Bölüm 3: Kâr Oranının Artı-Değer Oranıyla İlişkisi
Marx, kâr oranıyla artı-değer ilişkisini ele aldığı bu bölümde daha önce de vurguladığı bir varsayımı hatırlatır. Şöyle ki, verili bir sermayeye düşen kâr tutarı, bu sermaye aracılığıyla verili bir dolaşım kesitinde üretilen artı-değerin toplam tutarına eşittir. Marx’ın belirttiği üzere, bu artı-değerin bir yandan sermaye faizi, toprak rantı, vergiler gibi farklı alt biçimlere bölünmesi, diğer yandan elde edilen kâra hiçbir şekilde eşit olmaması şimdilik bir yana bırakılacaktır.
Kârın tutar olarak artı-değerle eşit sayılması ölçüsünde, artı-değer ve kâr oranının büyüklüğü basit sayısal büyüklüklerin oranları tarafından kolayca belirlenir. Çeşitli sayısal örnekler üzerinden ilerleyen Marx, “dolayısıyla, ilk aşamada, yalnızca matematiksel alanda kalan bir inceleme söz konusudur” der.
Kâr oranıyla artı-değer arasındaki ilişkinin çeşitli varsayımlar üzerinden ve sayısal örnekler eşliğinde ele alınacağı bu bölümde, önce kullanılacak simgelerin hatırlanması gerekir. Marx, daha önce de aynılarını kullandığı gibi, toplam sermayeyi (C), değişmeyen sermayeyi (c), değişen sermayeyi (v), artı-değeri (m) simgesiyle gösterir. Hatırlayalım, (m) kadar artı-değerin (v) kadar değişen sermayeye bölünmesiyle artı-değer oranı elde edilir ve bu oran (m') simgesiyle ifade edilir. Basit bir hesaplamayla (m/v = m') eşitliğinden, artı-değer tutarının, artı-değer oranıyla değişen sermayenin çarpımından elde edildiği sonucuna varırız. Bu artı-değer tutarı, şayet değişen sermaye yerine toplam sermaye ile ilişkilendirilirse kâr adını alır ve o da (p) simgesiyle gösterilir. Artı-değer tutarını toplam sermayeye oranlarsak, (p') olarak ifade ettiğimiz kâr oranını buluruz. Şayet artı-değer oranıyla kâr oranına ait denklemleri birlikte değerlendirirsek, iki oran arasındaki ilişkiyi ifade edebiliriz. Buna göre, kâr oranının artı-değer oranına oranı, değişen sermayenin toplam sermayeye oranına eşittir. Çünkü kâr oranı (m/C) ve artı-değer oranı (m/v) ise, bu ikisini birbirine oranladığımızda (v/C) sonucunu buluruz.
Yukarda değinilen orantılar incelendiğinde, kâr oranının (p') her zaman artı-değer oranından (m') küçük olduğu ortaya çıkar. Çünkü değişen sermaye (v) her zaman toplam sermaye C’den, yani c+v (değişen ve değişmeyen sermaye) toplamından küçüktür. Marx, bu incelemede hesaba katılması gereken (c, v, m) büyüklükleri üzerinde belirleyici etkide bulunan ve dolayısıyla kısaca değinilecek olan bir dizi başka etmen olduğunu belirtir.
Bunlardan birincisi paranın değeridir ve incelemede varsayımsal olarak bu değer sabit kabul edilecektir. İkincisi devirdir. Marx, bu etmeni de şimdilik tümüyle bir yana bırakacağımızı, çünkü kâr oranı üzerindeki etkisinin sonraki bölümlerden birinde özel olarak ele alınacağını belirtir. Üçüncüsü, artı-değer oranı üzerindeki etkisi birinci ciltte kapsamlı şekilde tartışılmış olan emek üretkenliğidir. Ama bu kısımda da metaların normal toplumsal koşullar altında üretildiğini ve değerlerine satıldığını varsaymayı sürdürdüğümüzden, burada bu durum da henüz dikkate alınmayacaktır. Yani tek tek her bir örnekte, emek üretkenliğinin değişmediği varsayımından hareket edilecektir. Aslında, bir sanayi dalına yatırılmış olan sermayenin değer bileşimi, yani değişen sermaye ile değişmeyen sermaye arasındaki belirli bir oran, emek üretkenliğinin belirli bir derecesini ifade eder. Dolayısıyla, bu oran şu ya da bu nedenle bir değişikliğe uğrar uğramaz, emek üretkenliği de bir değişikliğe uğramış olmak zorundadır. Ve bu yüzden, ilerleyen kısımlarda ele alınacak çeşitli örneklerde (c, v, m) etmenlerindeki değişimler, sıklıkla emek üretkenliğindeki değişimleri de kapsayacaktır.
Geriye kalan diğer üç etmenin, yani işgününün uzunluğu, emek yoğunluğu ve işçi ücretlerinin de, basitlik sağlamak amacıyla aynı kaldıkları varsayılır. Ancak böyle olsa bile, değişen sermayenin ve artı-değerin uğradığı değişikliklerin, aynı zamanda bunların belirleyici öğelerinin büyüklüklerinin değişmesi anlamına gelebileceği de unutulmamalıdır. Burada önemli bir hususu hatırlamamız gerektiğini belirtir Marx. Şöyle ki, işçi ücretlerinin artı-değerin büyüklüğü ve artı-değer oranının yüksekliği üzerindeki etkisi, işgününün uzunluğunun ve emek yoğunluğunun bunlar üzerindeki etkisine göre ters yöndedir. İşçi ücretlerinin yükselmesi artı-değeri azaltırken, işgününün uzaması ve emek yoğunluğunun artması onu çoğaltır.
Hem değişen sermaye ile toplam sermayenin hareketi ve değerlenmesi arasındaki özel organik ilişki hem de değişen sermayenin değişmeyen sermayeden farkı unutulmamalıdır. Değer oluşumu söz konusu olduğu sürece, değişmeyen sermaye miktarıyla değil yalnızca sahip olduğu değer nedeniyle önemlidir. “Burada, 1500 sterlinlik bir değişmez sermayenin, diyelim 1 sterlin üzerinden 1500 ton demiri mi yoksa 3 sterlin üzerinden 500 ton demiri mi temsil ettiğinin değer oluşumu açısından hiçbir önemi yoktur. Onun değerini temsil eden gerçek maddelerin miktarının değer oluşumu ve kâr oranı açısından hiçbir önemi yoktur.” Fakat kâr oranı, artı-değerin toplam sermayeye bölünmesiyle elde edildiğine göre, değişmeyen sermaye değerinin artışı kâr oranını azaltacak, değişmeyen sermaye değerinin azalması ise kâr oranını arttıracaktır.
Değişen sermaye için durumun tümüyle farklı olduğunu vurgular Marx. Toplam emek içinde işçi için ödenen emek parçası ne kadar azsa, elde edilecek artı-değer o kadar büyük olur. Diyelim, 10 saatlik işgünü 10 şiline eşit olsun. Gerekli emek ya da işçi ücretlerini, yani değişen sermayeyi yerine koyan emek ise 5 saat üzerinden 5 şilin olsun. Bu durumda artı-değer 5 şilin olacaktır. Gerekli emek 4 saate yani 4 şiline düşerse, artı-emek 6 saate ve artı-değer de 6 şiline yükselir.
Bu ön açıklamalardan sonra, Marx çeşitli örnekler ve formüller üzerinden farklı durumları gözden geçirir. Bölümün sonunda Engels’in dipnotunda belirtildiği gibi, bu bölüm Marx’ın kendi detaylı incelemesinde karmaşık matematiksel formüller eşliğinde ilerlettiği elyazmalarından oluşur. Engels’in dipnotu şöyledir: “Elyazmasında, bunlara ek olarak, artık değer oranı ile kâr oranı arasındaki fark (m' - p') hakkında çok kapsamlı hesaplamalar bulunuyor; söz konusu fark, çok sayıda ilginç özelliğe sahiptir ve onun hareketi, iki oranın birbirlerinden uzaklaştıkları ya da birbirlerine yaklaştıkları durumları gösterir. Bu hareketler eğrilerle de gösterilebilir. Bu kitabın yakın amaçları açısından daha az önem taşıdığından ve burada, bu nokta üzerinde daha fazla durmak isteyen okurların dikkatini buna çekmek yeterli olacağından, bu malzemeyi sunmuyorum.” Kapital çalışmasının ilerleyişi içinde gerekli noktalarda sıklıkla belirttiğimiz üzere, burada konunun çeşitli varsayımları temsil eden formüllerini atlayarak öze değin noktalar üzerinde durmak daha yararlı olacaktır.
Marx çeşitli varsayımları formüller eşliğinde gözden geçirirken önemli bir noktayı vurgular: “Kâr oranı çok sayıda değişkenin bir fonksiyonudur ve bu değişkenlerin kâr oranı üzerindeki etkilerini bilmek istiyorsak, her birinin kendi başına yarattığı etkiyi, bu yalıtılmış etkinin bir ve aynı sermaye özelinde iktisadi açıdan mümkün olup olmadığından bağımsız olarak, sırayla incelemek zorundayız.” Örneğin değişmeyen sermaye tasarrufu bir yandan kâr oranını yükseltir ve diğer yandan sermayenin bir bölümünü serbest bırakır. Bu da kapitalistler için önemlidir.
Marx konunun akışı içinde ortaya çıkan bir sonuca dikkat çeker. “Mutlak olarak ya da yüzde cinsinden aynı bileşime sahip olan sermayeler söz konusu olduğunda, artı-değer oranı, yalnızca, işçi ücretlerinin ya da iş gününün uzunluğunun ya da emek yoğunluğunun farklı olması durumunda farklı olabilir.” Bu bağlamda, Ricardo’nun varsayımının doğru olduğu tek bir durum vardır. Bu, sermayenin yüzde cinsinden bileşiminin sabit, işgününün sabit, emek yoğunluğunun sabit olduğu, artı-değer oranındaki değişmenin işçi ücretindeki değişmeden kaynaklandığı bir durumdur. Çünkü Ricardo, “kârlar, tam olarak ücretlerin düşük ya da yüksek olması oranında, yüksek ya da düşük olurdu” demiştir.
Marx’ın farklı varsayımları sayısal örnekler üzerinden inceledikten sonra altını çizdiği bazı önemli hususlara bakalım. İşçi ücretlerinin yükselmesinin ya da düşmesinin artı-değer oranının ve dolayısıyla (v/C) sabitken kâr oranının yüksekliği üzerindeki etkisi ters yöndedir. Emek yoğunluğunun yükselmesinin ya da düşmesinin ve işgününün uzamasının ya da kısalmasının etkisi ise aynı yöndedir. Aynı varsayım temelinde, kâr oranlarının birbirine oranı, ilgili artı-değer miktarlarının birbirine oranına eşittir. Fakat iki ülkedeki kâr oranları karşılaştırılırken durumun farklı olduğunu belirtir Marx. “Burada aynı kâr oranı, gerçekten de, çoğu zaman, farklı artık değer oranlarını ifade eder.”
Marx konuyu, değişen ve değişmeyen sermaye bileşimi ve elde edilen artı-değerdeki farklılıklara bağlı olarak değişik varsayımlar üzerinden kapsamlı biçimde inceler. Bu incelemeleri neticesinde vurguladığı hususlar konunun özeti mahiyetindedir. Yükselen bir kâr oranı düşen ya da yükselen bir artı-değer oranına; düşen bir kâr oranı yükselen ya da düşen bir artı-değer oranına; aynı kalan bir kâr oranı yükselen ya da düşen bir artı- değer oranına karşılık gelebilir. Yükselen, düşen ya da aynı kalan bir kâr oranının, aynı kalan bir artı-değer oranına karşılık gelebileceğini de bu olasılıklara eklemek gerekir. Asıl önemli olan şudur ki, kâr oranı iki ana etmen tarafından belirlenmektedir: artı-değer oranı ve sermayenin değer bileşimi.
Bölüm 4: Devrin Kâr Oranı Üzerindeki Etkisi
En başta belirtilmesi gerekir ki, bu bölümün tümü Engels tarafından yazılmıştır.
Engels, sermayenin devrinin artı-değer üretimi ve dolayısıyla aynı zamanda kâr üretimi üzerindeki etkisinin Kapital ikinci ciltte tartışılmış olduğunu hatırlatır. “Kısaca özetlenecek olursa” diyerek bazı hususların altını çizer. Şöyle ki, devir için gerekli olan süre nedeniyle bütün sermaye aynı anda üretimde kullanılamaz. Dolayısıyla, ister para-sermaye, ister stokta bulunan hammaddeler, ister bitmiş ama henüz satılmamış meta-sermaye, ister henüz vadeleri gelmemiş alacaklar biçiminde olsun, sermayenin bir bölümü sürekli olarak atıl durumda bulunur. Üretimde, yani artı-değerin yaratılmasında ve ona el koyulmasında faal olan sermaye her zaman bu bölüm kadar eksilir; yaratılan ve el koyulan artı-değer her zaman aynı oranda daralır. Devir zamanı ne kadar kısa olursa, atıl kalan sermaye parçasının toplam sermayeye oranı o kadar küçülür; dolayısıyla, diğer koşullar aynı kalırken el koyulan artı-değer de o kadar büyür.
Kapital ikinci ciltte ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, devir zamanının ya da onun iki kısmını oluşturan üretim zamanı ile dolaşım zamanından birinin kısalması, üretilen artı-değer kütlesini arttırır. Kâr oranı, üretilen artı-değer kütlesinin onun üretiminde kullanılan toplam sermayeye oranını ifade ettiğinden, söz konusu her kısalmanın kâr oranını da yükselteceği açıktır. İkinci ciltte artı-değerle ilgili açıklamalar, kâr ve kâr oranı için de aynen geçerli olduğundan burada yinelemeyeceğini ve yalnızca birkaç temel noktayı vurgulamak istediğini belirtir Engels.
“Üretim zamanını kısaltan başlıca faktör, genelde sanayinin ilerlemesi diye anılan emek üretkenliği artışıdır. Eğer emek üretkenliği artışı aynı zamanda pahalı makinelerin vb. alınması yoluyla toplam sermaye harcamalarında ciddi bir artışa ve dolayısıyla toplam sermaye üzerinden hesaplanan kâr oranında bir düşüşe yol açmıyorsa, bu oranın yükselmesi gerekir. Ve metalürji ile kimya sanayisindeki en son ilerlemelerinin çoğunda kesin olarak bu durum geçerlidir.”
Dolaşım zamanını kısaltan başlıca faktör ise, ulaştırmadaki iyileştirmelerdir. Engels, tanık olduğu son elli yılda ulaştırma alanındaki gelişmelerin, 18. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan sanayi devrimiyle karşılaştırılabilecek bir devrim yarattığına dikkat çeker. Söz konusu gelişmelere örnekler verir. “Karada şosenin yerini demiryolu, denizde yavaş ve düzensiz yelkenli geminin yerini hızlı ve düzenli buharlı gemi hattı aldı ve bütün yerküre telgraf telleriyle donatılıyor. Süveyş Kanalı, Doğu Asya’yı ve Avustralya’yı ilk kez gerçek anlamıyla buharlı gemi trafiğine açtı. Doğu Asya’ya meta gönderimindeki dolaşım zamanı 1847’de henüz en az on iki ayken, bu süre bugün yaklaşık olarak aynı sayıda haftaya indirilebilir olmuştur. 1825-1857 bunalımlarının iki büyük merkezi olan Amerika ve Hindistan, ulaştırma araçlarındaki bu devrimle Avrupa’daki sanayi ülkelerine %70-90 oranında yakınlaştı ve böylece patlama potansiyellerinin büyük bir bölümünü yitirdi. Toplam dünya ticaretinin devir zamanı aynı ölçüde kısaldı ve bunun parçası olan sermayelerin hareket yeteneği iki ya da üç katından fazlasına çıktı. Bunun kâr oranı üzerinde etkisiz kalmadığını söylemeye bile gerek yok.”
Engels, toplam sermayenin devrinin kâr oranı üzerindeki etkisini saf olarak sergileyebilmek için, karşılaştırılacak olan iki sermayeyle ilgili tüm diğer koşulları aynı kabul etmemiz gerektiğinin altını çizer ve konuyu sayısal örnekler üzerinden ele alır. Neticede ulaştığı sonuç şudur: Sermayelerin yüzde cinsinden bileşimleri, artı-değer oranları ve işgünleri eşit olduğunda, iki sermayenin kâr oranları bu sermayelerin devir zamanlarıyla ters orantılıdır. Burada sermayenin devri dışındaki faktörler dikkate alınmamıştır. Kısalan devir zamanının artı-değer üretimi ve dolayısıyla kâr üretimi üzerindeki doğrudan etkisi, bu sayede değişen sermaye parçasına kazandırılan daha yüksek etkinlikten kaynaklanır.
Engles’in yine sayısal örnekler eşliğinde ele aldığı varsayımlar neticesinde elde ettiği sonuç, değişen devir zamanıyla kâr oranındaki değişim ilişkisi hakkında fikir verir. Örneğin devir zamanı iki kat yavaşladığında kâr oranı yarı yarıya azalır. O halde, yıl boyunca el koyulan artı-değer kütlesi, değişen sermayenin bir devir döneminde el koyulan artı-değer kütlesi ile devirlerin yıllık sayısının çarpımına eşittir. Engels ayrıca önemli bir hususa dikkat çeker ve yıllık kâr oranı formülünün tam olarak doğru olması için, basit artı-değer oranının (m') yerine yıllık artı-değer oranını (M') koymamız gerektiğini belirtir.
Çoğu durumda, bir işletmede değişen sermayenin büyüklüğünü kapitalistin kendisi bilmez. Kapital ikinci ciltte görmüş olduğumuz üzere, kapitalist için önemli olan sabit sermayesi ile döner sermayesi arasındaki farktır. Basitçe tasvir edilecek olursa, kapitalist, döner sermayesinin bankada duran kısmı hariç para biçiminde elinde bulunan bölümünü içeren kasadan işçi ücretleri için gereken parayı alır. Hammaddelerin ve yardımcı malzemelerin parasını da aynı kasadan alır ve her ikisini de bir ve aynı kasa hesabına alacak olarak kaydeder. Fiilen ödenmiş olan işçi ücretleri için ayrı bir hesap tutacak olsa bile, bu hesap yılsonunda bunlar için ödenmiş olan tutarı gösterir, ama her bir devirdeki değişen sermayenin kendisini göstermez. Bunu açıklığa kavuşturmak için, kapitalistin özel bir hesaplama yapması gerekir.
Engels’in çeşitli rakamlar ve formüller eşliğinde verdiği karmaşık örneği atlayarak ulaştığı sonuca bakalım. “Kendi işletmeleri hakkında bu türden hesaplamalar yapmak yalnızca az sayıda kapitalistin aklına geldiğinden, istatistikler, toplumsal toplam sermayenin değişmez parçasının değişir parçasına oranı hakkında neredeyse hiçbir şey söylemez. Yalnızca Amerikan istatistikleri, bugünkü koşullar altında mümkün olanı verir: her bir iş dalında ödenen işçi ücretlerinin ve elde edilen kârların toplamı. Bu veriler, yalnızca sanayicilerin kendilerinin denetlenmeyen bildirimlerine dayandıkları için ne kadar güvenilmez olsalar da, fazlasıyla değerlidirler ve üzerinde durduğumuz konu hakkında elimizde yalnızca onlar bulunmaktadır. Avrupa’da, büyük sanayicilerimizden buna benzer ifşaatlar beklemeyecek kadar kibarız.”
(devam edecek)
link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /3, 1 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8106