“Bedava yaşıyoruz, bedava
Hava bedava, bulut bedava
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava”
Şairin bu dizeleri yazdığı zamandan bu yana köprünün altından çok sular aktı. Gölgesini satamadığı ağacı bile kesen kapitalizmin suyu da metalaştırmasının üzerinden yıllar geçti. Artık su bedava değil, havanın meta haline getirilmesine de az kaldı! Canlılığın ve uygarlığın kaynağı olan su, diğer doğal kaynaklar gibi kapitalizmin kurbanı oldu. Günlük kullanımdan sağlığa, sanayiden tarıma kadar her alanda kullanılan su yaşamın vazgeçilemez unsurlarından biridir. Örneğin bir otomobil üretmek için 300-400 ton suya, bir ton çelik üretimi içinse 240 ton suya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yüzden su sermayenin iştahını bir hayli kabartan bir meta haline gelmiştir. Su pazarından elde edilen kâr yıllık bir trilyon doları geçmiştir ki, bu, petrol sanayiinden elde edilen kârın nerdeyse yarısı demektir. Üstelik dünyada kullanılan suyun sadece yüzde beşi özelleştirilmiştir henüz. Hal böyle olunca sudan elde edecekleri tatlı kârları gören uluslararası dev tekeller, bütün su kaynaklarının özelleştirilmesi için gerekli hazırlıkları dünya çapında örgütleme derdindeler.
16-22 Mart tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen 5. Dünya Su Forumu da bu hazırlığın bir ayağını oluşturuyor. Üç yılda bir yapılan toplantılar daha önce Fas, Hollanda, Japonya ve Meksika’da yapılmıştı. Bu forumu organize eden Dünya Su Konseyi 1996 yılında kurulmuş olsa da tarihi çok daha eskilere uzanıyor. Dünya Su Konseyinin kurulmasında rolü olan Uluslararası Su Kaynakları Kurumu (IWRA) 1972 yılında kuruldu. Tekelci sermaye Birleşmiş Milletler’in yanı sıra bu kurumu kullanarak, daha o günlerden itibaren “su kaynaklarının kıtlığı” propagandasıyla ideolojik bir kampanya başlatmış ve su kaynaklarının ve dağıtımının özelleştirilmesinin zeminini döşemiştir. Neo-liberalizm rüzgârlarının esmeye başladığı 70’li yıllarda eğitim, sağlık vb. alanlara gözünü diken mali sermaye, devletin arz ettiği suyun başını tutmak için ilk konferansını 1977 yılında düzenlemiştir.
1992 yılında Dublin’de alınan “su bütün kullanımları dahilinde bir ekonomik değerdir ve ekonomik mal olarak kabul edilmelidir” kararı, sermayenin suya hangi gözle baktığını gösteriyor. 1995’te ise Dünya Su Konseyinin kurulması kararlaştırılmıştır. Konsey misyonunu “dünya kamuoyu ve en üst karar alma düzeyleri dahil, her ortamda suyla ilgili kritik konularda bilinç ve duyarlılığı geliştirmek, global su kaynaklarının her boyutta, yeryüzünde yaşayan bütün canlıların yararına olacak biçimde etkin korunmasını, geliştirilmesini, planlanmasını, yönetilmesini ve kullanılmasını güvenceye almak” olarak deklare ediyor. Ancak Konseyin bu güne kadarki faaliyetlerine ve arkasında duran güçlere bakıldığında asıl amacının su sıkıntısına çözüm bulmak olmadığı açıkça görülüyor. Konseyin kurucuları ve yöneticileri arasında su, enerji, inşaat ve finans sektöründe faaliyet gösteren çok sayıda kapitalist işletme yer alıyor. Bunun yanı sıra Guvernörler Heyeti adı verilen konsey yönetiminde Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı gibi kapitalizmin bildik düzen kurumları var. Devlet tekeli dışındaki su pazarının %70’ini elinde bulunduran uluslararası iki su tekeli Suez ve Vivendi, Konseyin politikalarını ve faaliyetlerini belirliyor. Dünya Bankası kredi verme şartı olarak su kaynaklarının ve işletmelerinin özelleştirilmesini ön şart olarak koyuyor ve bu pastadan aslan payını da tabii ki söz konusu su tekelleri alıyor. Dünya Su Konseyi ile birlikte emperyalist düzenin bu kurumlarının ortaklaşa yürüttüğü politikalar su tekellerinin kasalarını doldururken, milyonlarca yoksulun temiz suya ulaşamamasına sebep oluyor. Dolayısıyla, suyu sorun haline getirenlerin su sorununa çözüm üretmek için İstanbul’da bir araya geldiklerini düşünmek saflık olur.
Suyu sorun haline getirenler çözüm bulabilirler mi?
Su işletmelerinin tekeller tarafından satın alındığı birkaç ülkeden verilecek örnekler durumun vahametini ortaya koyuyor. Güney Afrika’da su kaynaklarının özelleştirilmesinden sonra suya yüksek oranda yapılan zamlar sebebiyle yüz binlerce insan temiz suya erişemedi. Bu sebeple baş gösteren kolera salgınından on binlerce insan etkilendi, 250 kişi ise yaşamını yitirdi. Arjantin, Meksika, Bolivya gibi Latin Amerika ülkelerinde su dağıtımını ele geçiren tekeller hem su fiyatlarını 2-3 kat arttırdılar, hem de bu kadar pahalıya sattıkları suyun temiz ve sağlıklı bir biçimde halka ulaşması için hiçbir yatırım yapmadılar. Su kaynaklarının özelleştirilmesi o dereceye vardı ki, Latin Amerika’da çatılardan akan yağmur sularının toplanması bile yasaklandı. İngiltere, Kanada ve Fransa gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde de durum farklı değil. Bu ülkelerde de suyun özelleştirilmesiyle birlikte hem suyun fiyatı arttı, hem de kirliliği. Kapitalist su politikaları bu hızla devam ederse muhtemelen yakın zamanda “sudan ucuz” deyiminin yerini “sudan pahalı” deyimi alacaktır.
Türkiye’de de suyun özelleştirilmesi gündemdedir ve kısmen de olsa su kaynakları ve dağıtımı özelleştirilmiştir. Antalya, İzmit ve İzmir’de su işletmeleri Türk firmalarıyla birlikte çokuluslu tekellere devredilmiştir. Ortadoğu coğrafyasında kritik bir konuma sahip olan Türkiye neo-liberal su politikaları için pilot bölge olarak seçilmiştir. 5. Dünya Su Forumunun İstanbul’da yapılmasının ardında bu gerçeklik yatmaktadır. Bu seneki forumun “Farklılıkların Suda Yakınlaşması” gibi cafcaflı bir temaya sahip olması da, amacının su sorununa uluslararası çapta çözüm bulmak ve su sorununa dikkat çekmek olarak lanse edilmesi de asıl niyeti gizlemeye yetmiyor. Aynı zamanda bir su tekelinin yöneticisi olan Dünya Su Konseyi başkanı Loic Fauchon, “insanlar su faturalarına, cep telefonu faturası kadar ya da otomobillerine aldıkları benzinin yüzde 5’i kadar ödeme yapmayı göze aldıklarında hiçbir sorun kalmayacaktır” diyerek, 5. Dünya Su Forumunun asıl amacının su kaynaklarının özelleştirilmesi olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
İstanbul’da düzenlenen 5. Dünya Su Forumu’na 92 ülkeden 33 bin kişi katıldı. Forum, cumhurbaşkanlarından kraliyet ailesi mensuplarına, bakanlardan başbakanlara, belediye başkanlarından parlamenterlere yüzlerce kapitalisti bir araya getirdi. Bileşenlerin mahiyeti forumun asıl hedefinin ne olduğunu su yüzüne çıkarıyor. Forumun dikkat çeken yanlarından biri katılımcılar arasında çok sayıda enerji ve inşaat şirketinin olmasıydı. Zaten en çok konuşulan konular baraj yapımı ile ilgiliydi. Eski simyacılara rahmet okutan emperyalist simyacılar, yeni projelerinin yanı sıra su sorunu ile ilgili verilere de dikkat çektiler. Forumda açıklanan Dünya Su Kalkınma Raporuna göre, her 17 saniyede bir çocuk ishal nedeniyle yaşamını yitiriyor, tatlı suya talep her yıl 64 milyar metreküp artıyor. Yine Rapora göre, 3 milyarlık nüfus artışının yüzde 90’ı suyun kıt olduğu gelişmekte olan ülkelerde olacak. Yerel yöneticilerden devlet başkanlarına, akademisyenlerden üst düzey şirket yöneticilerine kadar forumda söz alan bütün düzen temsilcileri, suyun insanlık için çok önemli olduğundan, az gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen suyun yetersiz olduğundan, önlem alınmazsa 2025 yılında dünyanın üçte ikisinin su sıkıntısı çekeceğinden, su kaynaklarının dünya üzerinde eşitsiz dağıldığından, su kullanımında özenli olmak gerektiğinden, tasarruf yapılarak su kıtlığının azaltılabileceğinden dem vurdu.
Su sorunu bu kadar çarpıcı bir biçimde vurgulansa da sorunun nedeni ve çözümü hakkında suya sabuna dokunmayan şeyler söylendi. Düzenin kurumlarından böyle bir şey beklenemez elbette. Tersine forumun asıl amacının suyun daha fazla ticarileştirilmesi olduğunu kanıtlayacak açıklamalar yapıldı. Zaten suyla ilgili sorunların bu kadar detaylı verilmesi ve acil çözüm bulunmasının dillendirilmesi neo-liberal su politikalarının gerekliliğini kanıtlamaya yöneliktir. Amaç suyun kıymetini artırıp daha fazla parayı cebe indirmektir. Yoksa yoksulların yaşadığı su sıkıntısı bu ikiyüzlü burjuvaların umurlarında bile değildir. Örneğin, forumda konuşan Loic Fauchon, “Nüfus artarken eko sistemi, bio çeşitliliği korumak, su havzalarının yeterli kalitede kalmasını sağlamak ve sonraki kuşağa aktarılmasını sağlamak zorundayız. 6 milyar nüfusu beslemek, gıda sorununu çözmek, yaşam standardını geliştirmek, bütün bunlar için suya ihtiyacımız var. Kentlerde suya ihtiyaç var, su tüketimi var. Bazı kentler gelecek yıllarda belli sınırları aşmış olacaklar. Belli hastalıkların ortaya çıktığı görülecek” dedi. “Bugün su bütçesinin askeri bütçenin önüne geçmesi gerekiyor. Mutlaka gerçek fiyatlara dayanan, şeffaf olan fiyatları yapmalıyız. Su hizmetlerinin vatandaşa bir bedeli vardır, bunun karşılığı ödenmelidir demeliyiz” diyerek sözlerine devam eden Fauchon, böylece ağzındaki baklayı da çıkarmış oldu: Su sıkıntısını çözeriz, ama önce vezneye uğrayınız! Parası olanın temiz su derdi olmayacaktır. Burjuva düzenin kurumlarından başka bir çözüm beklenemezdi zaten.
Aynı gün söz alan İstanbul belediye başkanı Kadir Topbaş da su sorunuyla ilgili istatistikler verdikten sonra, “4 kişilik bir aile, musluğun gereksiz yere akmasına izin vermeyerek, kısa duş alarak, bulaşıklarını makinede yıkayarak, güneş battıktan sonra bahçe sulayarak, 1 yılda 140 ton su tasarrufu yapabiliyor. Biz İstanbul’da bu uygulama ile en kurak geçen 3 ayda 18 milyon ton yani bir baraj dolusu su tasarruf ettik” dedi. Vatandaşın su tasarrufu yapması gerektiğinden bahseden Topbaş, devletin açtığı golf sahalarının ne kadar su tükettiğinden bahsetmiyor ne hikmetse. Günlük su ihtiyacı ortalama iki bin ton olan bir golf sahası bir yılda ortalama 20 bin insanın su ihtiyacını tüketiyor. Antalya ve İstanbul’daki toplam 13 golf sahasının harcadığı su miktarı Ankara’nın yaz aylarında günlük su ihtiyacının kırkta birinden fazlasına, İstanbul’un ise seksende birine denk düşüyor. Buna rağmen yeni golf sahalarının açılması planlanıyor. İşçi ve emekçiler zorunlu ihtiyaçlarından feragat edip su tasarrufu yapacak, keyiflerine düşkün burjuvalarımızsa golf oynayacak.
Suyumuzu bulandıran kapitalizmi yıkalım
Dünya Su Forumunun niyetinin suyun ticarileştirilmesi ve kâr alanı haline getirilmesi olduğunu dile getirenler, forum boyunca protesto gösterileri ve alternatif etkinlikler düzenlediler. Forumun başlamasından bir gün önce (15 Mart) sendikalar, meslek odaları ve çeşitli siyasi çevrelerden oluşan Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformunun Kadıköy’de düzenlediği mitinge binlerce kişi katıldı. “Sermaye Elini Suyumdan Çek” şiarıyla bir araya gelen binlerce kişi, en yaşamsal haklardan biri olan su hakkının tekellerin çıkarlarına alet edilmesini protesto etti. Platform, forumun başladığı gün ise “Su hayattır satılamaz”, “Herkese yeterli su” sloganlarıyla forumu protesto etti. Ancak bu sefer eylemcilere polisin müdahalesi sert oldu ve 26 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan iki yabancı uyruklu eylemci ise apar topar sınır dışı edildi. Sözde su sorununa çözüm aranan forumda polisin göstericilere tonlarca tazyikli su sıkması ise ironikti.
Dünya Su Forumunun “meşru ve demokratik” olmadığını savunan 67 ülkeden çeşitli sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ise alternatif bir forum düzenlediler. Alternatif forumda, “su kaynaklarının yönetimi en az ekonomik ihtiyaçlar kadar, toplumsal eşitlik ile ekolojik ihtiyaçları gözeterek uzun vadeli şekilde planlanmalı” görüşü öne çıkarıldı. Kuşkusuz bu talebin kapitalizm altında hayata geçirilemeyeceğini gözlerden kaçırmamak gerekiyor. Zira toplumsal eşitlik ve ekolojik ihtiyaçları gözetseydi, kapitalizm kapitalizm olmaktan çıkardı.
Bir hafta süren 5. Dünya Su Forumu sona erdi, ama milyonlarca insanın su sıkıntısı devam ediyor. Bu forumdan sonra suyla ilgili sorunlar azalmak bir yana, daha da artacaktır. Üç yıl önce Meksika’da yapılan forumdan sonra su işletmeleri özelleştirilmiş ve temiz suya erişemeyen yoksul halk ciddi sağlık sorunlarıyla boğuşmak zorunda kalmıştı. İstanbul forumunda da sermaye sınıfı, “mavi altın” dediği suyu kâra dönüştürecek yeni projeleri masaya yatırmıştır. Bundan sonra işçi ve emekçilerin “temiz” su için daha kabarık faturalar ödeyecekleri günlerin kapıda olduğu su götürmez bir gerçek!
Kapitalist iktisadın temeli olan “kaynaklar sınırlıdır, insan ihtiyaçları ise sonsuz” anlayışı, suya da damgasını vurmuştur. Kendi yarattığı sorunlardan ekonomik çıkar sağlamak peşindedir kapitalizm. Dünyadaki su kaynaklarının giderek azalmasının tek sorumlusu, kâr uğruna doğal kaynakları acımasızca talan eden kapitalist sistemdir. Üstelik mevcut kaynaklar tüm dünya nüfusuna yetecek kadar su sağlamasına rağmen, kapitalizmin anarşik ve eşitsiz doğası yüzünden 1,5 milyar insan temiz su bulamıyor. Oysaki doğal kaynakların tüm insanlığın ortak çıkarlarına göre kullanıldığı sosyalist düzende insanlığın su sorunu olmayacaktır. O halde tek alternatif, suyumuzu bulandıran kapitalizmi yıkmaktır!
link: Suphi Koray, Sermaye Elini Suyumuzdan Çek!, 16 Nisan 2009, https://marksist.net/node/2088
Çürüyen Kapitalizm İnsanı da Çürütüyor
Kapitalist Kriz Derinleşiyor