Hatırlanacağı gibi 2006 yılında Terörle Mücadele Kanununda (TMK) yapılan bir değişiklikle 18 değil, “15 yaşın üzerindeki çocuklar hakkında açılan davalar da ağır ceza mahkemelerinde yargılanır” hükmü getirilmişti. Türk devleti o günden bu yana 3 binden fazla sayıda çocuğu bu yasa vesilesiyle çeşitli cezaevlerinde, çok ağır ve kötü koşullarda hapsetmiş bulunuyor. 2006 yılından bu yana polis bu yasaya dayanarak gösteri, yürüyüş ve eylemlere katılan Kürt çocuklarını gözaltına almaya başladı. Yaşları 12 ilâ 18 arasında değişen Kürt çocukları sadece gözaltına alınıp tutuklanmakla kalmadı. 1998 yılından bu yana 500’e yakın çocuk acımazsızca katledildi. Başbakan Erdoğan Kürtleri kastederek “çocuk ve kadın da olsa gereken yapılacaktır” diyerek, faşizan uygulamalara davetiye çıkartmıştı. Nitekim 2008 yılında Diyarbakır ve Batman’da gösteriler esnasında öldürülen 7 kişiden 3’ü çocuktu. Mardin Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz babasıyla birlikte kurşunlanarak katledildi. Cizre’de 12 yaşındaki Yahya Menekşe bir gösteri esnasında başından aldığı ağır darbe ile katledildi. Ve son olarak Eylül ayında Diyarbakır Lice kırsalında 12 yaşındaki Ceylan Önkol vücuduna isabet eden havan topu mermisiyle katledildi.
Böylece devletin inkâr ve imha siyaseti temelinde kangrene dönüştürdüğü Kürt sorununun ağır bir faturası da Kürt çocuklarına kesildi. Kürt çocukları yıllardır savaşın, baskının ve faşist uygulamaların gölgesinde büyüdüler. Sevdikleri insanların bir bir kaybedilmesine, asit kuyularına atılmasına, gözleri önünde katledilmesine şahit oldular. Bu çocukların yaşadıkları acılara sessiz kalması elbette düşünülemez. Gerçekleştirilen kitlesel gösterilere katılıp, yaşadıkları acıları dışa vuruyorlar. Örneğin başbakanın Kürt illerine yaptığı ziyareti sokaklara çıkıp protesto ettiler. Newroz gösterilerine yüz binlerle birlikte katıldılar. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasını veya cezaevinde kötü muamele görmesini kınayan yürüyüşlere katıldılar. Kürt halkının gençleri ve erişkinleri kadar çocuklar da politikada yaşanan gelişmelerle birlikte büyüyorlar.
Burjuva devlet çocuklara karşı baskı ve şiddetle birlikte psikolojik savaş uygulamaktan da geri durmadı. Amaçları çocukları “eli kanlı teröristler” olarak göstermekti. 2005 Newroz gösterileri sırasında kontr-gerilla güçleri çocukların eline Türk bayrağı vererek yerlerde sürüklemelerini teşvik ettiler. Adana ve Diyarbakır’da çocuklara para ve yiyecek vererek diğer çocuklara taş atmalarını sağladılar. Medyayı kullanan polis şefleri gösterilere katılan çocuklara eylemi bırakıp evlerine dönmeleri şartıyla Adana’da muz, Batman’da ayakkabı rüşveti teklif ettiler. Şefkatli polisin kameralar önünde yaptığı bu şovlar ileriki günlerde resmiyet kazanmaya başladı. Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı 400 milyon YTL’lik proje ile Diyarbakır’da “taş atma gol at”, Adıyaman’da “Kaykay pisti”, Batman’da “mahalle ligi” ve Siirt’te de “streetball şöleni” yapıldı. Eylemlere katılan çocukların “terör örgütünden” para aldığını söyleyen devlet yetkililerinin bizzat kendileri milyonlarca lira ile çocukların aklını çelecek uygulamalar düzenliyorlar.
Çocuklar Anlatıyor
Aslında hepsi birer çocuk olsalar da haklıyla haksızı birbirinden ayırt edebilecek olgunluğa çoktan ulaşmış Kürt çocukları. Birçoğu yakılan köylerin, göç ettirilen ailelerin çocukları. Hepsi işsizlik ve yoksulluk içinde büyüyor. Dilini konuşamamanın, kendini ifade edememenin acısını yaşıyor. Çocuklar dışarıda da içeride de devletin gerçek yüzünü çok çabuk görüyorlar. Radikal gazetesinin 2008 yılında Van’daki çocuklarla yaptığı bir röportajda 15 yaşındaki A.Ç. duygularını şöyle ifade ediyor: “Ablam şimdi hapiste. Onun kötü biri olduğunu düşünmüyorum. Neden hapiste olduğunu da anlamıyorum. Daha önce de taş attım. Bir defasında beni yakaladılar, çok dövdüler. Anama, bacıma küfrettiler. Ben onlara niye acıyayım.” Türk Tabipler Birliği’nin Nisan 2009 tarihli Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda Alıkonulan Çocukları İzleme Raporu, “taş atan çocukların” sağlık, beslenme, dinlenme, temizlik, eğitim haklarının kısıtlandığını belirtiyor. TTB üyeleri ile konuşan çocuklardan biri gözaltı ve tutuklanma anını “… Binaya sığındım. Yunus polisleri teslim ol dediler. Silah kabzası ile kafama vurdular. Kafama dikiş attılar. Mahkemeye kanlı elbiselerimle çıktım” diyerek anlatıyor. Bir başka çocuk tutukluluk sürecinde yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Çocuk Şubesinde kendine istihbarattanım diyen korkunç dev gibi adamlar geldiler. Terörle Mücadeleye gece on ikide götürdüler. Sürekli dayak, dayak… Soğuk su döktüler…” İHD Adana Şubesinde çocukların annelerinin de katıldığı basın açıklamasında İHD Şube Başakanı Ethem Açıkalın, “Bu çocukların eylemlere katıldıkları ve slogan attıkları yönünde delil bulunmamaktadır. Tek delil polis tutanaklarıdır” dedi. Açıkalın’ın, 8 çocuğun top oynadıktan sonra evlerine dönerken “atletleri ıslak, kalp atışları hızlı” gibi gerekçelerle gözaltına alındıklarını vurgulaması da gösteriyor ki, polis adeta sokaklardan çocuk toplayarak görevini yerine getiriyor.
2006 yılından bu yana, olaylara katıldığı, polislere taş attığı, örgüt üyesi olduğu ve örgüt propagandası yaptığı gerekçesiyle 12-18 yaş arası 3 bine yakın Kürt çocuk yargılandı. Bu çocuklardan 147’si hakkında toplam 373 yıl hapis cezası verildi. Kimi çocuklar 13,5 yıl ceza alırken kimisi de 25 yıl gibi rekor cezalar aldı. Oysa TC’nin altına imza attığı sözleşmeler 18 yaşından küçüklerin ağır ceza mahkemelerinde yargılanamayacağını söylüyor. Türkiye’nin de imzacısı olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 37. maddesinde, “hiçbir çocuğun, işkence veya diğer zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve cezaya tâbi tutulamayacağı”, “çocukların yasadışı veya keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacakları” belirtiliyor. Fakat söz konusu Kürt sorunu olunca, yasalar, anlaşmalar, sözleşmeler, kâğıt üstünde demokratik bir süsten öteye gitmiyor. Günlük yaşamda OHAL’i hatırlatan binlerce uygulama ile Kürt çocuklar keyfi şekilde tutuklanıyor, işkence görüyor ve ağır ceza mahkemelerinde yargılanıyor.
Onlar yoksul Kürt çocukları. Daha doğuştan kördüğüm olmuş bir sorunla birlikte büyüyorlar. Devletin “sözde vatandaşları”, 86 yıllık modern cumhuriyetin ikinci sınıf insanları.
“Taş Değil Yürekti Ellerindeki”
AKP hükümeti Kürt sorunu konusunda bir adım ileri iki adım geri siyaseti izlemeye devam ediyor. Hükümet bir yandan “demokratik açılım”dan söz ederken öbür yandan sınır ötesi tezkereye onay vermek, DTP milletvekillerinin ifadelerini zorla almaya çalışmak, Kürtçe üzerindeki siyasi yasaklar ve Kürt basınının susturulması gibi anti-demokratik uygulamalardan geri durmuyor.
Çocuğu ile erişkini ile Kürt halkı Kürt sorununu demokratik zeminde çözecek adımların arkasında olacağını yıllardır ifade ediyor. Savaşın ve baskının son bulmasını, kimliğinin ve siyasi haklarının tanınmasını bekliyor. Defalarca uzattığı barış eli sürekli havada kalmasına rağmen AKP tarafından başlatılan “açılım” projesine ilk destek yine DTP’den geldi. Fakat aradan geçen zamana rağmen ciddi bir adım atılmış değil. TMK’da yapılacak değişiklikle terör suçlarında yargılama yaşını 15’ten 18’e çıkaracağını ilan eden hükümet, daha ileri adımlar atmaya cesaret edemiyor.
Terörle Mücadele Kanununda yapılacak ufak değişiklik yetmez, bu kanun tamamen kaldırılmalıdır. Kürt çocuklarının yeni düzenlemeyle yargılanması değil, tümünün serbest kalması sağlanmalıdır. Çocuklara işkence edenler derhal yargılanmalıdır. Çocukları katleden sorumlular cezalandırılmalıdır. Tüm bunların olabilmesi ve barış adımlarının atılması, işçi sınıfının Kürt halkı ile dayanışma içinde olmasına bağlıdır.
link: Adil Aksu, Kürt Çocuklarına Özgürlük, 1 Kasım 2009, https://marksist.net/node/2313
Kendini Değil Kapitalizmi Öldür!
40 Milyon Litre Süt Sokağa Döküldü