Bugün içinde yaşadığımız düzen her geçen gün biz işçiler, emekçiler için daha da zor koşulları beraberinde getiriyor. Kapitalizm ancak 1929 krizi ile kıyaslanabilecek nitelikte derin bir kriz döneminin içerisinde olduğu için, kapitalistler bugün yaşanan krizi de olağan yöntemlerle geçiştiremiyorlar. Kapitalizmin bu krizi Üçüncü Dünya Savaşını başlattı. Kapitalistler krizi aşabilmek için yeryüzünü kana buluyorlar.
Ortadoğu savaş ile paramparça ediliyor. İşçi ve emekçiler ya ölüyorlar ya da emek harcayarak kurdukları tüm yaşamlarını geride bırakarak savaştan kaçmak zorunda kalıyorlar. Savaştan kaçarken sığındıkları ülkelerde mültecileri bekleyen koşullar hiç iç açıcı olmuyor. Mülteciler çok zor koşullarda yaşamak zorunda kalıyorlar, horlanıyorlar, sırtlarından büyük kârlar elde ediliyor. Patronlar için mülteci demek ucuz işgücü demek. Çok düşük ücretlere, güvencesiz ve en kötü koşullarda çalıştırılıyorlar. Birçoğu baraka gibi evlerde barınmak zorunda kalıyor. Yine mültecilerin büyük bir bölümü, küçücük çocuklar dahi, avuç açıp dilencilik yapmak zorunda kalıyor. Çünkü savaştan kaçarken sığındıkları ülkelerin hiçbirinin kapitalist hükümetleri mülteciler için gerekli yaşam şartlarını yerine getirmiyor. Türkiye’de de hükümet milyonlarca Suriyeli mülteciye sınırlarını açtı. Ama savaş mağduru olan mültecilere yardım elini uzatmak için değil, mülteciler üzerinden Suriye’de daha fazla söz sahibi olabilmek için bunu yaptı. Şimdi gelinen noktada hükümet Avrupa’yla mülteciler üzerinden kirli bir pazarlık yürütüyor.
Ortadoğu’yu krizden çıkabilmek ve yeni pazar alanları için paramparça eden kapitalistler birçok silahlı gerici gücü de destekleyerek bir iç savaş başlattılar. ABD’den Türkiye’ye, Rusya’dan Suudi Arabistan’a birçok devlet bu örgütlere silah, para ve insan desteğinde bulunarak bölgeyi tam bir kaos alanına dönüştürdü. Ama yaktıkları ateş sadece Ortadoğu ile sınırlı kalmadı. Dünyayı savaş cehennemine çeviren ve IŞİD gibi cani örgütleri büyütüp güçlendiren kapitalistlerin yaktıkları ateş kendi ülkelerine kadar ulaştı. Düne kadar AKP hükümetinin “öfkeli gençler” olarak tarif ettiği IŞİD’in bugün Türkiye’de arka arkaya yaptığı saldırılar sonucu birçok insan katledildi. Diyarbakır, Suruç, Ankara, Sultanahmet ve Taksim katliamlarında 200’e yakın insan hayatını kaybetti. IŞİD, Fransa ve son olarak da Belçika’da yaptığı canlı bomba eylemleriyle katliamlarına devam ediyor. Bu katliamlar sonucunda kapitalist hükümetler bir yandan işçi ve emekçileri korku ve baskı altında tutarken, bir yandan da anti-demokratik ve baskıcı uygulamaları hayata geçiriyorlar. Kapitalistler kendi politikalarının sonucu olarak yaşanan bu kanlı saldırıların yarattığı korku atmosferini, kendi ülkelerinin işçi ve emekçilerini pasifize ederek kendi yanlarına çekmek için kullanıyorlar.
Yaşanan kriz ve savaşın bedelini en ağır ödeyen ise işçi sınıfı. Türkiye’de de diğer ülkelerde de egemenler, Üçüncü Dünya Savaşı yaşanırken, tüm dünyanın gözü önünde şehirler yakılıp yıkılırken, insanlar katledilirken, işçi sınıfı bu haksız savaşa karşı sesini çıkarmasın istiyorlar. Kriz günden güne derinleşip hayat koşulları zorlaşırken ve işçi sınıfının haklarına dönük saldırılar artarken işçi sınıfı sessizce buna da razı gelsin istiyorlar. Bunun için de milliyetçiliği kışkırtıp halklar arasındaki düşmanlığı günden güne körüklüyorlar. Göçmenler ve Müslüman ülkelerin işçi ve emekçileri, Avrupa işçi sınıfına tehdit olarak gösteriliyor. Bu tehdide karşı da milliyetçilik alttan alta beslenerek bir düşman yaratılıyor.
Yine Türkiye’de kapitalistler başından beri Suriye’de yaşanan savaşı körükleyip buradan nemalanmanın derdindeler. IŞİD gibi cani örgütlere de silah, para ve insan sevkiyatı konusunda büyük bir destek sağlayan bu ülkenin kapitalistleri ve hükümetidir. Suriye’de bir araya gelip güçlenen Kürtleri durdurabilmek için IŞİD’in yaptığı tüm katliamlara sessiz kalan Türk hükümeti bu katillere “öfkeli çocuklar” diyordu. Bir yandan Suriye’de Kürtlerin ilerleyişini durdurmak isteyen hükümet, bir yandan da içeride çözüm sürecini bitirerek Kürtlere karşı savaş açtı. Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova ve daha birçok yere tanklarla girilip buralarda tam bir katliam yapıldı. Kürtlerin yaşadığı mahalleler, şehirler yıkılarak yaşanmaz hale getirildi. Tüm bunlar yaşanırken diğer taraftan da Kürt düşmanlığı ve milliyetçilik burjuvazinin ideolojik aygıtları tarafından alabildiğine pompalanıyor. Böylece burjuvazi yaşanan bu savaş karşısında Türk işçi ve emekçileri milliyetçilikle zehirleyerek kendi yanına çekmek istiyor.
Türkiye’de ardı ardına yaşanan intihar saldırıları sonucunda onlarca insan katledildi. Bu katliamları ele alırken olayın sonucundan önce nedenini bilmeliyiz. Türkiye burjuvazisi ve hükümeti kendi çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’da yaşanan savaşı kızıştırırken, Suriye’ye tırlar dolusu silah yollarken, sınırdan silahlı cihatçıların rahatça girip çıkmalarına göz yumarken daha başından beri ülkeyi savaşın içine çekmeye başladı. Türkiyeli egemenler diğer kapitalist devletler gibi Ortadoğu’dan pay kapma yarışına girerken bu savaş başladığı yerle sınırlı kalmadı. Ateşle oynayan kapitalistler ülkemizi de bu savaşın alevlerinin içine doğru çektiler ve çekmeye de devam ediyorlar. Patlatılan bombalar burjuvazinin içeride ve dışarıda yürüttüğü savaş politikalarının bir sonucudur.
Patlatılan bombalarla ve terörizm propagandasıyla işçi sınıfı korkutularak baskı atına alınmak isteniyor. Bu ortamdan yararlanan egemenler işçi sınıfının kazanılmış haklarına da saldırıyor. Kıdem tazminatına fon adı altında el koyulmaya çalışılırken iş güvencesi de ortadan kaldırılıyor. Özel istihdam büroları ile işçileri kölece çalışma koşulları bekliyor. Mültecilik sorunu da, “terör” eylemleri de, devletlerin baskı politikaları ve işçi sınıfının haklarına dönük saldırılar da Üçüncü Dünya Savaşının ve krizin dünya genelinde işçi sınıfına çıkan faturasıdır.
Bu saldırıları ve savaşı durduracak tek güç işçi sınıfıdır. Ortadoğu savaşın alevleri ile yanıyorken, insanlar katledilip yaşamları altüst oluyorken, yüzlerce mülteci gözümüzün önünde denizlerde boğuluyorken biz işçi sınıfı olarak buna seyirci kalırsak bu savaşın alevleri bizi de yakmaya devam eder. İşçi sınıfı için çözüm kapitalistlerin milliyetçi söylemlerine ve halkları birbirine düşman eden politikalarına kapılmak değildir. İşçi sınıfının haklarına saldırılıyorken susup buna seyirci kalmak değildir. Birinci Dünya Savaşında dünya savaşın alevleri ile yanıyorken bu savaşı durduran Rusya’da işçi sınıfının iktidarı ele alması oldu. Bugün de biz işçi sınıfı için tek kurtuluş yolu budur. İşçi sınıfının inanacağı ve yüzünü döneceği yer patronlar sınıfının ideolojik aygıtları değil, kendi sınıfının tarihi ve kendi sınıfının siyasetidir. Biz işçiler ancak kendi sınıf tarihimiz ışığında mücadeleye başlarsak bu savaşı durdurabiliriz. İşçi sınıfının ve mücadelesinin aktörü olmadığı hiçbir çıkış yolu asla gerçek bir çıkış yolu değildir.
link: Pendik’ten bir kadın işçi, Savaşı Sadece Biz Durdurabiliriz, 5 Nisan 2016, https://marksist.net/node/5010
Sykes-Picot, Yalanlar, Gerçekler
Suriyeli Mülteciler ve Bitmeyen Hesaplar