Dünyanın dört bir yanında kentleri yerle bir eden, evlerimizi bombalarla başımıza yıkan sermayedarların eli silahlı bekçileri, bugün de “kentsel dönüşüm projesi” adı altında gecekonduları dozerlerle, askerlerle, gözaltılarla işçi ailelerinin başına yıkıyor. Burjuvazi kendisinin egemen olduğu bu sistemde, kendi fabrikalarını özel mülkiyetin dokunulmazlığı adı altında kutsallaştırırken; işçilerin yaşadıkları yerlere gözünü dikmekten, oraları kârlı alanlar haline getirme planından vazgeçmiyor.
Kapitalizmin kamburu olarak gösterilen gecekondular; özünde köyden kente doğru gelişen göç dalgasının yarattığı ve köy yaşamından kurtularak proleterleşen yığınların içinde bulundukları sorunlardan sadece biridir. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de şehir merkezlerinin etrafında, hiçbir altyapısı olmayan gecekondu mahalleleri çoğaldıkça çoğalmaya başladı. Doğdukları yerlerden kimi zaman iş bulmak için, kimi zaman da köyü boşaltıldığı için göç eden binlerce işçi ailesi kentin etrafını mesken tutmaya başladılar. Her büyük kentin mimarı olan bu işçiler; İzmir’in Konak Caddesini, Ankara’nın Çankaya’sını, İstanbul’un Bağdat Caddesini inşa ettikten sonra akşam olunca kentin çeperindeki gecekondulara döndüler. Yol, su, elektrik olmadığı halde her gün işlerine buralardan gidip geldiler. Oysa onları sanayileşmiş kentlere göçe zorlayan burjuvazi, bu insanların en temel ihtiyacı olan barınma ihtiyacını dahi karşılamıyordu. İş bulmak ve hayatta kalmak ümidiyle büyük kentlere göç eden bu insanlar, bu sorunlarını şehir dışındaki boş arazilere derme çatma evler kurarak çözmeye çalıştılar. Çoğu durumda yoksulluk sınırının altında ücretlerle geçinmek zorunda kalan milyonlarca işçi, sefalet içinde yaşadıkları bu gecekondu mahallelerinde, bir ev sahibi olma hayalini yıllarca taşıdı.
İşçilere ve onların oylarına duyulan ihtiyaçtan dolayı “Yapın, görmezlikten geliriz!” denilerek bir dönem yerleşilmesine izin verilen ve o dönem için şehir dışı sayılan, ancak kentsel büyümeyle artık şehir merkezleri olan gecekondu arazileri, şimdi burjuvazinin yatırım alanları olarak görülüyor ve yıkılıp işçilerin ellerinden alınması için ne gerekiyorsa yapılıyor. Burjuvazinin kanunları, avukatları, tüzükleri, mahkemeleri hemen devreye konularak askeriyle, polisiyle muharebeye gider gibi işçi semtlerine, Eyüp’e, Pendik’e, Gülsuyu’na, Zeytinburnu’na vb. “yıkın!” emirleriyle giriliyor.
Milyarlarca lirayı bulan yıkım masraflarının bile gecekondu sahiplerine ödettirildiği bu saldırılar, gazete ilanlarında, “bugün de İstanbul’da kamulaştırma ve gecekondu yıkımları vardı, hak sahiplerine bedeli ödendi” şeklinde allayıp pullanarak yazılıyor. Fakat gazetelerde yazan ne olursa olsun, işçiler, burjuvaziye kanmamaları gerektiğini bizzat sokak ortasında kalarak görüyorlar.
Burjuvazinin yıkım planlarına, yıkımlardan aylar önce, burjuva medyaca meşruluk kazandırılmaya çalışıldı. Önce gecekondu sahipleri birer suçlu olarak televizyonlarda manşet yapıldı, korkutuldu. Ardından gecekondu sahiplerine sözde konut vaatlerinde bulunularak toplumsal muhalefetin önüne geçilmek istendi. Evler farklı şekillerde ücretlendirilerek toplu direnişlerin önüne geçilmeye çalışıldı. Her zamanki yönteminden vazgeçmeyen burjuvazi, temiz, planlı, düzenli kent sloganıyla insanların aklını çelmeye çalıştı. Tüm bunlar günlerce haber yapıldıktan sonra düşük faizli ev kredileri, büyükşehir belediyelerinin uygun ev satışları, işçilerin önüne çözüm olarak sunuldu. Aldığı ücretle geçinemeyen işçi aileleri bu çözümsüzlükle sokaklara bırakıldı. İETT duraklarında sabahladıklarına hepimiz şahit olduk. Yıkımların yaz aylarında yapılmasının nedeni, sokaklara atılanların sıcak yaz akşamlarında toplumun vicdanını daha az rahatsız edeceğinin düşünülmesidir. Depremleri felâket olarak niteleyen burjuvazinin siyasi temsilcileri, evleri bir gecede yıkarak felâketler yaratmaktan geri durmuyorlar!
Kırdan kente göçün, sınıflararası eşitsizliğin, işsizliğin en temel göstergelerinden biri olan gecekonduların bir gecede kurulmadığını bal gibi bilen burjuvazi, örgütsüz bir toplumda evleri bir gecede yıkmaktan çekinmediği gibi, işçi ailelerinin haklı tepkisinden de utanmadan kendine malzeme çıkarıyor. Evini yıktırmamak için, çocuğunun geleceği için dozerlerin önünde dimdik duran anneyi ya da çocuğunu gene geçim kaygısıyla balkondan sarkıtan babayı “bu nasıl anne baba yüreği” diye suçlayabiliyor ve tüm topluma bunu düşündürtmek istiyor. İşçiler “bu nasıl devlet” sorgulamasıyla kapitalizmi yıkmak için Marksizmin rehberliği ışığında örgütlenmedikçe, burjuvazi kendi sistemini değil bizim vicdanlarımızı sorgulatmaya devam edecektir.
Peki, işçi sınıfı bu yıkımları nasıl durdurabilir? Bugüne kadar yıkımlara maruz kalan tüm işçilerin ve bu yıkımları yanlış bulanların tepkileri kendiliğinden ve örgütsüz tepkilerdi. Örgütlülüğün olmadığı yerde duygusal ani tepkiler vardır. Taksimde el arabası elinden alınan Kürt gencinin kendini yakması ya da bir babanın polisleri durdurmak için çocuğunu rehin alması gibi. Oysaki burjuvazi örgütlüdür ve o duygularıyla değil sermayenin gözünden bakar dünyaya. Burjuvazi sefaletimizden kendine cennetler yaratır, acılarımızdan dram programları ve örgütsüzlüğümüzden yıkımlar yaratır.
Çözüm, “Konut Sorunu” makalesiyle Marksist Tutum’da Zeynep Güneş tarafından çok güzel özetlenmiştir:
“Diğer pek çok sorunda olduğu gibi bu sorunun da çözüm yolu, kapitalizmi alaşağı edecek ve bütün üretim araçlarına bizzat işçi sınıfının el koyacağı bir toplumsal devrimden, proleter devrimden geçmektedir. Özel mülkiyetin ortadan kaldırılacağı, üretimin merkezi bir plana uygun olarak yapılacağı, insanların eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, elektrik, su gibi en doğal ihtiyaçlarının ücretsiz ya da çok cüzi ücretlerle karşılanacağı, tüm iktidarın sovyetler aracılığıyla işçi sınıfının elinde olduğu bir işçi devleti. Tıpkı konut sorunu gibi, işçi ve emekçilerin kapitalizmin kangren haline getirdiği tüm sorunlarının çözümü, sınıfsız ve devletsiz topluma, yani sosyalizme ilerleyen böyle bir devletten geçiyor. Proleter devrimin ardından bizzat proletarya tarafından oluşturulacak bu devlette, büyük mülk sahibi sınıfların mülklerine el konulacak ve tüm boş mülklerle birlikte buralar da işçilerin kendi devletinin mülkiyetinde yerleşime açılacaktır. Doğayı tahrip etmeyen, onunla uyumlu, sağlıklı ve güvenli konutlar bizzat bu devlet tarafından yapılarak işçilerin buralarda sağlıklı bir şekilde yaşamaları sağlanacaktır.”
Yıkımlara karşı işçilerin aileleriyle birlikte direnmeleri anlamlı ve haklı bir mücadeledir. Ancak gecekonduları idealize eden ve sanki konut sorununun çözümüymüşçesine dillendirilen yaklaşımlar yanlıştır. Gerçekliğin bir yüzü de gecekonduların sağlıksız, küçük, yaşamaya elverişsiz oluşudur. İşçiler ne burjuvazinin vaatlerine kanmalı, ne de var olanla yetinmelidirler. İşçi sınıfı ancak üretim araçlarına el koymayı ve kapitalizmi yıkmayı hedeflediği sürece kalıcı çözümler üretebilir. Koca kentleri yaratan işçi sınıfı elbette ki kendi konut sorununu da iktidara gelince çözebilecek güçtedir.
GECEKONDULARA DÖNMEK YOK
Kuru tarlalardan
yanık bir köyden,
işsiz birkaç milyon insan
düştük yollara
her yıl bir öncekinden fazla.
Umut kentteki bir işti
kimi zaman fabrika
bazen işporta
çoğu kez
işçi pazarlarında alıcı bekleyen ellerimizdi
Kentlerin eteğinde bizden milyonlar
her biri eskitirken kendini
kent ellerinde yenilendi.
Koca bir fabrikada metal ezmekti işim, patates ezer gibi
evimiz fabrika dumanının yükseldiği tepede
iki göz kireçten bir ev.
Biz işçilerin kilitleyecek kapıları yok
çaldıracak değil ama paylaşacak şeyimiz çok.
Üst üste bindirilmiş bu küçük evlerin
çok şükür koca duvarları da yok.
Amma
kara dumanı çok
burada büyümüyor ağaçlar
ya soluyor ya kuruyor.
Burada insanlar da uzun yaşamıyor
ya hastalanıyor ya tez ölüyor.
Kuşları da gören olmadı.
Bir gün fabrika taşındı
biz de arkasından.
Öbür gün dozerler oturdu soframıza
taşıyacak hiçbir şey yoktu.
Bir dünya kuracağız bütün işçiler, sen ve ben
kuşlar da olacak
balyozlar bu kez bizde
kapitalizme vuracağız.
Fabrikalara değmek yok
onlar zaten bizim
gecekondulara dönmek de yok
bu kez tüm dünya bizim…..
link: Gülsuyu’ndan MT okuru bir kadın işçi, Kapitalizm evlerimizi başımıza yıkarken tek yol kapitalizmi yıkmak!, 21 Kasım 2005, https://marksist.net/node/544
Kanser vakaları artıyor
Felâketleri Yaratan Kapitalizmdir