Merhaba arkadaşlar. Ben üç kez form doldurduğum bir fabrikaya iş görüşmesi yapmak için çağrılmıştım. Israrla işe ihtiyacım var demekti bu. Sabah 09:00’da oradaydım. Ancak saat 12:00’da görüşmeye aldılar. Onlar için bu da bir taktikti, bakalım bekleyecek mi gidecek mi diye, çünkü diğer iş başvurusuna gitmiş arkadaşlarımız beş altı saat bekletilmişler. Benim için bu süre azdı. İş başvurusuna çağrılan diğer beş kişiyle birlikte bir odaya girdik. İnsan kaynaklarından bir bayan “neden şirketimizi tercih ettiniz”, “nelere sinirlenirsiniz”, “şirketimiz için ne gibi özveride bulunabilirsiniz” gibi sorular sordu. Hepsine de duymak istedikleri cevapları verdim. “Fabrikanızın çok büyük ve güvenilir olduğunuzu düşünüyorum, ben hiçbir şeye sinirlenmem çünkü anneyim, anneliğin ne kadar sabır istediğini tahmin edersiniz” dedim. Ama ısrarla “yanınızdaki arkadaşınıza sinirlendiniz ne yaparsınız?” diye yineledi, ben “muhatap olmam onu şefime şikayet ederim” dedim, demek zorunda kaldım. Biz işçiler iş bulabilmek için bu sorulara onların istediği cevapları vermek zorunda kalıyoruz. Oysaki gerçek cevaplar bunlar değil. Bu soruların hepsi de işverenlerin tuzak sorularıdır. Onların istedikleri cevapları vermezsen, mesela “her şeye sinirlenirim, sabırlı değilimdir” dersen, işe alınmazsın. Ayrıca “fabrikanız için her türlü özveride bulunurum” demek, istedikleri zaman mesaiye kalacağınız anlamına gelir ki, mesaiye kalamayan işçileri de işe almazlar. Tüm yaşantını patronlara ayıran işçiyi oynamak zorunda kalırsın.
Bu sorulardan sonra işe alındığım söylendi. İki ay sigortasız yevmiye hesabı çalışacaktım. Beni sekiz aylık bir süre için işe alsalardı bu sorular ikiye katlanacaktı. Çünkü insan kaynaklarında çalışan bu kişiler fabrikanın can damarını oluşturuyorlar diyebiliriz. İşçilerin içinden sorgulama duygusunu yitirmiş, asosyal, benmerkezci işçiyi seçmek onların işleri. Aslında işleri çok kolay çünkü toplumumuzda işçilerin çoğunluğunu böyle insanlar oluşturuyor, ama yine de patronlar sınıfı tedbiri elden bırakmıyor. Böyle bir bölüme ihtiyaç duymaları normal. Olur da fabrikalarına bilinçli, işçilerin tarihini bilen, mücadeleci, devrimci bir işçi girer diye ödleri kopuyor.
Neyse, bunlardan sonra iki aylık bir süre için içeri girip çalışmayı başarmıştım. Sabah saat 08:30’dan akşam 23:00’a kadar çalışıyordum. Onbeş saat boyunca şef sürekli başımızda, sürekli “hadi hadi” diyerek bizi çalıştırıyor, “işler acil, çabuk çabuk” derken kendimi Veli Efendi’de bir yarış atı gibi hissediyordum, bir nevi de öyleydi. Çünkü bizler ne kadar hızlı koşar, yani çalışırsak patron daha fazla kazanacaktı. İki ay boyunca yarış atı gibi çalıştık. Bu süre içersinde şef, içimizden iki kişiyi kadroya alacağını söyledi. Böylece bizi daha çok çalıştırmayı planlıyordu. İşçiler de bundan sonra birbirleriyle yarışmaya başladılar. Eski işçiler “yeni işçiler geldi, bizleri çıkarıp onları almasınlar” diye düşündüklerinden daha fazla çalışıyorlardı. Yani hepimizi birbirimizin düşmanı konumuna sokmuşlardı. Bunca rekabet ortamında ben dostluklar kuruyor ve rekabetten uzak duruyor, dolaylı yollardan bu tür davranışların neye hizmet ettiğini anlatıyordum. İki ay geçmişti ve işveren ne kalacağımızı ne çıkarılacağımızı söylüyordu. Arkadaşlar yanıma gelip “sigorta yapmazlarsa biz bu şartlar altında çalışmayacağız” diyorlar. Bazıları da “biz çalışırız, ihtiyacımız var” diyorlardı. Dört beş arkadaş da “hep beraber gidelim sigortamızı yapsınlar, ondan sonra işe devam ederiz” diyordu. Ama beş altı kişi işverenin karşısına dikilmemiz işten atılmamızdan başka bir şey sağlamayacaktı. Biraz daha bekledik. Ve şef bizleri iki ayın sonunda yanına çağırdı, hepimizin işinin bittiğini ve hiçbirimizin işte kalmayacağını söyledi. Onbeş kişiden sadece bir kişi sekiz aylık sözleşmeli olarak işe alınmıştı. Bu da gözler önüne seriyordu ki, ne kadar hızlı çalışırsan çalış işveren gözünün yaşına bakmadan seni işten çıkarıp açlığa ve sefalete terk ediyordu.
Benim işçi arkadaşlarıma söyleyeceğim patronların oyunlarına gelmeyip rekabet ortamına girmeden sınıfsal hareket etmeleridir. Tek çaremiz mücadele ederek safları sıklaştırmaktan geçiyor. Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için yaşasın örgütlü mücadelemiz!
Bakma Yüzüme Öyle
Hayretle bakma yüzüme
Ben de senin gibiydim
Ama öğrendim ben
Bize neden semer vurduklarını
Ben de senin gibi ehlileştirilmiştim
Çalış çabala, en hızlı ol
Ama öğrendim ben
Bize neden semer vurduklarını
Şu an dişlerimi sıkıyorum
Midem bulanıyor
Bize yutturdukları pislikleri çıkartmak istiyorum
İçimde her gün büyüyor kin ve öfke
Asalaklara karşı
Yaşamlarımızı çalanlara karşı
Bakma yüzüme öyle
Bilseydin ki sen bir figüransın oyunda
Görevin çalışmak, çalışmak!
İşte bu işe yararsın.
Hesap sormazsın, robottan farkın yok.
Aslında o kadar çok yeteneklisin ki!
Bir kurtulsan rolünden.
Merak etsen oyunu yazanları
Görebilsen cezaevine benzeyen fabrikanı
Göreceksin o zaman tüm cihanı
O zaman bakmayacaksın yüzüme öyle!
link: İstanbul’dan MT okuru bir kadın işçi (N.R.), Safları Sıklaştıralım, 6 Mart 2006, https://marksist.net/node/953
Burjuvazinin Demokrasi Oyunu
Faşizm: Burjuvazinin Kanlı Diktatörlüğü