Rejim, önemli kalelerinden biri olan eğitim alanında öğretmenleri zapturapt altına almak için çeşitli adımlar atıyor. Bilindiği gibi Öğretmenlik Meslek Kanunu 11 Ocak 2022’de Mecliste kabul edilmişti. Hazırlanırken eğitim sendikalarının ve eğitim uzmanlarının görüşüne başvurulmayan bu yasa teklifi, muhalefet partilerinin verdiği “Anayasa’ya aykırılık” önergeleri ve değişiklik önerileri de reddedilerek tüm itirazlara ve eylemlere rağmen bir değişiklik yapılmadan AKP ve MHP oylarıyla yasalaşmıştı.
3 Şubat 2022 tarihli Öğretmenlik Meslek Kanununa (ÖMK) dayanılarak hazırlanan Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliğine göre öğretmenlik bir kariyer mesleği olarak tanımlanıp, adaylık döneminden sonra “öğretmen”, “uzman öğretmen” ve “başöğretmen” olmak üzere üç kariyer basamağına ayrıldı. Öğretmenlikte “Adaylık Kaldırma Sınavı” kaldırılıp bunun yerine sözde öğretmenlerin mesleki gelişimlerini hedefleyen bir sınav sistemi devreye sokuldu. Buna göre öğretmenlikte 10 yılını doldurmuş öğretmenlerden MEB’in belirlediği seminer eğitimlerini tamamlayıp, yapılacak olan sınavı başarıyla geçenlere uzman öğretmenlik (yüksek lisans yapmış olan öğretmenler de sınav haricindeki tüm kriterleri sağladığında) unvanı veriliyor. 10 yıllık uzman öğretmenler de başöğretmenlikle ilgili eğitimlerini tamamlayıp, sınavda başarılı olduklarında (doktora eğitimi yapmış olan uzman öğretmenler de sınavdan muaf edilip, sınav haricindeki diğer kriterleri sağladığında) başöğretmen unvanı veriliyor. Unvan değişikliği alan öğretmenlerin hem derecelerinde hem maaşlarında artış vaat ediliyor ve eğitim tazminatında iyileştirmeye gidiliyor. Ayrıca 1. dereceden kadroda çalışan öğretmenlerin ek göstergeleri de 3000’den 3600’e çıkarılıyor. Ek göstergeyi düzenleyen madde 15 Ocak 2023 tarihinde yürürlüğe girecek.
Öğretmenler ne istiyordu, iktidar nasıl bir kanun çıkardı?
Kariyer basamakları meselesi yeni bir mesele değil aslında. MEB’in 2005 yılında Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği ile öğretmenlik mesleğinde, “öğretmen”, “uzman öğretmen” ve “başöğretmen” olmak üzere kariyer basamakları oluşturulmuştu. 2005 Kasımı ve 2006 Nisanında birer kere yapılan sınavlarla 110 bin 352 öğretmen uzman, 418 öğretmen de başöğretmen yapılmıştı. Yönetmeliğe göre her yıl bir kere yapılacak olan bu sınavla bu süreç devam ettirilecekti ama “kariyer” alacaklara çok iyi ücretler verileceği söylenmesine rağmen bu sistem öğretmenler arasında çok büyük bir tepkiyle karşılanmıştı. O dönem öğretmenler arasında geniş bir tabana sahip olan KESK’e bağlı Eğitim-Sen’in daha örgütlü yürüttüğü mücadele sayesinde AKP iktidarı bu “kariyer” meselesini sessizce kapatıp, rafa kaldırmak zorunda kalmıştı. AKP toplumsal tepkileri yükseltmek yerine olumlu bir imaj çizmenin kendisi için daha hayırlı olacağına karar vermiş olacak ki bu sınav bir daha gündeme getirilmemişti. Aradan 16 yıl geçmesine rağmen yeni bir sınav yapılmamış, kariyer basamaklarında “yükselen” öğretmenlerin unvanları için aldıkları ek ödemeler de yıllar içinde eriyerek kuşa dönmüştü.
Uzun zamandan beri eğitim sendikaları bir meslek kanununun çıkarılmasını istiyorlardı. Çünkü aldıkları ücretlerle geçinmekte zorlanan öğretmenler, ellerinden alınmış birçok hakkın yanı sıra çeşitli özlük sorunlarıyla da boğuşuyorlar. Bu sorunların çözülmesi yönünde birçok talepleri var: Norm kadro, yer değiştirme, il emri tayin hakkı, sözleşmeli öğretmenlere eş durumu tayin hakkı verilmesi, zorunlu hizmet bölgelerinin teşvik edilmesi, sözleşmeli öğretmenliğin kaldırılması, adaylıkta mülakat sisteminin ve angaryaya dönüşmüş olan hizmet içi eğitimin kaldırılması, ücretli öğretmenlik sorununun çözülmesi, tüm eğitim emekçilerine bir maaş tutarında eğitim-öğretim tazminatı ve öğretmenlere 24 Kasımda bir maaş ikramiye verilmesi, tüm öğretmenlerin maaş karşılığı ders saatlerinin 15 saate eşitlenmesi, proje okullarına yapılan haksız atamalara son verilmesi, kreş sorununun çözülmesi, öğretmenlere yönelik şiddet sorununa çözüm bulunması... Öğretmenler tüm bu sorunların çözüleceği bir kanun istiyordu ama bunun kendi örgütleriyle, sendikalarıyla, eğitim uzmanı akademisyenlerin katkılarıyla hazırlanmasını istiyorlardı. Bu kanunla öğretmenler arasında “ücretli”, “sözleşmeli”, “özel okul”, “kadrolu” gibi ayrımcılığa yol açan statülerin kaldırılıp, öğretmenlerin ücretlerinin ve özlük haklarının iyileştirilmesini, eğitim faaliyetlerine katkılarını artıracak biçimde inisiyatif almalarının önünün açılmasını istiyorlardı. Fakat getirilen Öğretmenlik Meslek Kanunu bu sorunların küçük bir kısmını bile çözmeye dönük herhangi bir düzenleme içermediği gibi yeni sorunların da kapısını sonuna kadar açmaktadır. Gelinen noktada iktidar 20 yıl boyunca yaptığını yine yapmış, işçi sınıfı cephesinden gelen her talebe kulağını tıkayıp sermayenin ihtiyaçlarına göre bir yol çizmiştir. Yıllar içinde giderek eriyen, özellikle 2016’dan itibaren üye kaybeden muhalif sendikaların bu durumundan yararlanan iktidar, karşısında güçlü bir örgütlülük göremediği için öğretmenlerin yıllardır istediği meslek kanununun yerine kendi çıkarlarına hizmet edecek bir kanun hazırlayarak “alın size meslek kanunu!” demiştir.
Nitekim iktidar bu kanun çıktıktan sonra sürecin her kademesinde öğretmenlerin katılım sayısını basına açıklayarak “hani öğretmenler tepkiliydi?”, “hani öğretmenler bu kanunu istemiyordu?” dercesine sendikaların tabandan kopuk olduğunu göstermeye, örgütsüz öğretmenleri de pasifize etmeye çalıştı. MEB, yazın, dinlenmek üzere girdikleri tatilde bile öğretmenleri her biri 20-25 dakikalık eğitim videolarını (uzman öğretmen adayları için 180, başöğretmen adayları için 240 ders) izlemeye mecbur kıldı. Sendikaların dayatılan bu eziyete ilişkin eleştirilerini boşa çıkarmak için de, ilk haftanın sonunda videolarını “bir şekilde” bitirebilenlerin sayısını “haftanın elemanı” gibi açıklayarak, bu eğitimleri bitiremeyenleri adeta “tembeller güruhu” olarak lanse etti. Öğretmenlerin yaz tatilinde bulundukları yerde internet olup olmadığını umursamayan, internet kullanımı için hiçbir destekte bulunmayan MEB’in, hızlı izleme programlarıyla izleyenleri cezalandıracağı tehditleri de cabasıydı! Her açıklamasında, her eyleminde öğretmenleri kamuoyuna “yattığı yerden para kazanıyorlar”, “aldıkları parayı hak etmiyorlar”, “öğretmenler eğitime yük” diyerek “nitelikleri düşük” algısı yaratmak için çırpınan iktidar şimdi de “niteliği arttırma” bahanesiyle adeta öğretmenlerin boynuna bir gem takıp rahatlamak istiyor!
İktidar, öğretmenleri örgütsüzlüğün dibindeki karanlığa atmak, tamamen teslim almak, kendi politikalarının uygulayıcıları haline getirebilmek için her yolu deniyor. Öğretmenlik Meslek Kanunu ile de bir taşla birçok kuş vurmaya çalışıyor. Öğretmenler odasında ücretli öğretmenlerle kadrolular arasına koyduğu bariyerleri bu defa kadrolular arasına da koyarak kendilerini işçi sınıfının bir parçası olarak göremeyen öğretmenlerin, aynı sorunlara sahip bir meslek grubu olarak görmelerini de engellemek istiyor. Öğretmenleri kariyer basamaklarını tırmanma derdine sokarak, sadece sınavı geçmenin yeterli olmadığı, okul idarelerinin vereceği görev ve sorumlulukların da gerekli olduğu prosedürlerle, çoğunluğu iktidarın ve tarikatların güdümünde olan okul idarelerine biat ettirmeye çalışıyor!
Kariyer basamaklarını “tırmanabilmek” için ceza almamış olma koşulu ise başlı başına bir sorun! Kademe ilerleme cezası almış olanlar, cezaları özlük dosyasından silindikten sonra uzman öğretmen veya başöğretmen unvanı için başvuruda bulunabilecek. Bu engel, sendikal örgütlenme özgürlüğünü kısıtlama, iktidara güdümlü sendikalara üye olmaya yönlendirme/zorlama amacı taşımaktadır. Hâlihazırda aday öğretmenlerin büyük bir çoğunluğunun, adaylıklarının kaldırılmaması tehdidi ile iktidarın hizmetkârı olan Eğitim-Bir-Sen’e üye yapıldıkları defalarca basına yansıdı. Diğer yandan kanuna göre ister özel ister devlet kurumlarında olsun bütün öğretmenlere “güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması” yapılacak olması, hakkını arayana, eylemlere katılanlara ve iktidara muhalif olanlara aba altından sopa göstermektir.
Öğretmenlik Meslek Kanununa gerekçe olarak öğretmenlerin mesleklerinde kariyer ve liyakat esaslarına uygun olarak ilerlemeleri, mesleki gelişimlerini sağlamaları ve bunlara bağlı olarak özlük haklarının iyileştirilmesinin amaçlandığı iddia ediliyor. Kanundaki “mesleğe başlamış bir aday öğretmenin başarısız bulunması sonucunda 3 yıl süreyle mesleğe alınmama” hükmü kesinlikle öğretmenlik mesleğinin niteliğini arttırmaya dönük bir önlem değildir! Özellikle muhalif öğretmenlerin üzerinde Demokles’in kılıcıdır! Her yıl öğretmen yetiştirmek misyonuyla açılmış olan eğitim fakültelerinden mezun olan yüz binlerce genç, yetersiz oldukları iddia edilerek yıllarca KPSS sınavına takılıp atanmıyor ve işsizliğe mahkûm ediliyor. Sınavı kazanıp atandıktan sonra güvenlik soruşturması için aylarca bekletilme işkencesi yaşatılıyor, bu süreç sona erdiğinde başlayan 2 yıllık adaylık süresinde ise MEB’in “yap” dediği her şeyi yapmak zorunda bırakılıyor. Almadığı seminer, gönderilmediği etkinlik kalmıyor. Adaylık süresinin tüm sorunlarını aştığında bu defa da “eşit işe eşit ücret” alamayacağı koşullar onu bekliyor! Ve bu koşullardan kurtuluşun tek yolu olarak da önüne kariyer sınavı konuyor. Tam bir kısır döngü!
Uzman öğretmenlik ve başöğretmenlikte sınava girmemek için yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlamış olma koşulunun, öğretmenin eğitim ortamında ve toplumda saygınlığını arttıracağı iddia ediliyor. Oysa öğretmenlere neredeyse hayat boyu, üstelik de meslekleriyle ilgisi olmayan bir eğitim zorunluluğu getiriliyor adeta! Burada amaç öğretmenin eğitim ihtiyacına destek olmak değil, birçok vakıf üniversitesinin yüksek lisans ve doktora öğrencisi açığını kapatarak onları ihya etmektir!
Öğretmenler, Öğretmenlik Meslek Kanununu, sendikaları aracılığı ile pek çok yönden eleştirip tepkilerini çeşitli düzeylerde ortaya koymaya çalıştılar. Başta Eğitim-Sen olmak üzere muhalif sendikalar kanun teklifi gündeme geldiği günden itibaren çeşitli kentlerde yaptıkları basın açıklamalarıyla bu kanun teklifinin geri çekilmesini, öğretmenlerin, sendikaların, eğitim uzmanlarının ve akademisyenlerin katkısıyla yeniden hazırlanmasını, sınavın da iptal edilmesini istediler. 14 sendikanın ortak eylem kararıyla öğretmenler, 2 Kasımda ülke çapında uzun zamandır yapılan en kitlesel grevlerini gerçekleştirdiler. İktidar yandaşı sendikalar bile tabandan gelen basınca dayanamayıp sözde eylem yapar görünüp, o hafta yalnızca bir gün, büyük oranda kâğıt üstünde kalacak bir “ilk derse girmeme” kararı almak zorunda kaldılar.
Sendikaların tepkilerine rağmen Kariyer Basamakları Yazılı Sınavı 19 Kasımda yapıldı ve seçim sürecine giren iktidar başvuru yapanların büyük çoğunluğunun kazanacağı bir sınav hazırlayarak bu defa da sınavın kaldırılmasına dönük verilen tepkileri boşa çıkarmak istedi. Son dönemlerde bütün manevralarını “boşa çıkarma”, “çark etme” ve “günü kurtarma” üzerine kurgulayan iktidar bu meselede de farklı bir tutum takınmadı. Sıra eğitimle ilgili sorunları çözmeye geldiğinde bu sorunları görmezden, duymazdan gelirken, ÖMK meselesinin tüm süreçlerinde iş bitirici kesildi. Sınav sonuçları bile 18 gün erken açıklandı! Sınavdan muaf olanlarla beraber 516 bin 974 öğretmen “uzman öğretmen”, 66 bin 679 öğretmen de “başöğretmen” olma hakkı kazandı. Yani toplamda 1 milyon 201 bin 138 öğretmenden 583 bin 657’si kariyer basamaklarını tırmandı! Sürecin başından beri seminer eğitimine başvuranların, sınava başvuranların, sınavı kazananların sayılarını sürekli yayınlayan iktidar, bir madende çalışmak için on binlerce işçinin girdiği başvuru kuyruğundan hiçbir farkı olmayan bu yoğun başvurulardan kendine övünç payı çıkarıyor! Oysa öğretmenlerin muhalif sendikalardan uzaklaşmasına, örgütsüz hale gelmesine yol açan korku iklimini yaratan, onları yoksulluk sınırının altında yaşamaya mecbur eden, üç beş kuruş daha fazla ücret almak için bu yarışın içine iten bizzat kendisidir.
Nitekim öğretmenlerin de, kamudaki diğer çalışanların da hayatını yaşanmaz hale getiren hamleler devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde kamudaki sendikalara, üyelerinin toplu sözleşme ikramiyesinden yararlanabilmelerinin koşulu olarak %2 baraj şartı getiren bir düzenleme TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Bu düzenlemeye göre, %2 barajını aşan sendikaların üyeleri, yılda dört kez, toplu sözleşme ile belirlenecek tutarda “toplu sözleşme ikramiyesi” alacaklar. Aşamayanların üyeleri ise sadece belirlenen gösterge rakamına göre hesaplanan bir “toplu sözleşme desteği” alacaklar. Bu durumda ilk gruptakilerin aldığı ikramiye ile ikinci gruptakilerinki arasında üç kata yakın bir fark (700 TL’ye karşılık 250 TL gibi) olacak. Eğitim sektöründeki 49 sendikadan %6,2’lik orana sahip olan Eğitim-Sen’in de içinde olduğu yalnızca dört sendika bu barajı geçebiliyor. Sonuçta iktidar Eğitim-Bir-Sen ve Türk Eğitim-Sen gibi yandaş sendikalardaki erimeyi durdurmak ve muhalif sendikaların altını oymak için dört koldan saldırıya geçmiş durumda.
Toplumu kutuplaştırarak birbirine düşürmek, muhalefet cephesini umutsuzluğa düşürmeye çalışmak, muhalif sendikaların altını daha fazla oymak... İşte iktidarın “başarı” sırrı! Ama hiçbir şey bitmiş ve sona ermiş değil! Yasanın geçmiş olması, iktidarın alelacele başlattığı bu sürecin geri dönülmez bir noktaya geldiği, tersine çevrilmeyeceği anlamına gelmiyor! Daha önce nasıl ki başlayan bir süreç örgütlü gücün zoruyla durdurulduysa, aynı kazanımlar tekrar hayata geçirilebilir. Ama öğretmenlerin bunu başarmasının tek bir yolu var: Örgütlü bir saldırının karşısına örgütlü bir güçle çıkmak, bu bilince yeniden kavuşmak! İktidarın o çok korktuğu ve kalbinden bıçaklamak istediği güçlü örgütlülüğe ve militan mücadeleye yeniden kavuşmak! Bugün dünyanın neresinde olursa olsun, tüm baskıcı rejimlerin altında örgülü işçi sınıfı şu sloganın hayati bir slogan olduğunu bize tekrar tekrar hatırlatıyor: “Örgütlüysek her şeyiz, örgütsüzsek hiçbir şey!”
link: Aylin Dinç, Öğretmenler Böyle Bir Meslek Kanunu mu İstedi?, 1 Ocak 2023, https://marksist.net/node/7824
Katar’dan Mersin’e İsraf Her Yerde!
Çürümenin Vardığı Narko-Mafyatik Bataklık