Yeni iktidar dönemiyle birlikte AKP, toplumsal muhalefeti bastırmak üzere hız verdiği otoriter uygulamalarına paralel olarak, din eksenli muhafazakâr dayatmalarını ve özel hayata müdahalelerini de arttırdı. Kürtaj konusundaki sınırlamalar, alkol konusundaki yasakçı düzenlemeler, mevcut zorunlu din dersine ilaveten “seçmeli” denilerek müfredata eklenen iki yeni dini dersinin pek çok okulda yukarıdan dayatmayla zorunlu dersler haline getirilmesi, imam-hatip okullarının sayısının sıçramalı bir şekilde arttırılması, bunu yaparken kimi yerlerde normal liselerin kapatılması, okullarda ve yurtlarda kızlarla erkekleri birbirinden yalıtma girişimleri, stüdyo tipi dairelerin “Türk aile yapısına uygun olmaması” gerekçesiyle yasaklanması vb. derken, bunlara bir de Erdoğan’ın kız ve erkek öğrencilerin birlikte kaldıkları evlerin denetlenmesine ilişkin gerici çıkışı eklendi. Erdoğan, bunun sadece muhalif kesimlerde değil AKP içinde de ciddi bir sorgulamaya yol açması üzerine geri adım atarak meseleyi gündemden düşürme yoluna gittiyse de, bu tür gerici adımların ve sansasyonel çıkışların arkasının kesilmeyeceği açıktır. Bu tartışma soğumadan AKP’li meclis başkanvekilinin, üstelik de Dünya Çocuk Hakları Günü vesilesiyle, “kız ve erkek öğrencilere birlikte eğitim yaptırılmasını büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum, inşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek” şeklinde sözler sarf etmesi de bunun bir göstergesidir.
Kuşkusuz AKP toplumu zapturapt altına almak için İslami motiflere bezenmiş muhafazakâr dünya görüşüne uygun adımlar atmaya çalışmaktadır. Ne var ki, bu tür gerici adımları ve çıkışları Kemalist kesimde yaygın olan “AKP’nin gizli şeriat gündemini adım adım hayata geçirdiği, cumhuriyeti tasfiye ettiği” türünden irrasyonel değerlendirmelerle açıklamak, meselenin çok boyutlu yönlerinin gözlerden gizlenmesine hizmet etmekte ve diğer burjuva kampa yedeklenmenin yolunu döşemektedir. Dolayısıyla Marksistlerin yapması gereken şey, meseleyi tüm boyutlarıyla ve bağımsız sınıf perspektifiyle değerlendirerek, proletaryayı devrimci temellerde bir karşı duruşa yöneltmek olmalıdır.
Her şeyden önce, iç ve dış siyasette yaşanan sıkışmışlığın, Erdoğan’ın başkanlık özlemlerinin ve Gezi sürecinde karşı karşıya kaldığı kitlesel protesto dalgasının, yaklaşan seçimler öncesinde AKP’yi mevcut burjuva kutuplaşmayı daha da keskinleştirerek kendi safını tahkim etmeye yönelttiğini görmek gerekiyor. Bu tahkimat ihtiyacını doğuran bir başka önemli faktörse, kapitalizmin önündeki engelleri ortadan kaldırmayı misyon edinen ve bu doğrultudaki politikaları dizginsizce hayata geçiren AKP’nin, kendi ayaklarının altındaki zemini de oyan önemli sosyal ve siyasal sonuçlarla karşı karşıya oluşudur. Burjuvazinin zenginleşme hırsını, ikbal avcılığını, açgözlülüğünü teşvik ve tatmin etmeyi merkezine alan kapitalist ekonomik politikaların ve hak gasplarının emekçi kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluk giderek artmaktadır. Bunun yanı sıra, kapitalist gelişmeyle birlikte geleneksel ilişkilerin çözülme süreci hızlanıp, geleneksel değerler aşınıyor. Bunun yarattığı çelişkiyse, din eksenli bir muhafazakâr çizgiye sahip olan AKP üzerinde bir basınç oluşturuyor.
AKP açısından kendi safını sıklaştırma ihtiyacının özellikle son iktidar dönemiyle birlikte iyice yakıcı hale geldiği açıktır. Uzun bir süre boyunca muhafazakâr tabanını darbe tehlikesi, türban yasağı vs. üzerinden yürüttüğü mağdurluk ve mazlumluk propagandasıyla kenetleyerek iktidarını sağlama alan AKP, artık bu propagandanın temeli kalmadığından yeni araçlara ihtiyaç duyuyor. Doğan boşluk ise, muhafazakâr adımlar ve sansasyonel çıkışlar daha aktif bir şekilde devreye sokularak doldurulmaya çalışılıyor. Muhafazakârlığı aynı zamanda çimento olarak kullanmak isteyen AKP, kanaatkâr ve itaatkâr olmalarını vaaz ettiği emekçi sınıfları da muhafazakâr bir söylemle illüze edip dizginlemeye ve kendi safında tutmaya çalışıyor.
Bu arada, haris dünyevi tutkularıyla uhrevi inançları çatışan ve birincisi karşısında direnemeyen İslamcı burjuva ve küçük-burjuva kesimlere de çekidüzen verilmek isteniyor. Kendi çekirdek tabanında İslami hayat tarzının uğradığı bu ciddi erozyonun ideolojik erozyonla atbaşı gittiğinin farkında olan AKP, bir yandan gevşemekte olan ideolojik bağı sıkılaştırmaya çalışırken, öte yandan da bu kesimde alabildiğine yaygınlaşan zevk, debdebe ve sefahat düşkünlüğünün emekçi kitlelerde tepki uyandıracak şekilde sergilenmesini engellemeye uğraşıyor.
Gençliğe düşmanlık
AKP’nin otoriter, dinci, muhafazakâr uygulamalarının son süreçte gençliği ve kadınları hedef alması da tesadüf değildir. Zira “Gezi” direnişi AKP açısından bir dönemeç noktası olmuştur. Bu süreçte doruğuna ulaşan toplumsal muhalefetle AKP ilk kez böylesine kitlesel bir aktif tepkiyle karşılaşmış ve harekete yönelik saldırganlığından da görüldüğü üzere ciddi bir ürküntüye kapılmıştır. Ardından da “Gezi”nin öcünü almak ve aklınca burun sürtmek için dört koldan harekete geçmiştir. Otoriter ve gerici dayatmalara tepkisini gösteren gençler alenen düşman ilan edilmiş, “Gezi” direnişine katılanlara yönelik olarak mahallelerde, okullarda, yurtlarda ve devlet kurumlarında açıktan bir cadı avı başlatılmıştır. Erdoğan’ın “kızlı-erkekli evler” açıklamasının ardından ise, öğrenci evlerinin yanı sıra bekâr kadınların kaldığı bazı dairelere de polis baskınları düzenlenmiş, tacizler artmıştır. Muhalif gençlik, okulunda, mahallesinde, apartmanında ve hatta stadlarda polis kuşatmasına alınmaktadır. Son olarak İçişleri Bakanlığının, YÖK’ten, devlet yurtlarında kalan tüm öğrencilerin bilgilerinin kendisine verilmesini istemesi de bu kuşatma ve sindirme harekâtının bir parçasıdır.
Gençlik burjuva iktidarlar için her daim denetim altında tutulması gereken bir tehdit olarak görülmüştür. Çünkü yaşı gereği sosyal ve siyasal kimlik arayışında ve bireysel isyan halinde olan gençlik, politikleştiği takdirde bu isyanının düzen karşıtı kolektif bir tepkiye dönüşme olasılığı vardır. Bu yüzden burjuvazi her daim gençliği zapturapt altına almaya çalışır ve bunun için pek çok yönteme başvurur: resmi ideolojiye, ezbere ve ağır bir sınav yüküne dayalı eğitim sistemi, bireyci ideolojik bombardıman, din, futbol, magazin, alkol, uyuşturucu… Bütün bunlarla önüne geçilemeyip düzene karşı isyanın sinyalleri gelmeye başladığında ise bu kez açık şiddet, yani devlet terörü ve sivil faşist terör devreye sokulur ve bu da büyük bir ideolojik manipülasyon ve karalama harekâtıyla desteklenir. Din, ahlâk ve geleneksel değerler savunusu adı altında, gençler ahlâksızlıkla, namussuzlukla, teröristlikle, marjinallikle vb. suçlanıp yalıtılmaya ve başı ezilmesi gereken bir düşman olarak gösterilmeye çalışılır. Bugün AKP’nin yaptığı da budur ve yükselmeye başlayan gençlik muhalefetini, daha fazla tehlike arz eder hale gelmeden bastırıp ezmek istemektedir.
AKP sadece muhalif gençlik kesimlerini değil, kendi tabanını oluşturan ancak hızlı kentleşme ve modernleşmeyle birlikte raydan çıkmaya başladığını düşündüğü gençlik kesimlerini de zapturapt altına almaya çalışıyor. Kapitalizmi geliştirmek için hırsla uğraşan AKP, bunun kültürel ve düşünsel sonuçlarına katlanamıyor ve bastırmaya çalışıyor. Muhafazakârlık ve din ise ideolojik cephaneliğin başlıca araçları olarak kullanılıyor. “Kızlı-erkekli evler” meselesi de bunun tipik bir örneğidir. Her kente üniversite açarak, en tutucu, en içe kapalı Anadolu kentlerinin bile hızlı bir ekonomik, sosyal, kültürel dönüşüme uğramasının önünü açan bizzat AKP hükümetidir. Bu kentlerin on binlerce öğrencinin gelmesiyle yaşadığı ekonomik canlanma, öğrencilere fahiş fiyatlarla ev kiralama fırsatı vb. muhafazakâr olanlar da dahil burjuva ve küçük-burjuva kesimlerin yüzünü güldürmektedir. Ancak paraya gelince el ovuşturan muhafazakâr kesim, üniversitenin yarattığı sosyal atmosferden ve dönüştürücü rolden fazlasıyla rahatsız durumdadır. Geçtiğimiz yıl tam da bu günlerde Mardin Yeşilay Cemiyeti başkanının sarf ettiği “üniversiteliler ilimize ahlâksızlık getirdi” sözleri tam da bu rahatsızlığın bir ifadesiydi. Çünkü bu kesimin gençliği de, ister bu kentlerde yaşasın isterse üniversite eğitimi için diğer kentlere gitsin, söz konusu atmosfer nedeniyle modernleşme yönünde hızlı bir dönüşüm geçirmekte, bu gençler aileleri tarafından zaptedilemez hale gelmektedir. İşte AKP bu tür çıkışlarla bir yandan bu tabana seslenerek muhafazakâr hassasiyetlere oynamakta, öte yandan da otoriter, baskıcı uygulamalarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Gençliğe potansiyel “terörist” gözüyle bakan ve apartman yöneticilerini, muhtarları, devlet kurumlarına yerleştirilen yöneticileri resmi ihbarcı olarak görevlendiren 12 Eylül faşizminin ardından şimdi de AKP aynı sopaya başvurmaktadır. Erdoğan, “oralarda karmakarışık şeyler oluyor” dediği kızlı-erkekli öğrenci evlerinin engellenmesi için gerekirse yasal düzenleme yapılacağından, polisin ve valiliklerin bu iş için seferber edileceğinden söz etmektedir. Aileler kışkırtılıp gençler bir de bu kanaldan baskı altına alınmaya çalışılmakta, bununla da yetinilmeyip polis ajanı haline getirilmeye çalışılan mahalle halkı fiilen gençleri lince teşvik edilmektedir. 2004’te AB’nin baskısıyla “zina”yı suç olmaktan çıkaran AKP, şimdi “zina”nın, yani evli kişilerin evlilik dışı ilişkisinin suç sayılmasının da gerisine giden adımlar atmaya girişerek, 18 yaşını doldurmuş reşit gençlerin evlerine, arkadaşlıklarına, özel yaşamlarına burnunu sokmaktadır.
Kadın ve erkek öğrencilerin aynı evde kalmalarını gayrimeşru ilan edip evlere müdahale etmeye kalkan AKP’nin okulları ve yurtları boş bırakması elbette düşünülemezdi. Nitekim kız ve erkek yurtlarının aynı yerleşke içinde bulunmasına bile tahammül edemeyen AKP, yurt binalarını kızlarla erkeklerin bahçesinde bile birbirleriyle karşılaşamayacakları şekilde birbirinden uzaklaştırmaktadır. Erdoğan’ın bu gerici icraatı “kızlarla erkeklerin karışık olarak kaldıkları yurt uygulamasına son verdik” diyerek açıklaması ise koca bir yalan olmasının yanı sıra açık bir tahrik unsuru da taşımaktadır. Böyle bir uygulamayı hiç olmadığı halde varmış ve kendileri kaldırmış gibi gösteren Erdoğan ve şürekası, bir yandan “yurtlar fuhuş yuvasıydı, biz bunun önüne geçtik” algısı yaratırken, öte yandan yurt binalarının yerinin değiştirilmemesini savunanları “ahlâksız”, “namussuz” olarak damgalayıp hedef tahtasına oturtmaktadır. Bu arada elbette tarikat yurtları da teşvik edilmiş olmaktadır.
Okullarda ise karma eğitimin her fırsatta aşındırılmaya çalışıldığı görülüyor. Gerici okul müdürlerinin yemekhaneleri, kantinleri ve hatta merdivenleri haremlik-selamlık olarak ayırma girişimleri yaygınlaşırken, karma eğitime son verme düşüncesi artık AKP milletvekilleri tarafından yüksek sesle dile getirilir olmuştur. Kadın gördüklerinde akıllarına “karmakarışık işler”den başka bir şey gelmeyen muhafazakâr darkafalılar, karma okulları bile fesat yuvası olarak görebilmektedirler.
Gençliği dinle kıskaca alıp itaatkâr kılmaya çalışan AKP, bir yandan da üniversite çağındaki gençleri başgöz ederek onları muma çevirmek istemektedir. Asi olmayın, evlenin, üç-beş çocuk yapın, kuzu gibi çalışın ve tüketin, tüketin, tüketin… Hükümetin gençlikten, özellikle de kadınlardan istediği budur.
Bütün bunlardan sonra bile utanmadan “yaşam tarzına müdahale etmiyoruz” diyen Erdoğan ve şürekasının, gençliği cendereye alırken anayasanın devlete yüklediği sorumluluktan dem vurmaları ve yaptıklarını “ülkemizin çocukları bize emanettir” diyerek meşrulaştırmaya çalışmaları ise mide bulandırıcı bir ikiyüzlülüktür. Zira açlıktan ölen, küçücük yaşlarda en ağır işlerde çalıştırılıp acımasızca sömürülen, gece çalışma yasağı kaldırılan, iş kazalarında kurban edilen, polis ve asker tarafından katledilen, cezaevlerinde, karakollarda her türlü işkenceye maruz bırakılan, tecavüze uğrayıp tecavüzcüsüyle evlenmesi bizzat yargı tarafından teşvik edilen çocuklar, AKP hükümetinin bu “emanet” karşısındaki tutumunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Düşen demokratlık maskesi
Erdoğan topluma dayattıkları tüm gerici uygulamaları, demokratlık bunun neresinde bilinmez ama, “biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz” diyerek savunuyor. Yürüyen burjuva iktidar kavgasından zaferle çıkmak, iktidarını güvence altına almak ve kendi özgürlük alanını oluşturmak amacıyla liberaller de dahil mümkün olan en geniş toplumsal desteği arkasına almak isteyen AKP’nin, iktidara geldiği ilk günden itibaren demokratlık söylemine sarıldığı biliniyor. Ancak eski statükoyu yıkmak ve Türkiye kapitalizminin tıkanmışlığını aşmak için gerekli dönüşümleri gerçekleştirmek üzere birtakım demokratik adımlar atması, AKP’yi kesinlikle demokrat kılmıyordu:
“Şurası açık ki, askeri vesayet olgusu karşısında kendilerini mağdur ve demokrat göstermeye çalışan Erdoğan ve AKP kesimleri tam ikiyüzlüce bir tutuma sahiptirler. Zaman zaman bir dış görünüm olarak parlatmaya çalıştıkları «demokratlıkları», içlerinde yatan demokrasi karşıtlığını örtmeye yetmemektedir. Yine son «Gezi» olaylarının sergilediği üzere, Başbakan Erdoğan’ın insanları provoke edici açıklamalarından tutun da o insanların tepkilerini sokakta ortaya koyması karşısında takındığı tutumlara dek, bu siyaset anlayışı ve çizgisi, burjuva parlamenter demokratik işleyişi kabul edemeyen ve içine sindiremeyen bir otoriterin eğilimidir. Nitekim içindeki gerçekliğin sıcak gelişmeler karşısında dışa vurmasıyla Erdoğan’ın demokratlık maskesi de iyice düşmüş ve altından onun otoriterce sırıtan gerçek yüzü ortaya çıkıvermiştir.” (Elif Çağlı, Burjuva İktidara Karşı Mücadelede Sınıf Çizgisi, MT, Ağustos 2013)
Bugün bu gerçek, bir dönem AKP’ye destek veren liberallerce bile görülür hale gelmiştir. Daha da ötesi, yeni bir statükoyu oluşturma ve rantı paylaşma aşamasına gelindiğinde, İslamcı yol arkadaşları arasında da kıran kırana bir kavga başlamış ve bunun da sonucu olarak söz konusu gerçeklik son derece ikiyüzlü bir şekilde ve faydacı bir niyetle de olsa bu kesimler tarafından da dillendirilir olmuştur. Gülen cemaatinin yayın organlarından Today’s Zaman’da, üstelik bizzat genel yayın yönetmeni tarafından kaleme alınan aşağıdaki satırlar bunun çarpıcı bir örneğini oluşturuyor:
“Ne hazindir ki, geçmişteki toplum mühendisliği çabalarının berbat sonuçları henüz tamamen ortadan kaldırılamadan yeni tarz bir toplum mühendisliğinin tüm ağır işaretleri ve belirtileri görülmeye başladı. Kemalistlerin topluma yeni bir şekil vermek için kullandıkları tüm araçları ve yöntemleri olduğu gibi benimseyen yeni toplum mühendislerimiz şimdi kafalarındaki o ideal toplumu harıl harıl inşa etmekle meşguller. Eski toplum mühendisleri Kemalist bir toplum yaratmaya çaba harcarken, ne demokrasiyi ne de gerçek laikliği içlerine hâlâ tam sindirememiş, farklılıklara saygı kültürünü ise teğet geçmiş olan bugünün toplum mühendisleri de toplumu baskılarla kendilerine göre dizayn etmenin peşine düşmüş durumdalar. Eğitim alanında hiçbir kesimin beklentilerine kulak asmaksızın bir oldu-bittiyle gerçekleştirdikleri garip değişiklikler, devlet eliyle «dindar nesil» yaratma arayışları, en siyasi konularda bile kendi dini anlayışlarının dışında başka hiçbir referans kabul etmemeleri, en hassas dini mevzuları bile siyasi kazanımlar için istismar etmekten çekinmemeleri, kamu imkanlarını seferber ederek yetiştirmeye çalıştıkları yeni nesilleri ve yeniden şekillendirmeye çabaladıkları toplumu kendi siyasetlerinin neferleri haline getirme girişimleri, azıcık bile farklı yaklaşımları olan her türlü sivil toplum hareketini düşman belleyip yok etmeye çalışmaları, adeta dünyanın en olağan işini yapıyormuşçasına insanların özel hayatına müdahale etme hakkını bile kendilerinde görmeleri ve daha niceleri... Ne kadar farkındasınız bilmem ama işte bunlar hep toplum mühendisliği…” (Bülent Keneş, 7 Kasım 2013)
Bu sözler, doğrusu AKP’nin demokratlığı konusunda daha fazla kelâma hacet bırakmıyor. Giderek otoriterleşen AKP, tüm demokratik hak ve özgürlüklere saldırarak toplumu dar bir muhafazakâr kalıba hapsetmeye çalışıyor. Fakat Türkiye kapitalizminin mevcut gelişmişlik düzeyinin yanı sıra kendine özgü sosyal-kültürel-politik eğilim ve dengelerinin şekillendirdiği toplumun böylesi bir gerici cendereye sıkıştırılmasının olanaksız olması nedeniyle bu politika eninde sonunda iflas etmeye mahkûmdur. Erdoğan liderliğindeki AKP’nin gerici girişimleri her seferinde nabız yoklayarak gündeme getirmesinin ve aldığı sinyallere göre kimi durumlarda geri adım atmak zorunda kalmasının sebebi de budur. Nitekim içine girilen otoriter, dinci yönelim toplumun önemli bir kesimi tarafından tepkiyle karşılanmasının yanı sıra, parti içinde bile çatlak seslerin artmasına, liberal demokratların gemiyi terk etmesine yol açmıştır. Yanı sıra, Batı dünyasında da bu tür adımlar öne çıkarılarak Erdoğan’a yönelik geniş bir yıpratma kampanyası başlatılmış durumdadır. Bütün bunlar nedeniyle Erdoğan alabildiğine sıkışmış vaziyettedir. Sıkıştıkça da muhafazakârlık salgısı artmaktadır. Kuyruğu dik tutmaya ve bu tür adımlarla “ben mutlak iktidarım, istediğimi yaparım” mesajı vermeye çalışarak sağa sola saldırması ise, aslında gücün değil bir güç yitiminin ifadesidir. Erdoğan partisiyle birlikte eğik düzleme girmiştir ve artık kaçarı yoktur.
Erdoğan varsın “Bizim medeniyet düşüncemizde fakirin zengine zenginin fakire düşman olduğu bir yapı yoktur. Çünkü fakir şükretmeyi bilir. Zengin de zekâtıyla sadakasıyla o fakiri gözetir. Onun için arada düşmanlık kalmaz. Bunu yerine getirmeyenler hesabını ölüm ötesinde verir” diyerek kendini avutadursun. Karanlıkta çalınan muhafazakârlık ıslıkları “şeytan”ı kovmaya yetmeyecektir. İşçi sınıfının zenginin zekât ve sadakasıyla yetinip adaletsizliğin ve eşitsizliğin hesabını öteki dünyaya havale etmesini bekleyenler, bunun ne denli boş bir beklenti olduğunu bizzat bu dünyada göreceklerdir.
link: İlkay Meriç, Sıkışan AKP’nin Muhafazakârlık Salgısı Artıyor, Aralık 2013, https://marksist.net/node/3361
Doğan Tarkan Sonsuzluğa Uğurlandı
"Demokratik, Özerk Yönetimlerle Özgür Yaşama Yürüyoruz" Şenliği