Kapitalizmin geç girdiği ve sancılı bir biçimde geliştiği Türkiye’de, tüm kurumlarıyla olağan işleyen burjuva parlamenter demokrasi tam anlamıyla hayat bulmadı. Türkiye kapitalizminin çelişkileri ve özgünlüğü, siyasi ve toplumsal alandaki çarpıklıkları derinleştirdi, yeni çarpıklıklar yarattı. Her alanda olduğu gibi eğitim alanında da bu çarpıklıklar yansımasını buldu. Ancak AKP’nin iktidara gelişi, çatışma içinde olduğu burjuva güçleri eze eze yükselişi, otoriterleşme eğilimine girmesi ve en nihayet totaliter bir rejim inşa etmesi, eğitim alanını daha önce hiç görülmedik biçimde değiştirdi. Olağanüstü bir rejim inşa eden AKP-Erdoğan iktidarı eğitim alanını bu rejimin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden dizayn etti. Eğitim sistemindeki her adım ve her geri adım bunun için atıldı. Kısaca sıbyan okulları olarak adlandırılan ve 4-6 yaş grubundaki çocukları hedef alan “Kuran Kursları Okul Öncesi Din Eğitimi Projesi” de aynı hedef doğrultusunda gündeme getirildi. Türk-İslam tipi totaliter rejimin sağlamlaştırılması ve ömrünün uzatılması için işlevli bir proje olarak hayata geçirildi.
Türkiye’de yapboz tahtasına çevrilen eğitim sisteminin uluslararası kriterlere göre başarısız olduğu ortadadır. Lakin AKP “ufak tefek eksikliklere rağmen” bu alandan istediği verimi almaktadır. Her yanda pıtrak gibi bitiveren sıbyan okulları, bu okulların öğrenci sayısı ve öğrenciler üzerindeki etkisi bu “verimin” kanıtıdır. Toplumu kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirebilmek için kadınları, gençleri zaten çoktandır hedefine koymuş bulunan iktidar, kundaktan yeni çıkmış bebelere de aynı gözle bakmaktadır! İktidar sadece bugünü değil, geleceği de kendi tahayyüllerine göre biçimlendirmekte kararlıdır. İşte bu nedenle yaşam yolunun henüz ilk adımlarını atan körpecik çocukları “sıbyan okulları” projesiyle tarikatların ve cemaatlerin kucağına itmekten; körleştirici, felçleştirici, yıkıcı bir eğitimle zehirlemekten çekinmemektedir.
Osmanlı mirası sıbyan okulları
AKP çevreleri, yandaş tarikatlar ve cemaatler sıbyan okullarının Osmanlı’nın mirası olduğunu ileri sürüyorlar. İhtişamlı Osmanlı’nın eğitim sisteminin temelinde sıbyan okulları olduğunu söylüyorlar. Osmanlı’nın azametine ulaşmak isteyen Türkiye’nin çocuk eğitimine aynı anlayışla yaklaşması gerektiğini söylüyorlar. Milliyetçilikle ve dindarlık kisvesi altında kindarlıkla zehirledikleri yoksul işçi ve emekçi kitlelerin duygularını okşayarak sıbyan okullarını meşrulaştırmaya, yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Osmanlı’da 4 yıl 4 ay 4 gününü dolduran çocukların âmin alaylarıyla yürütülerek camiye gittiklerini, o yaşta Kuran öğrendiklerini, eğitildiklerini anlatarak aynı şeyin bugün de yapılmasında bir acayiplik olmadığını söylüyorlar. Asyatik-despotik devlet yapısı altında milyonlarca emekçinin sefalet ve cehalet içinde inim inim inlemesini yok sayarak Osmanlı’daki ecdatlarımızın eğitimdeki üstünlüğünden dem vuruyorlar. O döneme ilişkin olarak efsane üstüne efsane anlatıyor, cumhuriyet döneminin bu “gerçekleri” unutturduğunu iddia ediyorlar. İşi sorgusuz sualsiz iktidarın politikalarının şakşakçılığını yapmak olan kalemşorlar, çeşitli tarikatlardan hocaefendiler, Milli Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerinde görevli pek münevver bürokratlar, 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla kaldırılan sıbyan okullarının yeniden açılmasını “zafer” ve “öze dönmek” olarak nitelendiriyorlar.
Osmanlı’nın o ihtişamlı günlerinin üzerinden yüzyıllar geçmişken, dünya bambaşka bir dünya haline gelmişken, “eğitim” konusu bambaşka bir niteliğe bürünmüşken hâlâ Osmanlı masalları anlatılıyor olması boşuna değildir. Bu söylemler ve uygulamalarla totaliter rejim itaatkâr, kanaatkâr, kindar, mukadderatçı, mukaddesatçı nesiller yetiştirme hedefini adım adım hayata geçiriyor. Türk-İslam tipi faşizmin ideolojisini bilinçlere nakşetmeye çalışıyor. Diyanet İşleri Başkanlığının henüz konuşmayı yeni öğrenen minicik çocukları hedef alan bu projesi kapsamında Türkiye’nin dört bir yanında on binlerce çocuk sıbyan okullarında totaliter iktidarın “eğitiminden” geçirilerek zehirleniyor.
“Nereden nereye geldiğimizi müşahede ediyoruz”
1997 yılında Sincan caddelerindeki tanklarla hafızalara kazınan 28 Şubat darbesiyle kesintisiz 8 yıllık eğitim zorunluluğu getirilmiş, imam-hatip okullarının orta kısımları kapatılmıştı. Ardından Kuran kurslarına gönderilen çocuklar için yaş sınırlaması getirilmiş; kışın 15, yazın 12 yaşından küçük çocukların Kuran kurslarına gönderilmesi yasaklanmıştı. Bu yasağa rağmen AKP’nin iktidara gelmesiyle tarikatlar ve cemaatler hızla işe giriştiler ve mahalle aralarında çok sayıda sıbyan okulu açtılar. Yoksul ailelerin çocuklarını onlara bakacakları, din eğitimi verecekleri ve Kuran öğretecekleri bahanesiyle bu okullara topladılar. Bu “okullar” eğitime uygun altyapısı olmayan yerlerde pıtrak gibi çoğaldı. Çoğu durumda orada bir “okul” olduğu sadece kapının önündeki düzine düzine minik ayakkabıyla anlaşıldı.
Yoksul emekçi aileler, gecekondulardaki, apartman dairelerindeki, cami yanlarındaki sıbyan okullarını kurtuluş olarak gördüler. Artan yoksulluk, kadınların çalışma yaşamına katılması, toplumun bakış açısındaki değişim, tarikat ve cemaatlerin aktif çalışması, okul öncesi eğitimin yetersiz ve pahalı olması gibi faktörler sıbyan okullarını neredeyse tek alternatif haline getirdi. Özellikle kreş parasını karşılayamayan çalışan kadınlar 2-3 yaşından itibaren evlatlarını sıbyan okullarına verdiler. Bazısı kreş görünümünde, bazısı bir tabelası olmadan açılan sıbyan okulları, hükümetin göz yumması ve alttan alta teşvik etmesiyle uzun bir süre yasa dışı olarak faaliyet gösterdi. Ancak bu durum 2013’te değişti. Art arda yapılan düzenlemelerle sıbyan okulları “vatana, millete hayırlı evlatlar yetiştirmek”, “istenilen kıvamda yeni bir toplum inşa etmek” üzere yasal hale getirildi. 28 Şubat’ın intikamı bir de böyle alındı.
AKP’nin planlarına göre 2009-2010 eğitim-öğretim yılında pilot illerde hayata geçirilen ve okul öncesi eğitimi zorunlu kılan uygulama 2014’de tüm ülkeye yaygınlaştırılacaktı. Fakat 2012 yılında bu uygulama kaldırıldı. Toplumun çok çeşitli kesimlerinden ve velilerden yükselen itirazlara rağmen eğitim sisteminde 4+4+4 uygulaması yürürlüğe konuldu, 60-66 aylık çocuklara okula başlama zorunluluğu getirildi. Ancak bir sene sonra okula başlama yaşı 66 aya yükseltildi. 4-6 yaşındaki çocuklarınsa okul öncesi eğitime yönlendirileceği açıklandı. AKP iktidarının okul öncesi eğitimden kastının ne olduğu aslında gayet açıktı. Çünkü bu arada 2011’de Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda değişiklik yapılmış, Kuran kursuna gidecek çocuklar için yaş sınırlaması kaldırılmıştı. Bir sene sonra Kuran Eğitim ve Öğretimine Yönelik Kurslar ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliğinde de aynı yönde değişiklik yapıldı. MEB’in bu kurslar üzerindeki denetim yetkisine son verildi, yetki Diyanet İşleri Başkanlığına (DİB) devredildi. Böylelikle DİB, 4-6 yaş grubundaki çocuklara yönelik sıbyan okulu projesini hayata geçirdi.
2013-2014 eğitim-öğretim yılında pilot olarak seçilen 10 ilde “Kuran Kursları Okul Öncesi Din Eğitimi Projesi” başlatıldı. Proje kapsamında, 12 saati din eğitimi, 6 saati Kuran okuma olmak üzere haftalık 18 saatlik ders verilmesi ve programın toplam 8 ay sürmesi planlandı. Çocuklara verilecek eğitim programını hazırlamak üzere 15 kişilik bir komisyon görevlendirildi. Tam da AKP-Erdoğan iktidarının meşrebine uygun biçimde bu komisyonda sadece bir pedagog yer alıyor. Geri kalan 14 kişi içinde iki okul öncesi eğitim öğretmeni, DİB’ten 5 kişi, ilahiyat fakültelerinden iki kişi, imam-hatip ve Kuran kursu öğreticilerinden üç kişi bulunuyor. Uzmanlığı kendinden menkul bu komisyonun çalışmaları denetlenmiyor. Sıbyan okulunda öğretici olmak içinse Çocuk Gelişimi ve Etkinlikleri Sertifikası sahibi olmak, DİB’in belirlediği sertifika programlarına katılmak ve belge almak yeterli. Bu nedenle pedagoji üzerine hiçbir bilgisi, deneyimi, eğitimi olmayan müftü ve cami imamı eşleri, tarikat ve cemaatlerin belirlediği kişiler sıbyan okullarında öğretici olabiliyor. İktidara en yakın tarikatlar en çok okul açan ve en çok üyesini bu kurslarda istihdam ettiren tarikatlar olarak öne çıkıyor, kendi yandaşlarına istihdam olanağı sağlıyor.
Altyapısıyla, programıyla, öğreticisiyle pilot uygulamanın “başarısı” bir yıl gibi kısa bir sürede açığa çıkmış olacak ki DİB’in bu projesi başka hiçbir değerlendirmeye gerek duyulmaksızın 2014-2015 eğitim-öğretim yılında ülke genelinde uygulanmaya başladı ve yüzlerce sıbyan mektebi açıldı. Tarikat ve cemaatler büyük bir şevkle işe girişti. Aileleri çocuklarını sıbyan okullarına vermek için teşvik etmek üzere özel çalışmalar yapıldı. Sıbyan okulları MEB’e bağlı kreşlerin ve özel anaokulların yarı fiyatına “hizmet” verdi. Ders saatleri normal kreşlere göre daha uzun tutuldu. Çocuğunu zamanında alamayan ailelere esneklik gösterildi, ders saatleri daha da uzatıldı. Her mahalleye çok sayıda sıbyan okulu açarak ailelerin çocuklarını getirip götürmesi kolaylaştırıldı. Çocuklara yemek ve servis sağlandı. Vakıflar, dernekler, belediyeler devreye sokuldu; tarikatın, cemaatin hükümete yakınlığına bağlı olarak alınan teşvikler ve bağışlar sayesinde maddi gücü zayıf ailelerin çocuklarına ücretsiz kurs verildi. Milli Eğitim Müdürlükleri, aileleri çocuklarını anaokulu ve kreş yerine Kuran kurslarına yani sıbyan okullarına gönderebileceği konusunda “bilgilendirdi”. Belediyelerin bu kurslara tahsis ettiği arazilerin, binaların sonu gelmedi, sıbyan okullarının sayısı daha da arttı. Açılış törenlerinde, veli toplantılarında, yılsonu gösterilerinde coşkulu konuşmalar yapıldı. Tam bir zafer havası içinde 28 Şubat zihniyeti lanetlendi. İçinden geçtiğimiz süreçte Türkiye’nin altın çağını yaşadığı, hem dışarıda hem de içeride büyük zaferlere imza attığı, milletin artık çocuğunu Kuran kursuna gönderebildiği, hükümetin bu konuda bütün imkânlarını seferber ettiği anlatıldı.
Bir emekli müftü, yılsonu müsamere programında ailelere “nereden nereye geldiğimizi hep birlikte müşahede ediyoruz” diyerek bu hükümete sahip çıkma çağrısında bulundu. Süleymaniye Kuran Kursu yılsonu programındaysa, AKP’li Turhal Belediye Başkanı Yılmaz Bekler, “Bir zamanlar çocuklarımızı 15 yaşına kadar Kuran kurslarına bile gönderemiyorduk. Şimdi ise 4 yaşındaki çocuklarımız için camilerde Kuran kursu açılabiliyorsa, eve gider gitmez 2 rekât şükür namazı kılalım, avuçlarımızın içi karıncalanıncaya kadar dua edelim” diyerek iktidara minnetini dile getirdi. Her fırsatta “artık küçücük bebelere bile dinimizin, yerli ve milli kültürümüzün, ecdadımız Osmanlı’nın öğretilebildiği” günümüz eğitim sisteminden gurur duymak gerektiği telkin edildi. Dindar ve muhafazakâr emekçiler, bu imkânları kaybetmemek için çabalamaya çağrıldı, iktidarın arkasında konsolide edildi.
“Çocuklarımızı kim, hangi beşiklerde uyutuyor?”
Yeni Akit gazetesinde yayınlanan “Kreş mi dediniz, Allah korusun!” başlıklı yazısında Abdurrahman Dilipak şöyle diyordu: “Sahi, düşünsenize, bizim çocuklarımızı kim, hangi beşiklerde uyutuyorlar, kimler, onların kulaklarına hangi şarkıları söylüyorlar?” Söz konusu yazısında Dilipak, ailelere çocuklarını kreşe vermemeleri çağrısında bulunuyor. “Nineler, dedeler eve geri dönmeli, nineler bakamıyorsa çocuklar cami yanına verilmeli” diyor. Sıbyan okullarına övgüler diziyor. İstiyor ki çocukların kulağına şarkı söylenecekse bu yalnız ve yalnız iktidarın şarkısı olsun. Çocuklar dindarlık görüntüsü altında milliyetçi ve kinci olsun. Zaten bugün sıbyan okullarında yapılan da budur ve iktidarın, ortağı olan cemaatlerin, tarikatların bu yoğun çabası elbette boşuna değildir.
Türkiye’de güdük parlamenter demokrasinin bile ortadan kaldırıldığı, siyaset tekelinin tek bir kişinin elinde toplandığı, totaliter rejimin inşa edildiği bu süreçte iktidar için, toplumun kendi politikalarına ikna edilmesi, “rıza” göstermesi, sindirilip bastırılması, kitlelerin iktidarın politikaları doğrultusunda yönlendirilip güdülmesi büyük önem taşıyor. Bu uğurda toplumun dokusu tahrip ediliyor, iktidarın çıkarları temelinde değişikliğe uğratılıyor. Kendi çıkarlarını korumak için her türlü çılgınlığı göze almış bulunan iktidar dışarıda savaşçı, maceracı bir siyaset izlerken içeride de adeta ince mühendislik çalışmalarıyla toplumu yeni baştan şekillendiriyor. Emekçi kitlelerin sırtına basarak hayata geçireceği planlar için çıkar ortaklığı içinde olduğu tarikatları, cemaatleri maşa olarak kullanıyor. Tam bir takiyecilik ve ikiyüzlülükle topluma “dindarlık” kisvesi altında kindarlığı, itaatkârlığı, kanaatkârlığı, nefreti yayıyor. İktidar bu uğurda, minicik çocukları bile hedef almaktan, onların yaşamlarını karartmaktan çekinmiyor.
Dünyayı yeni yeni tanımaya başlayan, aklının ermediği pek çok şeyle karşılaşan, neden-sonuç ilişkilerini anlamakta zorlanan 4-6 yaş grubundaki çocukların korkuları artar. Bu dönemde onlar için bilinmeyeni bilinir hale getirmek, korkularını gidermek çok önemlidir. Ancak soyut düşünceleri analiz edebilecek yaşta olmayan bu evredeki çocuklara,“ölüm, ahiret, cennet, cehennem, iman, günah, sabır, yasak, şeytan, melek, kabir azabı” gibi kavramlara odaklanmış bir eğitim veriliyor. Cennet-cehennem, sevap-günah, melek-şeytan gibi kavramlarla çocuklar korkutuluyor, onlara travmalar yaşatılıyor. Bu yaşta çocuklar sonuçlarını deneyimlemek için kendilerine yanlış olduğu söylenen şeyleri yapabilir. Bu durumda onlara sabır gösterilmelidir. Tersi durumda, yani öğrenmek için başvurdukları yollar engellenirse, sürekli olarak yaptığının yanlış-günah olduğu söylenirse çocuk bir müddet sonra büyük bir suçluluk duygusuna kapılır. Büyüklerin kötü dediği şeyi yapmış olmak suçluluk duygusuyla beraber içe kapanmayı da arttırır. Son zamanlarda basına yansıyan haberlerden de anlaşılacağı üzere sıbyan okullarına gönderilen çocuklar, sıklıkla “ayıp, günah, yanlış” denilerek tenkit edilmekte, cehenneme gitmekle korkutulmaktadır. Bu yolla benimsetilmek istenen düşünceler çocuğun ruhuna işlenmektedir.
Evrensel gazetesinde yer alan bir yazı dizisinde, bir kadın işçi üç çocuğu olduğunu, çalışmak zorunda bulunduğunu, bu nedenle 5 yaşındaki çocuğunu sıbyan okuluna verdiğini anlatıyor. “Kaynanam tam gün bakmayı kabul etmeyince mahalledeki sıbyan okuluna, hem bize yakın hem de uygun diye verdim. Okulda çalışanların düzeyini, aldığı eğitimi hiç sormadım. Bazı günler fazla mesaiye kalınca hiç göremiyordum. Babaannesinde uyuyakalıyordu, sonra da orada kalıyordu. Bu durumun bazen 4 gün bile sürdüğü oluyordu. Sorunları bir hafta sonu fark ettim. Çocuk gece altını ıslatmaya başladı. İçine kapandı, evdeki eşyalara zarar verdi. Baktım çocuğun durumu kötüye gidiyor, hemen işten ayrıldım, daha fazla ilgilendim, babası da epey uğraştı ama yine de aynı. Okulla konuşalım dedik. Okula gittim, anlattım durumu, onlar da beni suçladı. Zaten bir anne olarak çalışmam doğru değilmiş! Epey tartıştık. Çocuğu okuldan almak istedim, bu sefer beni ikna etmeye çalıştılar. ‘Hiç olmazsa çocuk, sizin asla veremeyeceğiniz dinimizi öğreniyor’ dediler. Tamam, ben de istiyorum dinini öğrensin, ama bu çocuk niye bu hale geldi, diye düşünmeden edemedim. Aynı okula bir süre daha devam etti. İşten çıktığım için durumumuz kötüydü. Arada merdiven temizliğine gidiyordum. 5 yaşındaki çocuk bir gün dedi ki: ‘Annelerin çalışması günah. Anne ne olur günah işleme, lütfen çalışma. Babam bize baksın, senin paran da günahmış, o parayla bana sevdiğim şeyleri alma.’ Şoka girdim. Sonra aldık hemen okuldan. Ben en az iki defa şikâyet ettim bu okulu, tek bir işlem yapılmadı.”
Bu şekilde yetiştirilen çocuklar büyük çelişkilerin içine düşüyor, içine kapanıyor, yaşıtlarıyla iletişim kuramıyorlar. Birlikte oynanan oyunlarda, derslerde, etkinliklerde zorlanıyorlar. Her an gözlendiklerini, cehennemde yanacaklarını düşünerek korkuyorlar. Yalnız kalmaktan, ailelerini kaybetmekten kaygı duyuyorlar. Korku nedeniyle uyuma güçlüğü çekiyorlar ve sağlıklarını kaybediyorlar. Bu çocuklar ileride şiddete meyilli, güvensiz, hasta ruhlu insanlar haline gelebiliyorlar. Bu yaşlarda çocuklar yetişkinleri taklit ederler, yetişkinler gibi davranmaya çalışırlar ancak onlar sadece birer çocukturlar. Oysa sıbyan okullarında verilen eğitimde onlara çocuk gibi davranılmadığı, “din eğitimi” adı altında omuzlarına bir yetişkin gibi yük bindirildiği ve çocukların psikolojisinin bozulduğu ortadadır. Ama ne gam! Çünkü AKP-Erdoğan iktidarı ve onun maşası tarikatlar için çocukların akıl ve ruh sağlığı zerre kadar önemli değil. Önemli olan itaatkâr, kanaatkâr, sorgulamayan, düşünmeyen, iktidarın doğrularını kendi doğruları belleyen bir nesil yetişmesi!
Çocuklara bu dünyanın önemli olmadığı, önemli olanın ahiret olduğu, bu dünyadaki adaletsizliğin hesabının öteki dünyada sorulacağı anlatılıyor. “Bize sabırlı olmak, kaderimize isyan etmemek yakışır” mesajları veriliyor. Kendisine öteki dünyanın asıl dünya olduğu ve bu dünyadan çok daha iyi olduğu anlatılan kimi çocuklar ölmek istiyor. Bir anne sıbyan okuluna gönderdiği çocuğunun kendisine “anne biz ne zaman öleceğiz, burası çok sıkıcı” dediğini anlatıyor. Kurslarda “fıtrata uygun eğitim” ile kız ve erkek çocuklarına ailedeki ve gelecekteki rolleri benimsetiliyor. Çocuklar pasifleştiriliyor, önyargılarla donatılıyor, ölüm ve cehennemle korkutulup ölüm ve cehennemle terbiye ediliyor.
Ünite başlıklarında, ders konularında, yılsonu gösterilerinde yapılan konuşmalarda Müslümanlığın sevgi dini olduğundan, kardeşlikten, çocuk şarkılarında barıştan bahsediliyor. Ama eğitimin içeriğine bakıldığında çocukların nasıl bir kin ve nefretle yetiştirildiği ortaya çıkıyor. Onlara kendi gibi olmayana düşman olması gerektiği benimsetiliyor. Bazı sıbyan okullarında çocukların kalaşnikoflu fotoğrafları çektiriliyor. PKK ve FETÖ’ye lanet yağdırmaları isteniyor. Batı’ya, Hıristiyanlara, Yahudilere, Kürtlere kısacası tüm ötekilere nefret kusan konuşmalar yapılıyor. Şehit edebiyatı “polisimiz teröristleri gebertti, onları kazdıkları toprağa gömdü” gibi ifadelerle tamamlanıyor. Bir sıbyan mektebinin internet sitesinde Şırnak, Silopi ve Cizre’deki özel harekât polisleri için dua zinciri oluşturulması çağrısı yapılıyor. Çağrıda, “Düşmanların helaki için yarın sabah namazından sonra Lehebsuresi 50 defa okunacak: ‘Allahım Ebu Leheb’in elini kuruttuğun gibi PKK’nın da elini kurut’ diye niyet edilecek. Şimdiden Allah razı olsun” deniyor. Çocukların ruhlarının en derinlerine kin ve nefret ekiliyor.
Elbette sadece çocuklar değil aileler de ideolojik manipülasyona tâbi tutuluyor. “Onlar sizin meyveleriniz, kaliteli meyveler istiyorsanız ona göre tavır alacaksınız. İyi bir çocuk ancak iyi bir aile ortamında büyür” denilerek bu ailenin nasıl olması gerektiği anlatılıyor. Fatih Sultan Mehmet’in henüz 5 yaşındayken İstanbul haritası üzerinde surları inceleyerek fetih planları yaptığı gibi yalanlarla ailelerin çocuklarına bu mirası taşıması gerektiği söyleniyor. Osmanlı’nın şanına, Türkiye’nin büyüklüğüne ilişkin safsatalar tekrar tekrar anlatılıyor. Annelere eşleri ve çocukları karşısındaki görevleri hatırlatılıyor, babaya ailenin reisi olduğunu unutmaması telkin ediliyor. “Çocuklarınızın fıtratına aykırı davranmayın, kimisinin de inşaat işçisi olacağını unutmayın” kabilinden sözler ediliyor, ailelere “kaderinize razı olun” deniyor.
Öte yandan 2015’te, Kulp’taki bir yatılı Kuran kursunda çıkan ve 6 çocuğun ölümüne neden olan yangın gibi facialara rağmen ne denetimler yapılıyor ne de sorumlular cezalandırılıyor. Bunun yerine “Allahın takdiri”, “kader”, “çocuklarınız şehit oldu” denilerek aileler susturuluyor, sindiriliyor. Kulp’un Karaağaç köyündeki bu kursta elektrikli ısıtıcı yüzünden yangın çıkmış, çocuklar diri diri yanarak can vermişti. Dönemin DİB başkanı Mehmet Görmez, ölen 6 çocuğun ilim yolunda hükmen şehit olmasıyla “teselli” bulduklarını söyleyerek konuyu kapatmaya çalıştı. “Bazı gençler, maalesef eli kalem tutacak bazı gençler dağlara gittiler ve kardeşlerini katlettiler. Ve kendi hayatlarını da, ahiretlerini de berbat ettiler. Ama bu çocuklarımız, elim bir kazada bugün hiçbir kötülüğe bulaşmadan, bir Kuran kursunda, Kuran okuyarak hayatlarını ilim yolunda sarf etmeyi düşünüyorlardı. Fakat Cenab-ı Hak bu şekilde takdir etti ve aldı” diyebildi.
Çok açıktır ki sıbyan okulları iktidarın toplumun kodlarıyla oynama planlarıyla doğrudan ilişkilidir ve toplumsal etkileri uzun vadede daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır. Elbette bu projenin işçi sınıfının ve emekçi kadınların haklarının tırpanlanmasıyla, kadına yönelik gerici politikalarla, artan yoksulluk ve çıkışsızlıkla birleşerek son derece vahim sonuçlara yol açması muhtemeldir. Hasta edilmiş, çürütülmüş, düşmanlıkla körleştirilmiş nesillerin yetişmesi tehlikesi hiç de az değildir. Bugün greve çıkmanın, kıdem tazminatı almanın günah olduğunu düşünen işçilerin varlığı düşünüldüğünde sıbyan okullarının ileride karşımıza nasıl gençler ve işçiler çıkarma ihtimali olduğunu tahmin etmek zor değildir. Olağanüstü dönemin ve olağanüstü eğitiminin, faşizmin yaratacağı toplumsal tahribat muhakkak ki işçi hareketinin de önüne çıkacak önemli bir sorun olarak mayalanmaktadır. Ancak siyasi ve toplumsal sorunların işçi sınıfı için tek yönlü olarak yalnızca kötü sonuçlar doğuracağı düşünülemez. Çelişkiler biriktikçe keskinleşecek ve çürümenin içinden yeni filizler, güneşe doğru yeni arayışlar ortaya çıkacaktır. Keskinleşen sınıfsal çelişkiler, herkese hangi sınıfa ait olduğunu, dostunu ve düşmanını öğretecektir.
link: Serpil Aslan, Totaliter Rejimin Sıbyan Okulları, 29 Ekim 2017, https://marksist.net/node/5995
Lyon’dan Gençlere Sesleniyoruz!
Kapitalizm Çürüyor, Madde Bağımlılığı Artıyor!