunu gösterdi.
Petersburg’da hiç pogrom olmadı. Ancak bir pogrom için hazırlıklar var gücüyle sürdü. Başkentin Yahudi nüfusu sürekli korku içindeydi. On sekizinden sonra, şehrin farklı kesimlerinde her gün öğrenciler, işçi ajitatörler ve Yahudiler dövülüyordu. Ayrı ayrı çeteler, yalnızca varoşlara değil, bizzat Nevski’ye de, bağırarak ve ıslık çalarak, demir muştalar, sustalı bıçaklar ve kırbaçlarla saldırdılar. Birçok kez, silahlanmakta hiç vakit kaybetmeyen Sovyet temsilcilerinin yaşamlarına kastedildi. Polis ajanları, 23 Ekim için planlanmış cenaze törenine saldırmaları için esnafı ve tezgâhtarları zorladılar. Buna rağmen gerilla hareketiyle yetinmek zorunda kalmaları, Kara Yüzlerin suçu değildi.
İşçiler şehri savunmak için etkin hazırlıklar yaptılar. Bazı durumlarda, herhangi bir tehlike tehdidinde tüm fabrikalar sokaklara çıkmaya giriştiler. Silâh mağazaları, polis kısıtlamalarına aldırmaksızın, Browningler üzerine hararetli bir alış-veriş sürdürdüler. Fakat revolverler çok pahalıydı ve geniş kitlelerin onları alabilecek gücü yoktu; devrimci partiler ve Sovyet, kendi savaş müfrezelerini silahlandırmakta zorluk çekiyorlardı. Üstelik pogrom söylentileri büyüyordu. Demir ya da çelik kullanan tüm fabrika ve işyerleri, kendi öz inisiyatifleriyle, el yapımı silahlar imal etmeye başladılar. Binlerce çekiç, kamaları, mızrakları, tel kırbaçları ve demir muştaları dövüyordu. Akşam, bir Sovyet toplantısında, temsilciler birbiri ardına kürsüye çıkıyor, silahlarını yukarı kaldırıyor ve seçmenlerinin pogrom patlak verir vermez onu bastırmaya girişeceklerini açıklıyorlardı. Tek başına bu gösteri bile pogromcu saflardaki bütün inisiyatifi felçleştirmeye yetiyordu. Ancak işçiler bununla yetinmediler. Fabrika bölgelerinde, Nevski Kapısı’nın arkasında düzenli gece nöbetleri olan gerçek bir milis örgütlediler. Buna ek olarak, gazete yazarlarının ve dizgicilerin ceplerinde revolverle çalıştığı bu endişeli günlerde, gerekli bir adım atarak, devrimci basının binalarının özel olarak korunmasını sağladılar.
Proletarya, Kara Yüzlere karşı silahlanarak, otomatik olarak Çarlık iktidarına karşı da silahlanmış oluyordu. Hükümet bunu anlamamazlık edemezdi ve alarma bastı. 8 Kasımda, Pravitelstvenny Vestnik (Hükümet Gazetesi) zaten herkesin bildiği gerçekleri halka bildirdi; işçiler “son zamanlarda kendilerini revolverlerle, av silahlarıyla, kamalarla, bıçaklarla ve mızraklarla silahlandırmaya başladılar. Bu silahlı işçilerin dışında” diye devam ediyor hükümet bildirisi, “eldeki bilgilere göre, sayıları 6.000 kişiye varan sözde öz-savunma gücü ve milisi oluşturuldu, yaklaşık 300 kişi savunma bahanesiyle onarlı gruplar halinde geceleri sokaklarda dolaşıyorlar; ama bunların gerçek amaçları polisin ve askerlerin tutuklamalarına karşı devrimcileri korumaktır.”
Petersburg’da milislere karşı düzenli bir silahlı kampanya açıldı. İşçi müfrezeleri dağıtıldı, silahlarına el koyuldu. Ama o sırada pogrom tehlikesi zaten geçmişti, ancak çok daha büyük bir başka tehlike onun yerini aldı. Hükümet düzensiz birliklerini geçici olarak terhis etti ve düzenlileri devreye soktu; Kazaklar ve muhafız alayları. Geniş bir cephede savaşa hazırlanıyordu.
[1] Bu gerçek Birinci Dumada, ilk İçişleri Bakan Yardımcısı Prens Urusov tarafından açıklanmıştı.
[2] “Birçok durumda bizzat polisler, serseriler sürüsünü, Yahudilerin evlerini, apartmanlarını ve dükkânlarını yıkıp soymaları için yönlendirdiler, serserileri kesilen ağaçlardan yapılan sopalarla donattılar, mülklerin tahrip edilmesine, hırsızlıklara, cinayetlere katıldılar ve kalabalığın hareketlerini bizzat kontrol ettiler.” (Odesa katliamına dair senatör Kuzminski tarafından yazılan “En Sadık Rapor”) Vali Neidgart, “yıkım ve soygunlara katılan serseriler sürüsünün”, onu “coşku içinde, yaşa çığlıklarıyla” karşıladığını itiraf ediyor. Yerel birliklerin komutanı olan Baron Kaulbars, polise aşağıdaki sözlerle başlayan bir konuşmayla hitap ediyordu: “Sözünüzü esirgemeyin. Kabul edin ki, hepimiz içten bir şekilde bu katliamdan yanayız!”
[3] “Bu törenlerin birinde, üç renkli bayrak önde taşınıyor, hemen arkasında Çarın portresi ve portrenin tam arkasında bir gümüş tabak ve çalıntı mallarla dolu bir çuval.” (Senatör Turau’nun raporu.)
[4] Yaygın kanıya göre, Trepov işlerin durumu üzerine majestesine rapor vermekte … ve politik çizgiyi etkilemektedir. Saray komutanı görevine atanırken, General Trepov, gizli servis harcamaları için özel fon tahsis edilmesini talep etti ve aldı.
[5] Bir Mayıstan önceki gece (Alman folklorunda büyücü kadınların toplandıkları gece). (ç.n.)
link: Lev Troçki, Çarın Adamları İş Başında, Ekim 1909, https://marksist.net/node/1429