6 ve 9 Ağustos 1945’te ABD Japonya’ya iki atom bombası atarak Hiroşima ve ardından Nagazaki’yi yerle bir etti. O büyük felâketin hayatta kalan az sayıdaki tanıklarından 91 yaşındaki Terumi Tanaka “Hibakuşaların azalmasıyla felâketin unutulmasından korkuyoruz” diyordu. Eskiler, insanın bu unutma hali için “hafıza-i beşer nisyan ile malûldür” derler; yani “insan hafızasının kusuru, unutmasıdır”. Anlaşılan bu gibi büyük kıyımlar dahi unutulabiliyor. Demek ki neleri unutup neleri hatırlayacağımız çok önemli. Atom bombasının Japonya’nın Hiroşima kentine atıldığı 1945’te henüz ana rahminde olan Jiro Hamasumi, 2016 yılında ABD başkanı Barack Obama’nın Asya ziyaretindeki diplomatik “acınızı paylaşıyoruz” söyleminin, nükleer silahlar ortadan kaldırılmadan hiçbir anlam taşımadığını söylüyordu. Bomba Hiroşima’da patlatıldığında 7 yaşında bir çocuk olan Miçiko Kodama okuldaydı; o anı şöyle anlatıyor: “En ön sırada ve pencere yanında oturuyordum, masanın altına saklanmaya çalıştım, vücudumun dışarıda kalmış yerlerine camlar saplandı. Şuurumu kaybetmişim, ne kadar öyle kalmışım bilemiyorum.” Babası tarafından evine götürülen Miçiko yeni taşındıkları eve babası ve komşuları tarafından pek çok yaralının getirildiğine, bunların büyük bölümünün derin yanıklar sebebiyle kısa sürede öldüğüne tanık olmuş. Miçiko kendisinden daha küçük bir çocuğun vücudu ve yüzündeki yanıklardan dolayı konuşamadığını fakat gözlerindeki “bana yardım edin, su verin” isteğini asla unutamadığını söylüyor.
Atom bombası insanlık tarihinde üretilip kullanılan en korkunç silah oldu. Kitlesel katliamın bu boyutu kapitalist egemenlerin hırslarının ve gözü dönmüşlüğünün en korkunç örneğidir. Onlar da zaten bu korkunçluğu ve katliamı hedeflemiş olmalı. Bombanın tasarlanmasından yapım aşamasına, test denemelerinden hedefine ulaştırılmasına ve atılacağı şehirlerin en büyük zayiatı vermesi için en uygun saat ve patlatma yüksekliğine kadar her şey ince ince hesap edilmişti. İnsan medeniyetinin bilimsel bilgisini, deneyimini kendi meşum amaçları için kullanan kapitalistler, kitlelere durmaksızın bu savaşı ve sonrakileri daha başlamadan bitirebilecekleri yalanını propaganda ediyorlardı. Atom bombasının yapımındaki başlıca hedefin Hitler’i ve Almanya’yı dize getirmek olduğu söylenirken, bombanın ilk denemesinden önce Hitler ölmüş, Almanya ise zaten teslim olmuştu. ABD’li egemenler ise nükleer bombayı yaklaşık üç ay sonra 6 ve 9 Ağustos tarihlerinde Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirleri üzerinde patlattılar.
Cehennem ateşinin tanıkları: Hibakuşalar
Terumi Tanaka, Jiro Hamasumi, Miçiko Kodama ve niceleri; Hibakuşalar. Onlara “cehennemin tanıkları”, “cehennemi görenler” adı verildi. Onlar, ABD’nin II. Dünya Savaşında yerle bir ettiği Hiroşima ve Nagazaki’de atom bombasından sağ kurtulan fakat radyasyondan etkilenen savaş mağdurlarıdır. 78 yıl oldu; onlar bu korkunç nükleer katliamı unutmadılar; unutulmaması için anmalar düzenleyerek nükleer silahların üretilmesinden vazgeçilmesi için çalışmalar yapıyorlar. Fakat egemenlerin tıyneti hep aynı. Egemenlikleri için emperyalist savaşlarda milyonlarca insanın öldürülmesi, doğanın mahvedilmesi pazarlık masalarındaki rakamlardan, paylaşımda üstünlük elde etmek için kullanılacak malzemelerden başka bir şey değildir. İşte bu nedenle bu korkunç katliamın sorumluları yan yana gelip gülümseyen ve el sıkışan fotoğraflar verebiliyorlar.
Ne acıdır ki 78 yıl sonra katil de aynı anıtın önünde poz veriyordu. Bile isteye planlayarak attığı atom bombasıyla binlerce Japon’u katleden, sakat bırakan, yaşamlarını cehenneme çeviren ABD emperyalizmi, başını çektiği G7 çetesiyle birlikte utanmadan aynı kentte Hiroşima’da savaş zirvelerini topladı. Dünya nükleer silah stokunun yarısına sahip olan bu emperyalist ülkelerin liderleri ikiyüzlüce Hiroşima Barış Anıtı önünde “barış” ve “nükleer silahsızlanma” adına bir araya geldiklerini söylediler. Hiroşima vizyonu diyerek adlandırdıkları bu toplantıların asıl gündemleri ise “Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşı nasıl büyütürüz, Çin’i askeri olarak nasıl kuşatabiliriz, daha fazla nasıl silah satabiliriz” idi. Atom bombasının ve savaşın acıları hiç yaşanmamış gibi!
Sadako’nun Turna Kuşları
Yeri gelmişken hatırlatmadan olmaz. Türkiye ile Japonya’nın arası kuş uçuşu 8500 kilometredir. Ancak dünyayı tehdit eden nükleer bombalar ve emperyalist savaşlara karşı bu toprakların kalbi ve kalemi olan Nâzım Hikmet Hiroşima ve Nagazaki’nin acısını yüreğinde hissetti. Dünya halklarına musallat olan emperyalist vahşete ve nükleer silahlara karşı şiirleriyle direndi. Bu şiirlerden biri de atom bombasıyla daha 2 yaşındayken karşılaşan Sadako Sasaki adına yazılan Kız Çocuğu şiiridir. Sadako üzerine pek çok makale, kitap, şarkı ve şiirler yazıldı. Kimisi yaşını birkaç yıl öncesine, kimisi birkaç yıl sonrasına alsa da Sadako bu vahşetle henüz çocukken karşılaşmıştı. Nükleer silahın patlatılması sonrasında yayılan radyasyon serpintisine maruz kalıp 12 yaşında kan kanserine yakalanan Sadako gibi yüz binlercesi de yıllar içinde hayatını kaybetti. İşte ta o yıllarda bunu işiten Nâzım’ın kalbi ve kalemi durmadı. Şiir şöyle başlıyordu:
Kapıları çalan benim, kapıları birer birer
Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli oluyor bir on yıl kadar
Yedi yaşında bir kızım büyümez ölü çocuklar
Sadako’nun hikâyesindeki turna kuşları barışın simgesi haline geldi. Bir Japon efsanesine göre hasta biri 1000 tane kâğıttan turna kuşu yapabilirse iyileşip evine dönebilirmiş. Sadako da bu umutla bine yakın turna kuşu yaptı. Ancak kansere yenik düştü. Başta ailesi ve arkadaşları Sadako’nun turna kuşlarını bir anıta dönüştürdüler. Geçen yıllar içerisinde Hiroşima ve Nagazaki kurbanlarının unutulmaması için verilen mücadelede bir simgeye dönüşen turna kuşları bugün hâlâ Hibakuşalar tarafından da sahipleniliyor, unutturulmamaya çalışılıyor.
Japonya nükleer felâketler konusunda ders alınması gereken önemli ve acı tecrübelere sahip. Daha yakın zamanda Fukuşima nükleer santrali deprem nedeniyle hasar gördü ve bugün hâlâ insanlar ve doğa için hayati tehlike taşımaya devam ediyor. Ancak bu mesele Japon hükümetinin umurunda değil. Onlar santralin radyoaktif kirlenmeye maruz kalan 1,5 milyon tonluk suyunu okyanusa boşaltarak bu sorundan kurtulacaklarını düşünüyorlar. Tıpkı emperyalist çıkarları nedeniyle dâhil oldukları G7 çetesine ev sahipliği yaparken halklarını katledenlerle aynı masada oturmakta hiç beis görmemeleri gibi. Bilakis savaş harcamalarını iki katına çıkartma hedefi olan Japonya hükümeti, üyesi olmadığı halde NATO toplantılarının baş davetlisi. Asya-Pasifik bölgesindeki emperyalist paylaşım kavgasının bir parçası olan Japon emperyalistler çıkarları uğruna kendi halklarını gözden çıkarmış ve diğer emperyalist güçler gibi silahlanma yarışına girmişlerdir.
Buna karşılık Japon işçi ve emekçiler atom bombasının yarattığı acılar daha kabuk bağlamamışken “bir daha aynı acıları yaşamak istemiyoruz” diyorlar. “Bu savaş bizim savaşımız değil” diyerek Japon hükümetinin militarist politikalarına ve G7 savaş zirvesini düzenleyen emperyalist güçlere karşı protestolar gerçekleştiriyorlar. Mücadeleci işçiler ve sendikaları nükleer silahlanmaya karşı dünya işçi sınıfının bir araya gelmesi çağrısında bulunup nükleer felâketin sonuçlarına karşı da mücadeleyi ve dayanışmayı örgütlemeye çalışıyorlar. Japon sınıf kardeşlerimiz savaşın bedelini çok ağır bir şekilde ödediler ve savaşın getirdiği yıkımı unutturmamak için yıllardır usanmadan mücadele ediyorlar. Onların da dediği gibi dünyanın tüm işçi ve emekçileri bir araya gelip bu çürümüş kapitalist düzeni yıkmazsak eğer yeni Hiroşimalarla karşılaşacağız. Ne yeni Hiroşimalar olsun ne de başka Hibakuşalar!
link: Ayşe Çelik, Yeni Hiroşimalara Hayır!, 6 Ağustos 2023, https://marksist.net/node/8035
Silahlanma Harcamaları ve Nükleer Stoklar Artıyor
Seçimlerden Önce Biz, Seçimlerden Sonra Biz