Kapitalizm iltihaplanmaya, iltihaplandıkça da bünyesindeki cerahatlerini etrafa kusmaya devam ediyor. İnsanlığın doğa üzerindeki en büyük zaferi olarak ortaya çıkan kapitalizm, doğanın kör güçleri karşısında hezimetin ismi haline geldi. Öyle ki artık depremlerde, taşkınlarda, göçüklerde vb. yaşanan kitlesel ölümler kanıksanmış, günübirlik olaylar olarak görülmeye başlanmıştır. İnsanlığa verebileceği hiçbir şey kalmamış olan kapitalizm, giderayak telâfisi mümkün olmayan yaralar açmakta direniyor.
Son olarak, 21 Nisanda, hisselerinin önemli bir kısmı Ankara merkezli Kömür İşletmeleri Anonim Şirketine (KİAŞ) ait, Kütahya’nın Gökler beldesinde faaliyet gösteren Gediz Linyit İşletmesinde meydana gelen faciada 18 işçi hayatını kaybetti. Madendeki grizu patlaması sonucu oluşan göçük, yeryüzü sıcak olsun diye yerin altına inen işçilerin 300–350 metre derinlikteki ocakta mahsur kalarak feci şekilde can vermelerine neden oldu. Bu katliamın sorumlusu olan burjuvazinin ikiyüzlü temsilcileriyse, işçi sınıfının neferlerini kendi kâr düzenlerinin simgesi olan Türk bayrağına sardıkları debdebeli cenaze törenleriyle günah çıkartmaya çalıştılar. Bunlar, işledikleri katliamları bile süsleyip püsleyip kendi çıkarlarına uygun hale getirmekte beis görmüyorlar.
Kendi diyetini, ölen 18 işçiyi şehitlik “mertebesi”ne yükselterek ödeyen burjuvazi, sağ ve “sol” ideologları aracılığıyla, olayı gürültüsüz patırtısız geçiştirmeye çalışmaktadır. Bu tür somut olaylarda, sorunun düzen içerisindeki diğer sorunlarla bağlarını kurmak, sınıfın doğru bir politik hat tutturması için bir kat daha önem kazanmaktadır.
Patlamanın yaşandığı işletme 2003 yılı Haziran ayında özelleştirme kapsamına alınmıştı. İşletme hisselerinin %38’i bir kamu iktisadi teşekkülü olan Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumuna, %33,8’i Pancar Ekicileri Kooperatifine, %10’u Özelleştirme İdaresi Başkanlığına ve geri kalan kısmı da diğer özel şirketlere aittir. İşletmenin özelleştirme kapsamına alınmasından sonra hak gaspları, taşeronlaştırma ve tensikatlar yaşanmış, böylece Gediz madenlerinde çalışan işçi sayısı önemli oranda düşmüştür. Geçtiğimiz yıl, 50 sendikalı işçi Cumhuriyet Başsavcılığına, facianın yaşandığı maden ocağı başta olmak üzere, ocaklarda güvenli çalışma koşullarının yetersizliği ve iş güvencesinin uygulanmaması nedeniyle suç duyurusunda bulunmuştu. Nitekim yine KİAŞ’a ait Karaman Ermenek’teki bir diğer kömür ocağında 16 ay önce meydana gelen grizu patlamasında da 10 maden işçisi kardeşimiz yaşamını yitirmişti.
Bu olumsuz tablonun özelleştirmeler sonucunda iyice belirginleştiği açıktır. Fakat sendika bürokrasisi ve ulusalcı-devletçi sol olayı salt özelleştirme sorununa indirgeyerek zihinleri bulandırmaktadır. Bunlar, tüm vebali özelleştirmelerin boynuna yüklemek gibi alışıldık bir tepkiyi ısıtıp yeniden önümüze sundular. Sermayenin meşum rolünü teşhir etmek yerine, yaşanan olumsuzlukların suçunu yalnızca özelleştirmelere yüklemek, her şeyden önce, devlet madenlerinde inanılmaz ağır koşullarda çalışan ve onyıllardır gerek Türkiye’de gerekse de dünyanın diğer yerlerinde acımasızca ölüme terk edilen işçilere yapılmış büyük bir haksızlıktır.
Bugüne kadar Türkiye’de gerçekleşen maden kazalarında binlerce işçi hayatını kaybetmiş, bir o kadarı da yaralanmıştır. İşçi sınıfının yalnızca Zonguldak’ta verdiği ölü sayısı 3500’ün üzerindedir. Aynı durum dünyanın diğer ülkeleri için de geçerlidir. Dünya proletaryası on binlerce evlâdını burjuvazinin doymak bilmez kâr hırsı yüzünden toprağın altında bırakmıştır. Bu konuda sabıkası en kabarık ülkelerin başında da Çin gelmektedir. Üstelik Çin, devlet mülkiyetinin ekonomide en ağır bastığı ülke durumundadır. Buna karşın resmi rakamlara göre (ki Çin, resmi rakamları çarpıtma konusunda da başa güreşmektedir) son 1 yılda Çin’deki ölü sayısı 10 bini aşmaktadır. Aynı ülkede bu yılın Şubat ayında gerçekleşen grizu faciasında 203 madenci ölmüştü. Devlet mülkiyetinde olan Chenjiashan Maden Ocağında geçen sene meydana gelen patlamada ise 177 işçi hayatını kaybetmişti.
Bütün bunlar, işçi sınıfı kendi devletine kendi örgütlülükleri aracılığıyla sahip olmadığı sürece, devlet mülkiyetinin kendi başına bir anlam ifade etmeyeceğini çok açık biçimde gösteriyor. Kapitalist toplumda devlet mülkiyeti, devletin sınıf karakterini gözlerden saklamaya yarayan ideolojik bir malzeme olarak da kullanılıyor. Kapitalist devlet mülkiyetine olumluluk atfeden çarpık sol anlayışlar, son tahlilde burjuva devletten daha usturuplu, daha insaflı, daha şefkatli bir sömürü beklentisi içinde olmaktan öteye geçemiyorlar.
Maden kazaları ve diğer iş kazaları aynı şekilde kapitalist sistemin o veya bu şekilde “yanlış” veya “kötü” işlemesinden kaynaklı bir durum olarak da görülemez. Bizatihi sermayenin varlığı, işçilerin kendi ürettikleri üzerinde söz sahibi olmamaları bu felâketlerin altında yatan nedendir. Elbette özelleştirmelerle birlikte sömürü alabildiğine yoğunlaşmakta ve bu dizginsiz sömürü işçi sınıfını hayatından bezdirmektedir. Patlamanın gerçekleştiği ocakta, her vardiyada yaklaşık 20 ton olmak üzere günde 60 ton civarında kömür üretimi yapıldığı anlaşılmıştır. Maden Mühendisleri Odası uzmanlarına göre bu miktar, hazırlık çalışması yapılan ve havalandırma sistemi bu düzeyde bir kömür üretimine uygun tesis edilmeyen bir ocak için aşırıdır. Fakat gerçekliğin yalnızca bir tarafına bakmak bizleri ister istemez yanlış noktalara sürükleyecektir, zira bunlar salt özelleştirmelerle ilintili sorunlar olmaktan çok uzaktır.
Nitekim yaygın ve bir o kadar da yanlış kanılardan birisi de, kazaların az gelişmiş ülkelere özgü olduğudur. İş kazalarının üstünü burjuva düzeni kutsayıcı bir şekilde örtmeye yarayan bu anlayış, Türkiye’deki Batı-meraklısı damarla da birleşince işçi sınıfının bilincini fazlasıyla bulandırmaktadır. Hâlbuki iş kazaları da, tıpkı hayatın diğer alanlarındaki kazalar gibi, zorunluluğun kendisini belli etme biçimlerinden birisidir. Dolayısıyla bunları, Türkiye’nin “az gelişmişliği”nden veya birtakım iç mekanizmaların “tam olarak” işlememesinden kaynaklı bir sorun olarak görmemek gerekir. Asla! Bu tür sorunlar evrensel boyuttadır. ILO ve Dünya Sağlık Örgütünün son yayınladığı rapora göre, dünyada her yıl 2 milyon işçi “yalnızca gerekli önlemlerin alınmamasından ötürü” iş kazalarında hayatını kaybetmekte; ayrıca 270 milyon işçi sakatlanmakta, 160 milyonu da meslek hastalığı nedeniyle mağdur olmaktadır. Yani, kaba bir hesapla çevremizdeki her 20–25 kişiden birisi çalışma esnasında sakatlanmakta ya da ölmektedir. Hem de ne için? Bir avuç asalak sürüsü kârlarını arttırsın, ceplerini şişirsin diye. Üstüne üstlük işçiler kimi durumlarda ücretlerini bile alamıyorlar! Gediz bölgesindeki işçilerin (yalnızca patlamanın gerçekleştiği madende çalışan işçilerin değil, yöredeki diğer ocaklarda çalışan işçilerin de) iki aydır maaşları ödenmemektedir. Hinoğluhin burjuvazi, işçilerin zaten öleceğini düşündüğünden “boşuna” masraf yapmak istemiyor! Ne de olsa öte tarafta kimsenin paraya ihtiyacı olmayacak!
İnsanın sömürüsünde dur durak bilmeyen kapitalizm, mevcut teknolojik gelişmenin ulaştığı bu düzeyde, çözülebilecek sorunları bile çözmeye yeltenmemektedir. Kapitalizmin rekabet üzerine kurulu olması, şirketleri en ufak önlemler konusunda bile kesintiye gitmeye (“kemer sıkma”ya) itmektedir. Kriz içerisinde olan burjuvazinin hiçbir ek masrafa tahammülü yoktur.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişlerinin 44 ildeki yeraltı ve yerüstü madeninde yaptığı denetimlere göre, Türkiye’deki 772 işletmeden yalnızca 47 tanesi kurma iznine ve yalnızca 87 tanesi işletme belgesine sahiptir. 469 işyerinde işçilerin sağlık raporları tutulmamakta ve “Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği”ndeki unsurlar kulak ardı edilmektedir. Rapora göre, 428 işyerinde periyodik sağlık gözetimleri yapılmıyor. İşçilere genel çalışma şartlarıyla ilgili eğitim verilmeyen işyeri sayısı ise 222’yi buluyor. İkiyüzlü, sahtekâr burjuvaziyse Avrupa Birliği’ne yaklaştığımız şu günlerde teranesini okumaya devam ediyor.
Engels bundan yıllar önce, insanlarla diğer hayvanlar arasındaki niteliksel farkın, insanların doğayı ve dış dünyayı boyunduruk altına alması olduğunu söylemişti. İnsanlık, doğanın kör güçlerinin emri altındaki hayvanların aksine, maddi dünyayı kendi amaçlarına hizmet edecek şekilde düzenleyecekti. Dolayısıyla Engels, insanın doğayı boyunduruk altına alma sürecinin ulaştığı en yüksek aşama olan sanayi devrimini büyük bir coşkuyla karşılamış ve bunun sınıfsız bir dünyanın nesnel zeminini döşediğine işaret etmişti. Ama bu nesnellik, yalnızca öznel faktör devreye girdiğinde ve insanlığın dev adımlarla ilerlemesi için büyük bir potansiyel sunan sanayiyi ve teknolojiyi tüm insanlığın çıkarları için (bir avuç asalağın değil) kullandığında hayat bulacaktır.
Bugün kendi canımızı hiçe sayma pahasına yararlanmaya çalıştığımız enerji kaynaklarına hiç de muhtaç değiliz. Çok daha ucuz ve kaliteli enerji kaynakları kullanılmak üzere bizi bekliyor. Dolayısıyla bu yaşananlar bir kader değil. Tüm bunların suçlusu, devlet sektörüyle, özel sektörüyle kapitalizmin ta kendisidir. Bedel ödedik, ödüyoruz, ama ödeteceğiz de! İşçi sınıfı örgütlenip bu lanet sistemi devirdiğinde, yalnızca sınıfsız, sömürüsüz bir toplumun kapılarını aralamakla kalmayacak, geçmiş kurbanlarının da hesabını tek tek soracaktır.
Kahrolsun Ücretli Kölelik Düzeni!
Ne Özel Ne Kapitalist Devlet Mülkiyeti, Çözüm İşçi İktidarında!
Her Şeyi Öğren, Hiçbir Şeyi Unutma!
link: Baran Köksal, Kapitalizmin İrinleri Üzerine, 8 Mayıs 2005, https://marksist.net/node/552
Ekvador’da Halk Ayaklanması Lucio Gutierrez’i Devirdi
İstanbul Üniversitesi’nde Formasyon ve Yaz Okulu Eylemleri