ABD’nin Charlottesville kentinde yaşananlar bir zamanlar siyahların kâbusu olan ırkçılığın egemen güçler tarafından yeniden kışkırtıldığını gösteriyor. Charlottesville’de son Konfederasyon anıtlarından birisi olan Robert E. Lee’nin heykelinin kaldırılması kararı birçok sağcı grubun ve Ku Klux Klan gibi faşist örgütlenmelerin boy göstermesine vesile oldu. Ülke çapında örgütlenip kente akın etmiş olan sağcılara ırkçılara karşı anti-faşistler de tepki göstermiş, onların bu eylemlerini bastırmışlardı. İt sürüsü gibi birleşen bu gruplar âdeta polisler tarafından koruma kordonuna alınarak ve zarar görmemeleri için gereken önlemler alınmasına rağmen, sayıca daha kalabalık olan anti-faşistler tarafından geri püskürtülmüşlerdi. Bu olaylar sırasında bir ırkçının anti-faşist göstericilerin üzerine arabasını sürerek mücadeleci bir sendikacı kadının ölümüne yol açması, ABD’de ırkçı hareketin yönelimini de göstermiş oldu.
Uzun yıllardır ABD’de siyahlar genellikle ırkçı polisler tarafından şiddete uğruyor veya katlediliyorlar. Son zamanlarda ise, siyahların öldürülmesinin sorumluları olarak sivillerin gündeme gelmesi ABD’de ırkçı hareketin güçlenmeye ve desteklenmeye başladığının işaretidir. Charlottesville’de yaşanan olaylar ABD’de çeşitli aşırı sağcı örgütlerin varlığını da bir kez daha ortaya koydu. Özellikle bu örgütlerden en eskisi olan Ku Klux Klan’ın (KKK) tekrar gün yüzüne çıktığını göstermiş oldu. Bugün sağın her çeşidine giderek daha fazla ihtiyaç hisseden ABD egemenlerinin, yeri geldiğinde KKK gibi zalim örgütlere alan açmaktan geri durmayacağını, bu örgütün ilk ortaya çıktığı döneme baktığımızda görüyoruz.
Amerika’da siyahlara ve ırkçılık karşıtlarına karşı en vahşi ve acımasız yöntemlerle saldırmaktan çekinmemiş olan KKK’nın varlığı Amerikan iç savaşının bitimine kadar dayanıyor. KKK Amerika’nın ilk ırkçı örgütü değildir ama varlığını bugüne kadar sürdürmüş, zaman zaman sönümlenmiş, fırsatını bulduğunda da yeniden dirilmiş, zaman zaman milyonlarca taraftar bulmuş bir örgüttür. Amerika’nın güneyindeki eyaletler iç savaş öncesinde büyük çiftliklerin ağırlıkta olduğu tarıma dayalı bir ekonomi yürütüyor ve köleliği savunuyorlardı. Bu çiftliklerde pamuk, tütün ve şeker kamışı yetiştiriliyordu. İşgücü ise Afrika’dan kaçırılarak getirilen siyah kölelerden oluşuyordu. Amerika’nın kuzeydeki eyaletleri ise sanayiye yönelmiş, köle emeği ortadan kaldırılmış, yeni kurulan eyaletlerde de kölelik yasaklanmaya başlanmıştı. Güneyin köle emeğine dayalı üretim tarzı ve plantasyonlardaki köle emeğinin getirdiği yüksek kârlılık, sanayileşme için yatırıma yönelmiş olan, ücretli işgücüne dayalı üretim yapan kuzeyli sermayeyi rahatsız ediyordu.
1860’larda 4 milyona ulaşmış olan siyah köleler, 30 milyonluk Amerikan nüfusuna oranla azınlıkta kalıyorlardı. Ayaklanma geleneği olmayan köleler, köleliği ortadan kaldırabilmek için “sahiplerine” karşı genel bir ayaklanmayı örgütlemiyor, daha çok köle oldukları yerden kaçmayı tercih ediyorlardı. ABD hükümeti de kuzeye kaçan köleleri güneydeki sahiplerine geri veriyordu. Bunlar çoğu zaman geride kalanlara ibret olsun diye ya asılıyor ya çok korkunç işkencelere maruz bırakılıyorlardı. Köle sahipleri, siyahları beyazlara hizmet etmek için yaratılmış yük hayvanları olarak görüyor, bu nedenle de isyan eden “yük hayvanlarını” kendilerine çaresizce boyun eğdirecek her türlü araca, aracıya ihtiyaç hissediyorlardı. Bu anlamda KKK ve benzeri terör örgütlerinden daha etkili bir araç bulamazlardı elbette.
1861 yılında köleliği de kaldıracağı sözünü veren Abraham Lincoln’ün bu sayede seçimi kazandığı iddia edilir. Lincoln’ün gerçek derdi kölelerin çektikleri acılar, kölelerin özgürlüğü, siyahlarla beyazların toplumsal eşitsizliği değildi. “Zencilerin” oy hakkı elde etmesi, jüri üyesi olması, devlet memuru olması, beyazlarla evlenmesi taraftarı olmadığını seçim konuşmalarında bile ifade etmekten çekinmiyordu. İşin aslı, güneyli plantasyon sahiplerinin haksız rekabetine son vermek için güneyde köleliğin kaldırılması kuzeyli sermayenin acil sorunlarından birisiydi!
Lincoln’ün seçimi kazanmasından bir yıl sonra güneydeki 11 eyalet (Karoline, Missisippi, Florida, Alabama, Teksas, Georgia, Louisiana, Virginia, Arkansas, Kuzey Karolina, Tennessee) Jefferson Davis başkanlığı altında yeni bir devlet kurarak güneyli Konfederasyonu oluşturdular. Güneyin bu hareketi bir anlamda kuzeye karşı savaş çağrısı idi. ABD’deki Konfederasyon ordusu köleliğin devam etmesi gerektiğini, beyazların üstünlüğünü savunuyordu. Ülkenin diğer kısmı Union (Birlik) tarafını oluşturuyordu. Bu iki devlet arasında 4 yıl süren (1861-1865) bir iç savaş başladı. Her iki tarafın da 4 yıl boyunca ciddi kayıplar verdiği bu iç savaşta güney savaşı kaybetti sonunda. Kuzeyin galibiyetinden birkaç gün sonra, Abraham Lincoln izlediği bir tiyatro oyunu sırasında John Wilkes Booth isimli güneyli bir aktör tarafından öldürüldü. Katil, iç savaş öncesinde kurulmuş ırkçı bir örgüt olan Altın Çember Şövalyeleri’nin (Knight of the Golden Circle) bir üyesiydi. Lincoln’ün ölümünden 6 ay sonra ABD’de kölelik yasaklanmıştı. İç savaş kölelik kurumunu hukuken ortadan kaldırdı ama güney eyaletlerinde azatlı kölelerin medeni ve siyasal hakları uzun süre verilmedi. ABD’de siyahlarla beyazların hukuken “eşit haklara” sahip olmaları için daha 100 yılı aşkın bir sürenin geçmesi gerekti.
İç savaş sonrası güneyde köleliğe dayalı tarım ekonomisi sona erdi. Savaş sonrası güneyli plantasyon sahiplerinin çiftliklerinde eski köleler aynı işlerde ücretli işçi olarak çalışmaya çok da gönüllü değillerdi. Eyaletler azatlı köleleri işgüçlerini eski efendilerine satmak zorunda bırakmaya çalışan “zenci yasaları” çıkardılar. KKK ve benzeri örgütler çeşitli terör yöntemleriyle baş kaldıran siyahları sindirerek plantasyon sahiplerinin çıkarları için mücadele verdiler. Savaşın bitiminin hemen ardından ortaya çıkan birçok ırkçı örgütten biri olan KKK, Altın Çember Şövalyelerinin bir uzantısı olarak ve bu örgütten unsurları çatısı altına toplayarak, 24 Aralık 1865’de eski Konfederasyon askerleri tarafından kurulmuştur. İlk kurulduğu zamanlar 4 milyon üyeye sahip olan bu örgütün üyeleri siyahlara karşı türlü şiddeti uyguluyor, siyahların gittiği okulları, kiliseleri bombalıyor, siyahları savunan beyazlara da aynı terörü uygulamaktan geri durmuyordu. Amaçları, iç savaş sonrası siyahlara tanınan hakları kullanmalarını ve özgürlüğe kavuşmalarını engellemek, özgürleşmiş olanları plantasyon sahipleri için tekrar köleleştirmekti. İçinde ABD’nin bazı politikacıları, bürokratları ve generallerinin de olduğu, siyahlara köle olmaktan başka bir yaşam şansı tanımak istemeyen bu zalim örgüt üyeleri yıllarca siyahlara işkence yaptılar, tecavüz ettiler, bazı siyahları hadım ettiler, bir kısmını katlettiler.
Faaliyetlerini engelleyen yasaların çıkmasından dolayı KKK, 1871 yılına kadar varlık gösterebildi. Buna “1. Klan” adı verildi. 1915’de “Clansman” (klan üyesi) kitabından uyarlanan “Bir Ulusun Doğuşu” filmiyle KKK tekrar gün yüzüne çıktı. Kendilerini bir nevi deklare ettikleri bu film, ırkçılık yaptığı gerekçesiyle eleştirilere konu olmuş ve birçok eyalette yasaklanmıştı. Bu filmle Klan’ın ABD’deki en soylu kuvvet olduğu propagandası yapılmış ve haçlı ordusuna benzetilmişti. 1920’lere gelindiğinde 5 milyon üyesi olduğu tahmin ediliyordu. Artık nefret yelpazesini büyütmüş olan KKK, siyahlarla yetinmiyor, Yahudileri, sendikacıları, komünistleri ve göçmenleri de nefretinin hedefine alıyordu. Geçmişte siyahlara saldırarak plantasyon sahiplerine hizmet eden bu örgüt, artık ağırlıklı olarak kapitalizm karşıtlarına ve mücadeleci işçi sınıfına da yöneltmişti terör silahını. 1924 yılında üye sayısıyla zirve yapmış olan “2. Klan” 1944 yılına kadar çeşitli terör eylemleriyle varlığını sürdürdü.
1928 yılında Washington’da 400 bin kişinin Klan üniformalarıyla ve Nazi ordusu düzeninde bir yürüyüş yapacağı kadar büyümüşlerdi. Bu dönemde Amerika’da yaygınlaşmaya başlamış olan KKK’nın 8 milyon üyesi olduğu tahmin ediliyor. 2. Dünya Savaşına kadar siyahlara ve ırkçılık karşıtlarına dönük olarak binlerce şiddet eylemi gerçekleştirmişlerdi. Bu faaliyetlerinin büyük bir kısmını zaman zaman açık yürütmekle beraber bazı dönemler gizli yürütmek durumunda kalmışlardı. 1930’da ekonomik kriz döneminde ve 1944 yıllarında bu örgüt pasif duruma geçmiş, 1950-1960’larda “3. Klan” olarak tekrar aktif olmaya başlamış, neo-Nazileri, aşırı sağcıları bünyesinde toplamaya koyulmuştu. 1990’larda ABD’nin güney eyaletlerinde 150 bin civarında destekçisi olduğu düşünülen bu örgütün, günümüzde daha fazla taraftarı olduğu düşünülüyor. Son yıllarda büyük eylemlere girişmemiş olsalar da görünür olmaya başladılar.
Köleliğin hukuksal olarak ortadan kaldırılmasıyla Amerikan toplumunda siyahlara karşı önyargılar bir anda ortadan kalkmadı. ABD’de yıllar boyunca siyahların daha aşağı bir ırk olduğu önyargısı devam etti. Siyahlar, beyazlarla aynı bölgelerde yaşayamadı, beyazların gittiği okullara gidemedi, aynı otobüste seyahat edemedi, aynı restoranda yemek yiyemedi, aynı sahilde denize giremedi... Bunları yapmaya kalkanlar her türlü şiddete maruz kaldı, hatta öldürüldü. Oysa siyahlar, beyazların olduğu her yerde vardılar ama ucuz işgücü olarak: Garson olarak, tarım işçisi, temizlik işçisi, inşaat işçisi olarak, hamal olarak, hizmetçi, dadı olarak... Siyahlar bu sorunları yaşarken siyahların eşitlik mücadelesinde birçok beyaz Amerikalı da yer aldı, çeşitli saldırılara maruz kalmak, hapse atılmak ve hatta öldürülmek pahasına! Siyahlar bugün beyazların sahip olduğu birçok hakkı elde etmelerine rağmen her yıl yüzlerce siyah, ırkçı Amerikan polisleri tarafından öldürülüyor. 2016 yılında bu sayı 505’ti! Gidişat öyle gösteriyor ki, önümüzdeki dönemlerde ırkçı sivil kişilerin terör eylemleriyle katledilen siyahların sayısı daha da artacak.
Bugün çeşitli aşırı sağ gruplar ve KKK gibi ırkçı örgütler yalnızca Trump’ın söylemlerinden cesaret almıyor, Trump ve ekibi tarafından el altından destekleniyor da. Nitekim yürüttüğü seçim kampanyasının hedef kitlesi içinde yer almış olanların Charlottesville’de gösterdikleri şiddet eylemini kınamaktan imtina eden Trump’ın, ırkçılarla arasına sözde bile olsa neden mesafe koyamadığını aile geçmişi gözler önüne seriyor. 1869’da Almanya’dan “fırsatlar ülkesi” ABD’ye göç etmiş olan büyükbabası, fırsatçılığın her türlüsünü göstererek Trump ailesinin bugünkü servetine giden yolu açıyor. Trump’ın babası Fred Trump, babasının açtığı yoldan giderken dönemin KKK gibi faşist güçlerini arkasına almaktan çekinmemişti. 1920’li yıllarda ABD’de yükselişe geçmiş olan KKK’ya üye olduğu için bir ara tutuklanmış, 2. Emperyalist Savaş sonrasında da New York Queens’de arsa alım-satım işi yaparken, ırkçılığını burada da gösterip siyahlara ev satmamıştır! 10 milyar dolarlık mal varlığı ile 20 yıl boyunca ABD’ye vergi vermediğini itiraf etmiş olan Donald Trump da babasına layık bir evlat olduğunu seçim kampanyasının Hitlervari “Make Amerika Great Again” (Amerika’yı Yeniden Büyük Yap) sloganıyla, ırkçı söylemleri ve yaptırımlarıyla yeterince ispatlamıştır. Seçim kampanyası boyunca ve seçildikten sonra göçmen ve Müslüman karşıtı söylemleriyle, cinsiyetçi gafları ve konuşmalarıyla, Meksika sınırına duvar projesiyle, ABD’deki camilerde Müslümanları fişletmesiyle, bazı Ortadoğu ve Afrika ülkelerinin vatandaşlarının ABD’ye girmesini engelleyen kararnameleriyle, Suriyeli mültecilerin ülkeye girişini engellemesiyle ve ırkçı eylemleri destekleyen tutumlarıyla çeşitli ırkçı ve aşırı sağ grupların sempatisini kazanmıştır.
Aşırı sağ ve ırkçı hareketlerin yükselmeye başladığı dönemler, kapitalist düzenin sallantıya geçtiği, daha büyük işçi ve emekçi kitlelerin günden güne kötüye giden yaşamlarından ve kötü yönetilmekten rahatsız oldukları dönemlerdir. Düzen güçleri, iktidarlarının altı oyulmaya başlayınca bu kötücül güçlerin önünü açmaya başlar. Umutsuzluğa düşmüş örgütsüz yığınların önüne birtakım “düşmanlar” koyup onları bu düşmana karşı seferber etmeye çalışır. Böylece onları faşist grupların kucağına doğru iter. Bugün de böylesi bir dönemden geçiyoruz. “Sermayenin dünya ölçeğinde işçi sınıfına ve diğer yoksul emekçi katmanlara karşı on yıllardır süren saldırılarıyla, bu sınıf ve katmanların çalışma ve yaşam koşullarında ve toplumsal gelirden aldıkları payda büyük bir erozyon yaşandı. Etkisi bir çırpıda hissedilmeyen bu saldırılar yıllar içinde küresel kapitalizmin ana üssü olan ABD’de de giderek katlanılması zorlaşan acı sonuçlar üretti. Bu sonuçlardan birisi, yoksullaşan beyaz işçi sınıfında oluşan ciddi bir mağduriyet duygusu ve biriken öfke oldu. Bu durumu fırsat bilen çeşitli meşrepten faşistler ve aşırı sağcılar, hiç kuşkusuz arkalarındaki gizli desteklerle, söz konusu duyguyu ırkçı doğrultuda körüklemeye başladılar. Böylece genişçe bir yoksul beyaz kesimde azınlıklara fazla tolerans gösterildiği ve bunların fazladan iyi duruma geldikleri, ama beyazların ezildiği, «ayrımcılığa uğradıkları» fikri yerleştirilmeye başlandı.” (Levent Toprak, Charlottesville Ne Anlatıyor?)
Ne var ki içinden geçtiğimiz dönemde faşist hareketlerin kitle tabanı genişlerken, tersi uç da güçleniyor. Bugün ABD’de daha fazla insan, özellikle de gençler giderek kapitalist düzenden daha fazla rahatsızlık duymaya, insanlığın kurtuluşunun öğretisi olan sosyalizme daha fazla yönelmeye başlıyor. Irkçı hareketlere karşı sokaklara akarak tepkilerini açığa çıkarıyor, ırkçıları geri püskürtüyorlar. Bu olumluluğun anlamlı bir güce ulaşması için işçi sınıfıyla buluşması zorunludur. Kapitalist egemenler yıkılmamak için kendi ordularını güçlendirmenin çabasındayken, işçi sınıfı cephesinin de çok gecikmeden kendi güçlerini toparlaması hayati bir önem taşıyor.
link: Aylin Dinç, Kapitalizm Ku Klux Klanlara Ne Zaman İhtiyaç Duyar?, 3 Eylül 2017, https://marksist.net/node/5863
İktidarın Kadın Düşmanlığı
Bakırköy Özgürlük Meydanından “Barış!” Sesi Yükseldi