6 Şubat depremlerinden önce çevremde “haber izleyince moralim bozuluyor, keyfim kaçıyor, bu yüzden artık haber izlemiyorum” diyen insanların sayısı hayli artmıştı. Elbette buna çok şaşırmıyordum çünkü dünyada ve Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler örgütsüz insanlara moral bozucu ve karmaşık görünebilir. Çaresizlik duygusuna sürüklenen insanlar gerçeklere gözünü kapatabilir. Aslında bu durum yaşananlara duyulan tepkinin sonucudur. Savaşlar, çatışmalar, siyasi krizler, girdaba dönüşen toplumsal sorunlar yoğunlaşıp yaygınlaştıkça insanlarda tepki birikmesi doğaldır. Fakat ne yazık ki bu tepki kendini dışa vuracak bir kanal bulamayınca siyasete, gelişmelere, toplumsal sorunlara ilgisizlik, duyarsızlık görüntüsüne bürünebiliyor.
Türkiye gibi güçlü bir sivil toplum geleneği olmayan, toplumsal mücadelelerin görece zayıf olduğu, işçi sınıfının tarih sahnesine geç çıktığı, sıklıkla darbelerin yaşandığı, en ufak bir hak arama mücadelesinin şiddetle ezildiği, demokrasi kültürünün, sınıf bilincinin, mücadele ederek hak kazanma anlayışının yerleşmediği bir ülkede yaşıyoruz. İnsanların “ilgisizlik” tutumları şaşırtıcı değil. Ama ne yazık ki yine bu tutum toplumsal sorunların çözümsüz bir yumağa dönüşmesine katkı koyuyor. Çünkü toplumsal sorunlardan en fazla etkilenenler olarak bu etkiye direnmek üzere birleşip sahneye çıkamazsak meydanı bu sorunların kaynağı olan kapitalist egemenlere terk etmiş oluruz.
Türkiye’nin siyasal ve toplumsal tarihi, dünyada ve bölgede yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler halka halka iç içe geçerek içinde bulunduğumuz durumu yarattı. Türkiye egemen sınıfının zorbalığı, zalimliği, 1980 faşist darbesinin devam eden etkisi, bugünkü faşist rejimin kendi dar çıkarlarına odaklanan, çıkar ve yağmaya dayalı siyaseti, muhalefetin baskıyla sindirilmesi, toplumun örgütsüz olması içinde bulunduğumuz durumu belirledi. Dolayısıyla geçmişten beslenerek bugüne uzanan politik atmosfer, toplumun tüm kesimlerinde korku ve kaygı üretti. Bu korku ve kaygıdan kaçmak için kimi emekçiler ve gençler bir müddet siyasete, gelişmelere, haberlere ilgisiz kaldı. Sorunlarla mücadele etmekten ziyade sorunlarla yüzleşmekten kaçınma, gerçeklerden yüzünü çevirme ve bulunduğu alanı terk etme eğilimi gösterdi. Hatta bu durum kötülük saçanların köpeksiz köyde değneksiz gezmesine, toplumda kötülüğün yaygınlaşmasına neden oldu. Çürütücü bir etki yarattı.
1980’li yıllarda toplumsal sorunlara ilgisizliği ifade eden “ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” repliği hafızalara kazındı. 1990’larda futbolcunun yerini popçu aldı. 2000’li yılların başında geleceğin bugünden parlak olacağı propagandası hâlâ iş görüyordu. Ama çok kısa süre içinde kapitalizmin gerçek yüzü ortaya çıktı. Türkiye’de iktidarı gasp eden tek adam rejimi ise ülkeyi hızla uçuruma sürükledi. İşte Türkiye’ye bu denli boğucu bir toplumsal atmosferin hâkim olmasının, deprem örneğinde gördüğümüz gibi ülkenin enkaz altında kalmış olmasının arkasında bu açgözlü kapitalist tek adam rejiminin hâlâ varlığını sürdürüyor olması var. Fakat bugün gelinen noktada deprem insanlara toplumsal sorunlara, siyasete ilgisizliğin ne denli yıkıcı olduğunu, artık sürdürülemez olduğunu da acı biçimde gösterdi. Toplum olarak örgütlü olmamanın, toplumsal sorunlara duyarsızlığın ne kadar yıkıcı olabileceğini ortaya koydu.
İnsan sessiz kalarak, gerçeklere gözünü kapatarak kendini haksızlıklardan ve adaletsizliklerden koruyamaz. Bu adaletsizlikler karşısında Araf’ta duramaz, tarafsız kalamaz. Nitekim Maraş merkezli depremler sorunlara ilgisizliğin, boş vermişliğin kimseye bir faydası olmadığını, hayat kararttığını ortaya koydu. Yıllar yılı deprem uzmanlarının yaptığı uyarıları dikkate almak yerine sorumsuz siyasilerin kof böbürlenmelerine kanan, oylarıyla destekleyen veya deprem gerçeğini boş veren, uyarıları dikkate almayan insanlar cümlelerle ifade edilemeyecek denli acı bir tecrübe yaşadı. Siyasi iktidarın “büyük Türkiye” propagandasının, gerçekleri yok sayan böbürlenmelerinin altının ne kadar boş olduğu görüldü. Medet umulan devletin ne denli aciz ve işçi, emekçi düşmanı olduğu kitleler nezdinde daha net ortaya çıktı. Eğer namuslu bilim insanlarının uyarıları dikkate alınsaydı, önlemlerin alınması için siyasi baskı kurulsaydı, sorumlular bu kadar pervasızca milyonlarca insanın canını, evini yuvasını tehlikeye atmazdı. Deprem riskinden bahsedildiğinde elimiz kolumuz bağlıymış gibi oturup kaderimizi beklemek yerine önlem alınması için mücadele etseydik bu denli büyük bir yıkım yaşanmazdı. İşçi ve emekçilerin duyarlılığını, sorunların çözümsüz olmadığına dair inancını, talepleri için mücadelesini güçlendiren şey birlik ve örgütlülüktür. Birlik ve örgütlülük uzak durma lüksümüzün olmadığı, su gibi, hava gibi yaşamsal bir ihtiyaçtır.
link: İstanbul’dan bir gıda işçisi, Adaletsiz Düzende “Araf” Yoktur!, 23 Mart 2023, https://marksist.net/node/7941
İnsanlığın Kültürel Birikimini Silen Kim?
Fransa’da Emeklilik Saldırısına Karşı Dişe Diş Mücadele