ALS hastalığına[*] karşı “farkındalık yaratmak” ve araştırma fonlarını desteklemek amacıyla başlatılan “bir kova buzlu su” eylemi sosyal medya üzerinden alabildiğine yaygınlaştı. “Kafanızdan aşağı bir kova buzlu su mu dökmek istersiniz, ALS için 100 dolar bağış yapmak mı?” sloganıyla başlatılan bu eylem, tüm dünyada sanattan siyasete pek çok ünlü ismin katılımıyla çığ gibi yayıldı ve burjuva medyanın eğlence konusu haline dönüştü. İnsanlar kafalarından aşağı bir kova buzlu su dökerek başka isimlere “meydan okuma” çağrıları yapıyorlar ve bu görüntülerin yer aldığı videoları sosyal medyada paylaşıyorlar. “Meydan okuma”, çağrıda bulunulan kişilere “siz de bu eylemi yapın ya da 24 saat içinde yapmazsanız 100 dolar bağışta bulunun” demek anlamına geliyor.
Bu eylem sayesinde 29 Temmuzdan bu yana 3 milyonu aşkın insan ALS Vakfı’na 109 milyon dolar bağışta bulunmuş. Eylemin daha önce ALS hastalığının adını duymayan milyonlarca insanın bu konudan şu ya da bu ölçüde haberdar olmasına yol açtığı da aşikâr. Fakat eylemin özü, biçimi, pratikte aldığı hal ve medyanın yaklaşımı pek çok açıdan başka bir gerçeği de ortaya seriyor: Kapitalizm.
Meseleye yüzeysel bakıldığında, “yapılan eylem ilgi çekici ve insanlar duyarlı davranıp bağışta bulunuyorlar, ne var bunda” denebilir. Katılan birçok kişinin “bir şey yapmak gerekir” düşüncesiyle harekete geçip bağışta bulunmasının insani bir duyarlılığın göstergesi olduğuna kuşku yoktur. Ama mesele bu kadar basit değil ne yazık ki.
En ciddi konuları bile sulandırıp içini boşaltmakta usta olan burjuva medya, eylem şeklinin uygun oluşunun da kolaylaştırıcı etkisiyle bu konuyu kısa zamanda şov haline getirmiş ve eylem eğlenceli bir oyuna dönüşmüştür. Ölümcül bir hastalık karşısında, sözde duyarlılaşan yüz binlerce insan, işi şaklabanlığa vurup sosyal medyada video paylaşmaya dökmüş, videolar komiklik bakımından birbiriyle yarıştırılıp burjuva medyanın ana haber bültenlerinde önemli bir yer işgal eder hale gelmiştir. Böylelikle ALS hastalığı ikinci plana itilmiş ve kampanyaya kimlerin nasıl katıldığına dair haberler burjuva medya tarafından alıcısı bol bir meta haline dönüştürülmüştür.
Bundan çok daha önemlisi, söz konusu eylemin, ALS ve diğer hastalıkların önüne tıbbi araştırma kurumlarının bireysel bağışlarla desteklenmesi yoluyla geçilebileceği kanaatini beslemesidir. Oysa bu, hem söz konusu iş için bireysel çabaları aşan büyüklükte kaynakların gerekmesi hem de tıbbi araştırma kurumu olsa bile söz konusu kurumların kâr odaklı kapitalist kurumlar olması nedeniyle ütopik bir beklentidir.
Bugün milyarlarca insan yoksulluk içinde yaşarken, yüz milyonlarcası şiddetli açlık çekiyor. Grip gibi en sıradan olanları da dahil olmak üzere çeşitli önlenebilir ve tedavi edilebilir hastalıklar yüzünden her yıl on milyonlarca insan hayatını kaybediyor. Aynı şekilde temiz su kaynaklarından, insanca barınma olanaklarından, sosyal güvenceden, eğitim olanaklarından vb. yoksun olanların sayısı da milyarlarla ifade ediliyor. Peki neden? Kaynaklar mı kıt? Burjuvaziye göre evet, ama gerçekte hayır! Bu sistemde, silahlanmaya ya da küçük bir azınlığa yönelik lüks ürünlerin araştırma, geliştirme ve üretim faaliyetine bile trilyon dolarlar harcanıyor. Bunun da ötesinde, dünya zenginliğinin yarısı, en zengin %1’lik dilimin elinde toplanıyor. Dolayısıyla yeterli kaynak bal gibi de vardır. Ama bu kaynakların küçük bir azınlığın tekelinde olduğu kapitalist sistem insanlığın değil sermayenin çıkarlarını temel alan ve uçurumsal eşitsizlikler üzerine kurulu olan bir sistemdir ve bu sistemde insan hayatı değil kâr önemlidir.
Tıbbi araştırmalara yeterli kaynağın ayrılması durumunda ALS’den kansere, AIDS’den ebolaya en devasız gibi görünen hastalıklara bile kısa sürede çare bulunabileceğine hiç şüphe yoktur. Ancak bu, kârla güdülenen özel şirketlerin yapabileceği bir iş değildir. Üstelik tıbbi araştırma amacıyla kurulduğu iddia edilen ALS Vakfı türü şirketlere bağışlanan paraların nereye gittiği bile belirsizdir. Bu tür çalışmaları yapmakla sorumlu olan devletlerse, devasa bütçelerine rağmen, sağlık gibi temel önemdeki bir alana ayrılan bütçeleri her geçen gün daha da kısmakla meşguldürler. İlaç araştırmalarının en yoğun yapıldığı ülkelerin başında gelen ABD’de, Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün (NIH) bütçesi son on yılda %25 azaltılmış, araştırmaların desteklenmesine ayrılan kaynaksa yarı yarıya düşürülmüştür. Bugün NIH’nin tıbbi araştırmalara (bizzat bu kurum bünyesinde yapılan araştırmalara ya da çeşitli kuruluşların yaptığı araştırmaların desteklenmesine) ayırdığı bütçe 30 milyar dolardır. Oysa örneğin 2009’dan itibaren kriz nedeniyle batan bankaların kurtarılmasına 1 triyon dolardan yüksek bir kamu kaynağı ayrılmış, ABD’nin son on yılda %38 artan askeri harcamaları ise geçtiğimiz yıl 640 milyar dolara ulaşmıştır. Kamusal hizmetlere ayrılacak bütçe söz konusu olduğunda müflis tüccar gibi ağlaşan burjuva devletler, sıra sermayeye geldiğinde hiç nazlanmadan kaynak yaratmaktadır.
Aynı durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’deki ALS derneği bir klinik kurmak için 5 milyon liraya ihtiyaç duyduğunu söyleyerek bağışların yetersiz olmasından yakınmaktadır. Peki sermayeye çeşitli şekillerde milyonlar akıtan devlet, 5 milyon lira gibi devede kulak bir meblağı (hatırlarsak bundan misliyle fazla paralar ayakkabı kutularında dolanıyordu) bulamadığı için mi özel bir kliniğin bu işe el atması gerekmektedir?
Bu tür toplumsal sorunların çözümü için gerekli kaynaklar, emekçilerin ödediği vergiler sayesinde devasa bütçelere sahip olan devletler ve halkı soyup soğana çeviren tekeller tarafından karşılanmalıdır. Emekçilerin “meydan okumaları” gereken şeyse, insanlık yoksullukla, açlıkla, hastalıklarla boğuşurken asalak burjuvaziyi semirten kapitalizmdir. Yardımseverlik gibi insani duygularla dolu olan ve “bir şeyler yapmak” gerektiğine inanan işçiler için yapılacak en isabetli şey, bu sömürü sisteminin ortadan kalkması için yürütülen sosyalist mücadeleye katkıda bulunmaktır.
[*] Ünlü evrenbilimci Stephen Hawking’in de mağdurları arasında yer aldığı ALS (amyotrofik lateral skleroz), beyin ve omurilikteki sinir hücrelerini etkileyen ve bu nedenle de kaslar üzerindeki kontrolü ortadan kaldıran ve kaslarda güçsüzlük ve erimeye yol açan bir hastalık. 100 binde 1,5 gibi bir görülme sıklığına sahip bu hastalıkta, sinir ve kas sisteminin tahrip olması nedeniyle görülen hareket, konuşma, yutma ve solunum güçlüğü giderek ilerliyor ve hastaların büyük bir kısmı birkaç yılda yaşamını yitiriyor.
link: Marksist Tutum, Bir Kova Buzlu Suyla Meydan Okumak?, 11 Eylül 2014, https://marksist.net/node/3519
Torun Center İnşaatında İşçi Katliamı
12 Eylül’ün Hesabını İşçi Sınıfı Soracak!