Son dönemlerde alt kimlik-üst kimlik tartışmaları alevlenmiş bulunuyor. Kapitalist TC’nin en yetkili ağızları yaptıkları açıklamalarla konum ve tutumlarını belirtiyorlar. Cumhurbaşkanı Sezer “kurucu öğe; tek devlet, tek ülke ve tek ulustur”, “ulusal kimlik tekil devletin güvencesidir, Türk ulusu, siyasal bir birliktir” açıklamasıyla TC’nin Türk egemenlerinin devleti olarak kurulduğunu ifade etmiş oluyor. “Cumhuriyetin temel niteliklerini ilgilendiren sonuçsuz tartışmalarla gündem yaratmaya uğraşmak yerine gerçek sorunlara eğilinmeli” açıklamasıyla da cumhuriyete kimin egemen olacağını tartışmanın sonuçsuz kalacağını vurguluyor. Kısacası Türk kimliği bir etnik kimlik değil devletin kimliğidir demiş oluyor.
Sezer, “ulusal kimlik bilincini yerleştirmeden tekil devlet yapısını korumak olanaksızdır. Anayasadaki ulusçuluk anlayışı, ırksal ve dinsel öğelere değil gurur ve övünmede, sevinç ve tasada, hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık ve birlikte yaşama isteği gibi değerlere dayanmaktadır” buyuruyor. Böylesi açıklamalar bilinçli işçileri öfkelendiriyor. Tam bir ikiyüzlülükle gözümüzün içine baka baka kandırmaya çalışıyorlar bizi. Ermenilere, Lazlara, Çerkezlere, ulusal özgürlük mücadelesi veren Kürtlere vs. “Türküz” demeyi dayatıyorlar. Neden? Çünkü ulus kimliğini kabullenmekle, egemenlerin dayattığı siyasi kimliği kabullenmiş oluyoruz.
Diyorlar ki; gurur ve övünmede ortakmışız. Kapitalistler hükümranlık sürdükleri bu topraklarda övünebilecekleri çok şeye sahipler. Mülkleri, egemenlikleri, orduları, polisleri, işkencehaneleri, F tipi hücreleriyle ne kadar övünseler azdır. Biz işçilerin bu topraklarda övünebileceğimiz tek şey; tüm baskılara ve ezilmeye karşın sömürü düzenini yıkmak için bitip tükenmeyen mücadelenin yarattığı devrimci geleneklerimizdir. Sevinç ve tasada ortakmışız! 70 milyonluk bu ülkede bir avuç zengin mutlu azınlığı oluşturuyor. Onlar sevinebilirler elbette. Tasalar, kaygılar yoksul ve sömürülen sınıfların yaşamının ayrılmaz bir parçası değil mi? Hak ve ödevde ortağız buyuruyorlar. Bu ülkede ya da herhangi bir kapitalist ülkede yoksulların haklarını alabildiği ne zaman görülmüş? Haklar onların, ödevler hep bizim olmuyor mu? Nimet ve külfette ortağız diyorlar! Onların ceplerini şişiren, sofralarını bezeyen nimetleri ellerimizle, alın terimizle üreten biz işçilerin payına külfetten başka ne düşmüştür?
İşte tüm sahtekârlıklarının sebebi budur. Burjuvazi kendi devletini hepimizin devleti, kendi çıkarlarını hepimizin çıkarı, kendi siyasi kimliğini (Türk kimliği) hepimizin siyasi kimliği olarak dayatmak ve milyonlarca işçi ve emekçiyi bu sahtekârlığa inandırmak zorundadır. Aksi takdirde bu sömürü cumhuriyeti bir gün bile ayakta kalamazdı.
Egemen sermaye sınıfı on yıllardır bize zulüm, sömürü ve katliamdan başka ne verdi? Kapitalist toplumda kendimiz için bir kimlik arayacaksak o da bizim devrimci proleter sınıf kimliğimizdir.
Dünyanın bütün kapitalistleri dinleyin!
Bayraklarınız kadar alçaksınız! Sermayeniz kadar zalimsiniz! Kimlikleriniz kadar sahtekârsınız! Sınırlarınız kadar saçmasınız! Ve dünya proletaryasının kıçınıza indireceği bir tek tekme ile bir gün yok olacak kadar zavallı ve zayıfsınız!
link: Yenibosna’dan MT okuru bir tekstil işçisi, Ulusal kimlik mi, sınıf kimliği mi?, 5 Mart 2006, https://marksist.net/node/959
Safları Sıklaştıralım
Medeniyetler Çatışması mı, Emperyalist Saldırganlık mı?