Uluslararası Sekretarya
Sevgili Yoldaşlar;
Uzun bir gecikmeden sonra Japonya ve Çin üzerine kararınız hakkındaki düşüncelerimi kısaca size yazıyorum. Bu gecikme, söz konusu meseleye dair daha önce yazdığım mektuplarımın yeterli olduğunu düşünmemden kaynaklandı. Şimdi durumun böyle olmadığını görüyorum. Aşırı sol değerlendirmelerin rehberliğinde Çan Kay-şek ile Mikado arasında az ya da çok “tarafsız” kalmayı arzulayan bazı yoldaşlar, şimdilerde kararınızın temsil ettiğine inandıkları ikinci bir sipere geri çekilmeye çalışıyorlar.
Dokümanınızın hiçbir bölümüne ve hatta hiçbir cümlesine itiraz edemem. Tüm iddialar kendi içinde doğrudur, fakat farklı bölümler arasındaki ağırlık dağılımı bana yeterince gerçekçi görünmedi. Ortada bir savaş var. Yanıtlanması gereken ilk soru, Çinli yoldaşlarımız ve onlarla birlikte diğer yoldaşlar da, bu savaşı kendi savaşları olarak kabul mü etmeliler, yoksa egemen sınıfın onlara empoze ettiği bir savaş olarak ret mi etmeliler? Aşırı solcular bu temel soruyu yanıtlamaktan kaçınmaya çalışıyorlar. Çan Kay-şek’i geçmişte işlediği ve gelecekte işleyeceği suçlarla itham etmekle işe başlıyorlar. Bu, New York (Oehlerciler) veya Brüksel’de mümkün olan, ancak Çin’de ve hele ki Şanghay’da asla mümkün olmayan, bütünüyle doktriner bir yaklaşımdır. Çan Kay-şek’in işçilerin cellâdı olduğunu biz de yeterince biliyoruz. Ancak bu aynı Çan Kay-şek şimdi bir savaşa, bizim savaşımıza önderlik etmek zorunda kalıyor. Bu savaşta yoldaşlarımız en iyi savaşçılar olmalıdırlar. Politik olarak Çan Kay-şek’i savaş yürüttüğü için değil, savaşı yeterince etkin bir tarzda yürütmediği, burjuva sınıfa yüksek vergiler koymaksızın, işçileri ve köylüleri yeterince silahlandırmaksızın yürüttüğü vb. için eleştiririz.
Diğer ülkelerdeki yoldaşlarımız, bir önceki dönemde Çin seksiyonumuzun en önemli sloganının “Japonya’ya karşı savaşa hazırlan” olduğunu hemen hemen biliyorlardır. Ve bu slogan doğruydu. Çinli yoldaşlarımız, şu anda, Japon karşıtı savaş ve askeri hazırlık için en güçlü önderler olmanın büyük avantajına sahipler. Politik faaliyetlerini aynı düzlemde sürdürmeleri gerekir. Bu bakımdan … evet, potansiyel sosyal yurtsever olan aşırı solculara taviz veremeyeceğimize inanıyorum. Bâkir “tarafsızlık”larını korumak üzere “tüm savaşları” reddetmeye hazır oldukları sürece pasif enternasyonalistler olarak kalacaklardır. Fakat olaylar bu yoldaşları şu ya da bu savaş arasında bir seçim yapmaya zorladığında, kolaylıkla yurtseverliğe kayabilirler.
İspanyol devrimi kadrolarımızı uluslararası devrime hazırlamak için nasıl değerli bir örnek ise, Çin-Japon savaşı da kadrolarımızı yaklaşan dünya savaşına hazırlamak için klasik bir örnek teşkil eder. Burada, emperyalist haydutlar yarı-sömürge bir ülkeyle onu tamamen sömürge bir ülke haline getirmek için yalıtık bir savaş yürütmekle meşguller. Japon işçisi şunu demelidir: “Beni sömürenler bu namussuz savaşı bana dayatıyorlar.” Çinli işçi de şunu söylemelidir: “Japon haydutlar halkıma bu savunma savaşını dayatıyorlar. Bu benim savaşımdır. Fakat ne yazık ki, savaşın önderliği kötü ellerdedir. Bu önderliğin doğrultusunu kesin bir biçimde gözden geçirmeli ve onu değiştirmeye hazırlanmalıyız.” Ajitasyon ve propaganda için tek gerçekçi plan budur.
Şu argümanı işitmekteyim: “Çin ordusu burjuva bir ordudur ve biz sadece proleter bir Kızıl orduyu destekleyebiliriz.” Bu argüman, bir burjuva (yarı burjuva-yarı feodal) sömürge ülke ile bir emperyalist köleci ülke arasındaki farkı kavrayamamanın “askerileşmiş” bir ifadesidir. Bir burjuva ordusu olarak Çin ordusu elbette ki mülk sahiplerinin çıkarları doğrultusunda işçi grevlerini ve köylü ayaklanmalarını bastırabilir. Tüm bu durumlarda olası tüm araçlarla karşı koyarız. Fakat Japonya’ya karşı savaşta bu aynı ordu, –yeterli bir ölçüde olmasa da, bilinçli olmasa da vs.– Çin halkının ilerici ulusal çıkarlarını savunuyor. Böyle olduğu sürece onu destekleriz. Çin ordusunu Japonlarla özdeşleştirmek, basitçe ezenleri ve ezilenleri, soyguncuları ve onların kurbanlarını özdeşleştirmek anlamına gelir.
Şöyle argümanlar da işitiyorum: “Japon emperyalizmine karşı Çan Kay-şek önderliğindeki bu savaşı destekleyerek, İngiliz ve Amerikan emperyalizmine hizmet ediyoruz ve onların kuklası haline gelebiliriz.” Aşırı radikalizm, devrimci eylemin önünde yine bir handikap haline geliyor.
Bir örnek: Bir işletmede, şirketin muhafızları işçilere saldırır, pek çoğunu yaralar ve öldürür. İşçiler öyle sinirlenirler ki sahtekar sendikacılar bile bir grev çağrısı yapmak zorunda kalırlar. Aşırı solcumuz bağıra çağıra sahneye çıkar. “Greve gitmemeliyiz” der, “sadece, sendika önderleri bizi tam anlamıyla kurtuluşa taşıma yeteneğinde olmayan sahtekarlar oldukları için değil, aynı zamanda grevimiz rakip işletmeye hizmet edeceği ve bu şekilde başka bir sömürücünün basit kuklaları haline geleceğimiz için.”
Bir grev durumunda böylesi argümanlar işçilerin sadece öfkesini çeker. Fakat bu tutum savaşın muazzam ölçeğine yansıtıldığında, karşılaştırılamayacak kadar çileden çıkarıcı ve cânicedir. Çan Kay-şek Çin’in kurtuluşunu garanti altına alamaz, bu açık; fakat Çin’in daha da köleleşmesinin önüne geçmeye çalışıyor ve bu da kurtuluşu ilerletecek küçük bir adımdır. Tüm enerjimizle bu küçük adımda yer almalıyız.
Son tahlilde, Büyük Britanya’ya “yardım ettiğimiz” doğru değildir. Kendisini bir soyguncuya karşı elde silah savunabilen bir halk, yarın ötekini de püskürtme yeteneğinde olacaktır. Bunu anlayabilen ve bağımsızlığın kalıntılarını savunan bir halkın başında bilinç ve cesaretle yerini alan bir devrimci parti, sadece böyle bir parti, savaş sırasında işçileri seferber etme ve savaştan sonra da iktidarı ulusal burjuvazinin elinden söküp alma yeteneğindedir.
Uzak Doğu’daki durum o denli klasik bir açıklığa sahiptir ki, tam da gerçek bir savaşın başladığı kritik anda önde gelen Belçikalı yoldaşlarımızın, basına verdiğim “kendi programımızdan vazgeçmeksizin bütünüyle Çin’in yanındayız” şeklindeki çok basit beyanat üzerine bir soru işareti koymayı nasıl ve neden mümkün görebildiklerini insanın defalarca kendisine sorması gerekir. 1914’den bu yana savaş sorunu üzerine tüm önceki çalışmalarımız, en azından önde gelen yoldaşları her yeni savaş durumuna dikkatli bir gözle yaklaşmaya hazırlamayı amaçlıyordu. Yine de maalesef görüyoruz ki, en açık ve tartışmasız çatışma patlak verdiğinde Belçikalı yoldaşlarımızdan bazılarının elinde propaganda malzemesi olarak bir soru işaretinden başka şeyleri bulunmuyor.
Önceki mektuplarımdan birinde, Çinli işçilerin savaşa aktif olarak katılma görevini vurgulayan yukarıda bahsettiğim basın açıklamasının (30 Temmuz 1937) niteliğinin, Çinli yoldaşlarımızın karşı karşıya bulunduğu özgün durum tarafından da belirlendiğini izah etmiştim. Çan Kay-şek ile birleşen Stalinist cellâtların Çinli Bolşevikleri “Japon ajanları” olarak suçlamaya çalışacakları açıktı. Şimdi bu oldu. Çin’deki GPU ajanları, GPU’nun New York organına (Daily Worker) bu kez Çin topraklarında yeni bir komplo olduğunu bildiren bir telgraf gönderdi. Gerçek enternasyonalizm, her durumda beylik lafları tekrarlamaya değil, özgün koşullar ve sorunlar üzerine her bir seksiyonumuzun görevini kolaylaştırmak üzere düşünmeye bağlıdır. Çinli Bolşeviklerin karşı karşıya olduğu son derece zor koşulları göz önünde alırsak, Belçika gazetemizin akıl almaz soru işaretleri son derece vahim bir hatadır.
Bu nedenle, bu sorun hakkında, aşırı solculara, merkezcilere, kuşkuculara ve kaçkınlara en küçük bir taviz bile veremeyiz. Bu sorunda verdiğimiz kavga sonuna kadar gitmelidir.
İçten selâmlarımla
L. Troçki
Writings of Leon Trotsky (1937-1938)’den.
Internal Bulletin, Sosyalist Parti Kongresi Örgütleme Komitesi (New York), no.1, Ekim 1937’den alınma.
link: Lev Troçki, Savaş Hakkındaki Karar Dair, 27 Ekim 1937, https://marksist.net/node/1466