Üzerinde güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu tarih boyunca birçok ulusa gün ortasında karanlığı yaşatmıştır. İmparatorluğun ilk sömürgelerinden olan İrlanda’nın kahırlı insanları da yüzyıllar boyunca asimilasyon politikalarına, hummalı sömürüye, sayısız istilaya, katliama maruz kalmıştır. Toprakları gasp edilen yoksul köylüler defalarca ayaklanmış, çoğunluğu kanla bastırılsa da bugüne değin yitirilmeyen bir mücadele geleneği süregelmiştir. İrlanda’nın bağımsızlığına giden yolu açan ve tarihe Paskalya Ayaklanması olarak geçen isyan da işte bu geleneğin bir ürünüdür.
Paskalya Ayaklanması emperyalist paylaşım savaşının gölgesinde gerçekleşir. 1900’lü yıllar İrlanda halkı için son derece zorlu yıllardır. Yeni yeni sanayileşmekte olan şehirlerde işçiler çok ağır koşullar altında ve açlık sınırında ücretlerle çalışmaktadır. Savaş tamtamlarının çalındığı dönemde açlık ve yoksulluğun üzerine bir de zorunlu askerlik eklenmiştir. İngiliz “demokrasisi”, topraklarını gasp ettiği yoksul halka fiziksel tükeniş noktasına kadar çalışmayı dayatmıştır. Mezhep temelli ayrımcılıklar körüklenerek toplum adeta nefes alamaz hale getirilmiştir. İşte böyle bir dönemde, bu topraklar güzel günlerin geleceğine olan inançla mücadele eden devrimciler de yetiştirmiştir.
Enternasyonalist devrimci James Connolly ve yoldaşları, İrlanda işçi sınıfının kurtuluşunun ancak proleter bir devrimle mümkün olabileceğini savunuyor ve bu temelde sınıf içinde çalışmalar yürütüyorlardı. Kuruluşuna öncülük ettiği İrlanda Nakliyat ve Genel İşçi Sendikasında (ITGWU) işçiler önemli kazanımlar elde ediyor, ülke çapına yayılan işçi eylemleri toplumdaki karamsar havayı dağıtıyordu. Durumdan tedirgin olan İrlanda burjuvazisi işçilerin sendikasını tasfiye etmeyi deneyecek, bunu başaramayınca ardına İngiliz efendilerini de alarak saldırılara girişecekti. Bu saldırılar karşısında işçiler, James Connolly öncülüğünde, Avrupa’nın ilk Kızıl Ordusu sayılan İrlanda Yurttaş Ordusunu kurarlar. Yurttaş Ordusu, toprağına sahip çıkmak isteyen köylünün, hakkını arayan işçilerin, oy hakkına sahip olmak isteyen kadınların kürsüsü haline gelir. Sendikalara ve işçi sınıfının kitle örgütlerine bağlı hareket eden, sendika üyelerinin aidatlarıyla ayakta duran bu ilk işçi sınıfı ordusu ayaklanmada da kilit rol oynayacaktır. Connolly, işçilerin ordusunun sınıf doğasını şu sözlerle ortaya koyar:
“İrlanda işçi sınıfının silahlı örgütü İrlanda’da bir olgudur. Şimdiye kadar İrlandalı işçiler, efendileri önderliğindeki orduların parçası olarak savaştılar; asla kendi sınıflarından birinin yönettiği, eğittiği ve esin verdiği bir ordunun üyesi olarak değil. Şimdi, ellerinde silahla, kendi yollarını çizmeyi, kendi geleceklerini şekillendirmeyi amaçlıyorlar.”[1]
Bu amaçla mücadele yürüten işçiler, kendi geleceklerini kurmak üzere, kendilerinden birinin öncülüğünde dövüşmeye karar verdiler. Onlar, sömürgecileri topraklarından defedecek bir ayaklanmanın mücadelenin önünü açacağına inanıyorlardı. Connolly, İngiliz emperyalizmine karşı gerçekleştirecekleri ayaklanmanın hazırlıklarını yapıyor, fakat aynı zamanda bu noktada durmanın vahametine dikkat çekiyordu. O, yalnızca kapitalist temelde kurulan bir ulus devletin İrlanda işçi sınıfının sorunlarını nihai olarak çözemeyeceğini savunuyor ve işçileri kendi burjuvalarına karşı kavgaya çağırıyordu. Özgür bir ülkenin ancak sosyalist bir cumhuriyetle mümkün olabileceğine inanan Connolly, bu büyük ideali gerçekleştirebilecek işçi sınıfını göreve çağırıyordu:
“Emeğin davası İrlanda’nın davasıdır. İrlanda’nın davası emeğin davasıdır. Bunlar birbirinden ayrılamaz. İrlanda özgürlük peşindedir. ... Bir ulus için böylesine yüce ve kutsal bir işlev gören biz işçi sınıfına, sınıfımızın ihtiyacı olan ulusal güçlerin özgürce gelişmesinin ilk talebi olan ulusun yabancı boyunduruğundan kurtulması için savaşmak yakışmaz mı? Pek güzel yakışır. Dolayısıyla 16 Nisan Pazar günü İrlanda’nın yeşil bayrağı, özgürlüğe inancımızın simgesi, Dublin işçi sınıfının İrlanda davası için ayakta ve İrlanda davasının ayrı ve özgün bir ulus davası olduğunu tüm dünyaya ilanının işareti olarak merasimle Liberty Hall’ın tepesine çekilecektir.”[2]
Çekilmiştir de. Dublin kenti, 1916 yılının 24 Nisan sabahına devrimcilerin isyanıyla uyanır. Emeğin İrlanda’sını kurmak üzere İrlanda Yurttaş Ordusundan yaklaşık 1500 işçi, fikirlerini ve silahlarını kuşanarak kent meydanlarına çıkar. İşgalci askerleri püskürten işçiler şehrin stratejik binalarını ele geçirerek, sembolik öneme sahip Ulusal Posta Müdürlüğü binasının tepesine İrlanda bayrağını çekerler. İngiliz emperyalizmi vahşi yüzünü göstermekte gecikmez. Aynı gün, ayaklanmayı bastırmak üzere Dublin’e 16 bin asker gönderilir. Tank ve toplarla şehre giren askerler kenti ağır bombardımana tutarlar. İşçilerin ele geçirdikleri binalar yerle bir edilirken, şehir tanınmaz hale getirilir. Yaklaşık bir hafta süren çatışmaların ardından ayaklanma vahşice bastırılır.
Kurulan düzmece mahkemelerde isyana öncülük ettiği belirtilen 15 devrimci idam cezasına çarptırılır. Devrimciler, ölümü de yaşamı kucakladıkları gibi coşkuyla kucaklarlar. Ayaklanmanın kadın komutanlarından Constance Markievicz, “kadın olduğunuz için idam cezanız ömür boyu hapse çevrilmiştir” diyen burjuva sözcülerinin suratına haykırır: “Adamlarınızın beni öldürecek kadar ahlâklı olmasını dilerdim!” Ne için ayaklandıklarını bilen, yenildiklerinde bile kazanacaklarını gören devrimcilerdir onlar. Bu yüzden tüm sınıf kiniyle saldırır burjuva takımı. Ayaklanmanın lideri Connolly, yaralı ele geçirildiğinde ayağa kalkamaz haldeyken, sandalyeye iple bağlanıp kurşuna dizilerek katledilir. Connolly’nin kızı Nora ise, yüreğindeki korkunç acıya rağmen “yeniden ayaklanacağız!” diyerek meydan okur burjuva kodamanlarına, “eğer yenilirsek, yeniden ayaklanacağız”!
Nitekim öyle de olmuştur. Ayaklanma yenilgiyle sonuçlansa da, bu isyan İrlanda’nın bağımsızlık mücadelesinde bir dönüm noktası olur. İrlanda halkı bu katliamı unutmaz, unutturmaz. Egemenlerin umduğunun aksine, halk devrimcilere ve onların mirasına sahip çıkar. Bu başkaldırı, toplumun üzerindeki ölü toprağını atmıştır adeta. Emekçilerde ciddi değişim ve dönüşümler başlar. İşte orada, İrlandalı sosyalist şair William B. Yeats’in ifadesiyle, “orada korkunç bir güzellik doğar”!
Takip eden yıllar İrlanda işçi sınıfının görkemli eylemlerine tanık olacaktır. Yenilginin ardından işçiler, Connolly’nin öncülük ettiği sendikaya yönelirler. Ayaklanmadan önce 5 bine yakın üyesi olan ITGWU, 1919’a gelindiğinde 100 bin üyeyi geçerek İrlanda’nın en etkin sendikası olur. Sendikanın öncülük ettiği grevler kazanımla sonuçlandıkça işçi eylemleri de radikalleşir. Çalışma saatlerinin düşürülmesi talebiyle yapılan genel grevi, zorunlu askerlik dayatmasına karşı yapılan genel grev izler. Ayaklanmaya katılan mahkûmların serbest bırakılması için yürütülen mücadele, yine işçilerin genel greviyle zafere taşınır.[3] Markievicz’in özgürlüğüne kavuşmasıyla kadın hareketinde de anlamlı bir yükseliş yaşanır. Kadınlar, oy haklarının dahi olmadığı dönemde, mücadele ederek Markievicz’i İngiliz parlamentosuna ilk kadın temsilci olarak sokmayı başarırlar. Mücadelenin kazanımlarıyla güç bulan İrlanda halkı, örgütlü bir halkı hiçbir kuvvetin yenemeyeceğini ispatlarcasına, İngiliz emperyalizminin üzerine üzerine yürümeye devam eder.
Ekim Devriminin patlak vermesiyle, yükselen toplumsal hareket daha da kızışarak yurdun dört bir yanına yayılır. Kırlarda köylüler geniş tarım arazilerine el koyarken, batıda maden işçileri kömür madenlerini işgal ederler. Kuzeyin demiryolu işçileri asker taşımayı reddederken, güneyde Yurttaş Ordusuna bağlı işçiler İngiliz askeri üslerine saldırılar düzenler. İşçilerin kentin yönetimini ele geçirerek fabrikalara el koyduğu, kendi paralarını dahi bastıkları Limerick Sovyeti gibi deneyimler de yaşanır.[4] Yükselen işçi hareketinin, Rusya’da olduğu gibi bir işçi iktidarına dönüşmesinden korkan İngiltere, yenilgiye uğrattığı ayaklanmadan 4 yıl sonra anlaşma masasına oturmak zorunda kalır. Ancak ulusal kurtuluş mücadelesini toplumsal kurtuluş mücadelesine dönüştürecek öncü gücün yokluğu, Bolşevik tarzda bir örgütün inşa edilememiş olması, sınıf mücadelesinin seyrini de belirlemiş olur.
Zira Connolly’nin ölümünün ardından, ulusal hareketteki sınıf dinamikleri işçi sınıfından yana kayma şansını kaybeder. Hareketin liderliği, trajikomik şekilde, Paskalya Ayaklanmasına katılmayı reddeden Sinn Féin partisinin eline geçer. Sendikalarda ve partide sivrilen reformist unsurlar, işçilerin yükselen mücadelesini son tahlilde düzen içi sınırlara hapsederek durdururlar. Nitekim isteğine bir yönüyle kavuşan İngiltere, adanın kuzeyinin kendisine bırakılması şartıyla güneyde bağımsız bir devlet kurulmasına razı olur. Sonuç olarak, İrlanda halkının ulusal sorunu kısmen de olsa çözüme kavuşmuş olur. Ancak sürecin kahramanı devrimci emekçiler olmasına karşın, onların mirasına konan burjuva milliyetçiler olmuştur. Türedi İrlanda burjuvazisi, Connolly ve yoldaşlarını birer “ulusal kahramana” dönüştürerek sahip çıkar gibi görünse de, Connolly onlara gereken cevabı çok önceden vermiştir:
“Yalnızca siyasal bir Cumhuriyeti hedef alıp bu yolda ilerleyen bir parti, kurnaz bir İngiliz devlet adamının göz boyayıcı bir yerinden yönetim kararnamesi ile taviz verirmiş gibi yapıp kritik anı geçirmesi ve böylece devrimci güçleri dağıtması tehlikesi ile daima karşı karşıya olacaktır. … İngiliz Ordusunu yarın ülkeden çıkartıp yeşil bayrağı Dublin Kalesine çekseniz bile, sosyalist cumhuriyetin kurulmasına yönelmiş değilseniz tüm çabalarınız boşa gidecektir. İngiltere gene mahvınıza dek size hükmedecektir – davasına ihanet ettiğiniz o Özgürlük tapınağında, dudaklarınız riyakâr bir saygı sunarken bile.”[5]
Nitekim gelişen süreç, Marksist Connolly’nin öngörüsünde ne kadar haklı olduğunu defalarca kanıtlamıştır. Ayrılmayı izleyen yıllar içinde İngiliz emperyalizminin kışkırtmaları sonucu İrlanda iç savaşa sürüklenir. Aralarında işçi önderlerinin de bulunduğu binlerce emekçi bir karşı-devrim saldırısıyla katledilir. İşçi hareketi ağır bir darbe alırken, devrimci geleneğin gelecek kuşaklarla bağlantısı önemli ölçüde kesilir. Kuzeyin ve güneyin emekçi halkları arasında uzun yıllar sürecek çatışmaların fitili de bu dönemde ateşlenir. Bugün, Kuzey İrlanda’da ulusal sorun her an alevlenmeye hazır şekilde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Sorunun çözümü için farklı sınıflar farklı mücadele anlayışları temelinde onyıllardır mücadele yürütse de, değişen sadece isimler ve tarihler oluyor. İşçi sınıfının bağımsız siyasetini yürütecek devrimci önderlikten yoksun olması, kapitalizmin mevcut koşulları altında emekçi halklar açısından sorunu kangren haline getiriyor.
Sonuç olarak, İrlanda örneğinin gösterdiği üzere, ulusal sorunun burjuva temellerde çözümü emekçi kitlelere gerçek bir özgürlük sağlamaktan uzaktır. Elbette bu, ulusal sorunun burjuva demokratik bir sorun olduğu gerçeğinin “asıl sorun sınıfsaldır” indirgemeciliğiyle görmezden gelinebileceği anlamına gelmemektedir. Devrimci Marksistler, gerek ezen gerekse ezilen ulusun işçi sınıfları için ayakbağı oluşturan bu sorunun en demokratik biçimde çözülmesini ve böylelikle emek-sermaye çelişkisinin gölgelenmemesini savunurlar.
İşçi sınıfının devrimci geleneği bugüne dek sayısız mücadeleler verilerek oluşturulmuş ve bu uğurda binlerce komünist can vermiştir. Hiç kuşkusuz bu deneyimler dünya işçi sınıfının tarihsel hafızasında birikiyor ve yarını kuracaklar için öğretici dersler barındırıyor. İnanıyoruz ki, Marksizmin ışığında yürüdüğümüz bu yolda o korkunç güzellik işçi sınıfının üzerine doğacak. İşçi sınıfı, bilincini öfkesine katık edip yürüyecek üzerine cellâdın. İşte o zaman sorulacaktır dökülen her damla kanın hesabı.
[3] İrlanda işçi hareketinin ayaklanma sonrası yükselişi, genel grevleri ve kazanımları konusunda bkz. https://www.marxists.org/...
[5] James Connoly, Seçme Yazılar, “Sosyalizm ve Milliyetçilik”, Belge Yay.
link: İrlanda’dan Türkiyeli bir genç işçi , “Orada Korkunç Bir Güzellik Doğar!”, 27 Ağustos 2022, https://marksist.net/node/7735
Sao Paulo Gemisi ve Ölüm Saçan Kapitalizm
Birleşelim