Önceleri tepede bir yavru kavaktı Özlemi büyüyüp güneşe ulaşmaktı Bir gün fidan boylu delikanlılar gördü Işıklı başları güneşe eriyordu Özlem ve özen yürüdü köklerine Artık tepenin en fidan boylusu oydu. O gün al gömlekli civanlar geçiyordu Bir büyük sevdayla titredi genç bedeni Güneşin rengini kucaklamak istedi Dallarına baktı Çıplaklığından utandı Ve en büyük sevdaları emdi de köklerinden Tepenin en güzel yeşillerine donandı Artık en yeşiliydi En fidan boylusuydu Ama en sevinçlisi değildi tepenin Al gömlekli yârini göremez oldu! Akşam rüzgârlarıyla aradı sevdiğini Sevdiğini bir iğrenç binanın üçüncü katında buldu Her gece, her gündüz Ufak bir pencereyi gözlüyordu. Bir gün serin esintiler bir haber getirdi Sevdiği onu ayın ışıklarında bekleyecekti Akşam oldu Ay doğdu Ama sevdiceği yoktu Kaç gün, kaç gece Bekledi, bekledi Özlemi karşıda bir küçük penceredeydi Göremedi yiğidini, bir türlü göremedi. Ağlayan bulutlara karıştı gözyaşları Yeşil yaprakları yaşlarla ağırlaştı Yavaş yavaş toprağa eğildi başı Sevdalısıyla karşılaştı!.. Yeryüzünün en güzel çiçekleriydi bunlar Kıpkızıl kan çiçekleri! Sevdalı kavak Yerde yatan yârini kucaklayarak Sevdasını, özlemini yeşil yapraklarına serpti Ve o günkü fidan boylu delikanlılar gibi Işıklı başı güneşe ermekteydi...
1 Aralık 2014
link: Elif Çağlı, Sevdalı Kavak, 1 Aralık 2014, https://marksist.net/node/3794