Hepimize umutlar satıyorlar, daha doğrusu enjekte ediyorlar. Hiç acelesi yok onların, yani kapitalistlerin. Yavaş, yavaş tüm benliğini alıp götürüyor senden. Ben de size sözüm yettiğince kendimi anlatacağım. Bir insanın çalışıyorken ve işsiz kaldığındaki hayal dünyası, duyguları, düşünceleri yani aslında tüm benliği ve kişiliği de dahil her şeyi nasıl değişiyor onu anlatacağım.
Liseden sonra küçük bir şirkette iki ay çalıştıktan sonra büyük bir gıda fabrikasında çalışmaya başladım. İnsan para kazanmaya başladığında, o gençlik haliyle, cebinde eskiye oranla yüksek bir meblağ olunca kendini o kadar güvende, o kadar kararlı görüyor ki kelimelerle anlatamam. Bu hali yaşayanınız da vardır belki. Çünkü okuldayken günde bir simit ile karnımızı doyuruyorken (o da bazen) bir anda maaşımı aldığımda, o an kendimi belki Sabancı'dan bile daha rahat ve zengin hissediyordum. Dünyadaki sorunlara duyarsız, siyasete yani kendi gerçekliğimize ilgisiz (çünkü zaten okulda bize ülkücülüğü aşılamışlar yani sempati duymamızı sağlamışlardı) insanlarla ilgilenmez ve daracık dünyamızda yaşayan tuhaf mahlûklardık. Bu arada zannediyorduk ki hayat hep böyle tozpembe yani daha iyiye gidecek. Sabah kalkıp işe gideceğiz, belli bir zaman sonra maaş alacağız, sonra da düşüncesizce harcayacağız. Bu arada hayallerimizi unutmayalım; evlilik, ev alıp dayayıp döşemek, araba almak ve hatta olmayan çocuğumuza isim bile takmaya varan masum hayallerimiz.
Eee işsizlik gelip çattığında ilk zamanlar dinlenelim ayakları, sonra biraz miskinlik ve şu anda anlam veremediğim tuhaf bir gurur. Bu mağrur gurur sayesinde küçük ölçekli bir işyerinde ya da daha az maaşa çalışmama lüksüne sahip hissettim kendimi. Ne de olsa taşı sıksam suyunu damlatırım. İşsizliğin ilk ayları böyle geçti. Bu arada aptal gururumu hâlâ kıramamıştım. İşsizdim ama sanki kendime bunu sorun olarak göstermiyordum. Ve işsizliğin ilk yılını böylece doldurduk. Ben bir yılı pervasızca yedim, bitirdim. Bir de sistemin bir çarpıklığı içinde yüzüyordum (gerçi sistemin kendisi tümüyle çarpık). Zaten işsizliğimin başlıca nedeni buydu. Çünkü Açıköğretim üniversitesi turizm otelcilik okuyordum (o bile dünya para). Staj gerekiyordu ve askerliği tecil ettirmiştim. Bir şey bilmediğim için küçük hesapların peşine düştük. Hesap şu: işten çıkıp stajı tatil bölgesinde yapıp (bir nevi tatil yapmak) sonra hemen askere gitmek. Biz böyle küçük hesaplar peşinde koşuyorken evdeki hesap çarşıya uymadı tabii ki. Tecili bozdurduk ama kesin bir yanıt gelmedi. Bir celp dönemidir gidiyor, hep üç ay sonra askere alınacağız. Neyse resmiyet altı ay sonra belli oldu ve sekiz ay sonrasına gün verildi, toplam on dört ay. Yani sistem mekanizmayı iyi kurmuş. Yavaş yavaş kapitalizmin çarklarının arasında eziliyorum. Ona kul oluyorum, onun bekçiliği olan askere de ben gideceğim, ama dönüşümde ne olacağını hiç bilmiyorum.
Kendime güvenim nerdeyse hiç kalmamıştı. Ne oldu acaba? Ne oldu o büyük gurura? Ne oldu bu işini iyi yapan gence? İş arıyoruz, işyerlerine başvuru formu dolduruyoruz ama yanıt yok. Yoksa artık işe mi yaramıyorum? Hep böyle gideceğim galiba ser sefil, yani bende mi sorun? Akrabalardan zaten hayır yok, baba da çoktan kendi hayatını kurmuş. Yani kardeşlerim ve emekçi annem var yanımda. Sevecen, güler yüzlü, büyük umutları ve bence sorunu olmayan bu gence ne oldu? İşsizlik bir adamı bu kadar mı değiştirir? Acaba işsizlik nasıl bir kamçı oldu benim hayatımda?
Çalışıyorken söyleseler bunların olacağını hiç inanmazdım. Demek ki sistem çalışmayanı affetmez ve daha da ezer. Sistem sadece kendi kurtuluşumu ve diğer işçilerin benim sorunum olmadığını empoze etmeye çalışıyordu bana. Bu işi de çok iyi yapıyordu burjuvalar. Bir de bu sistem sorunum olmadığına öyle alıştırdı ki beni, bu kadar sorunun içinde hâlâ boş hayaller ve umutların peşine takılmıştım. Kısa yoldan zenginlik saçmalığı, aranızda belki hâlâ eski ben gibi düşünenler vardır? Kişisel mutluluklar vs. gibi.
Nasıl kurtulmaya başladım derseniz bu lanet alışkanlık ve kişilikten? Şunu ilk başta söyleyeyim, işsizlik benim dünyanın en önemli uğraşını veren insanlarla tanışmama vesile oldu. Ve onlarla birlikte bir bilimin farkına vardım: işçilerin bilimi yani MARKSİZM.
İşçi nedir, kimdir? Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Neler yapmalıyız? Okudum, okudukça taşlar yerlerine oturmaya başladı ve ne lanet bir sistemde yaşadığımı gözlerimle görmeye, bilicimle yorumlamaya başladım. Bu sefer neler yapabiliriz, ne yapmalıyız gibi sorular takılmaya başladı kafama. Ama ilk başta şunu bilincime çıkarmalıydım; "sorun bende değil sistemde" deyip iş bulmalıydım. Kapitalizmin yükseliş dönemlerinde iş bulmak biraz daha kolay. Eh şu anda öyle bir dönemden de geçmiyoruz, yani kriz devam ediyor. Fakat başardım, işçi sınıfı mücadelesi içinde önemli iş kollarından biri olan metal iş kolunda büyük bir firmaya girmeyi başardım. Çalışmaya başladım kısacası.
Artık yapmam gereken daha çok öğrenmek ve bunları işçi arkadaşlarıma uygun bir dil ve biçimde aktarmak. Yani sistemin bana açtığı savaşa ben de sistemle savaşarak karşılık vermeliyim. Biz olmadan bu sistem yaşayamaz ve fabrikalar patronlar için anlamsız olur. Gücümüzün farkına bir vardığımızda önümüzde kim durabilir ki? Marx ne kadar doğru söylemiş: "BÜTÜN DÜNYANIN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN" diye. Onun için bu açlığa, sömürüye, haksızlığa ve zulme karşı "SINIF SAVAŞI".
link: MT okuru genç bir metal işçisi, Hepimize hayaller satıyorlar, 30 Haziran 2004, https://marksist.net/node/1208
İşçi Hareketinden: Mayıs-Haziran 2004
Burjuvazinin ücretsiz eğitim adı altında yaptığı sömürü