Toplumsal eşitsizliğin boyutu o dereceye ulaştı ki, çürüyen ve çıkmaza giren kapitalizmin keskinleştirdiği çelişkiler artık gözlerden gizlenemiyor. Bu durum, egemenlerin de paçasını tutuşturuyor. Toplumsal hareketlerden duydukları korku nedeniyle yapılan toplantı ve zirvelerde sözde çözüm önerilerinin ardı arkası kesilmiyor. “Büyük Reset” mi dersiniz, “Paydaş Kapitalizmi” mi dersiniz… Kuşkusuz bu öneriler insanlığın güzel bir dünyada yaşaması için değil kapitalist sistemin ömrünü uzatmak için yapılıyor. Sistemin acil tamir görmesi, çeşitli reformların yapılması, yardımların arttırılması gibi öneriler kapitalist efendilere uyarı olurken, işçi-emekçilerin gözlerini boyamanın, onları oyalamanın aracına dönüştürülmek isteniyor.
Düzenlenen zirvelerin yanında dünya ekonomisi açısından otorite kabul edilen çok sayıda kuruluş tarafından yayımlanan raporlar, insanlığın kapitalist sistemde neden geleceğinin olmadığını çarpıcı bir biçimde gösteriyor. Kapitalist sistemde çürümenin boyutunu ve derinliğini ifşa ediyor. Bu raporlardan biri olan Dünya Bankasının Yoksulluk ve Paylaşılan Refah Raporunun[1] 2022 yılı verileri geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Raporda, aşırı yoksulluğu 2030 yılına kadar sona erdirme “hedefinin” gelecek 10 yılda ekonomik büyüme tahminlerinin tutmaması halinde olası görünmediği ifade ediliyor. 2030’a kadar yaklaşık 600 milyon insanın günlük gelirinin hâlâ 2,15 dolardan az olacağı tahmininde bulunuluyor. Dünya Bankası Başkanı David Malpass rapora ilişkin açıklamasında, Covid-19 salgınının 1990’dan bu yana süren küresel yoksulluğu azaltma çabalarına en büyük darbeyi indirdiğini, Ukrayna’daki savaşınsa işleri daha da kötüye götürdüğünü söylüyor. 2030 yılına kadar koyulan hedef aşırı yoksulluğu (aşarı yoksulluk olarak tarif edilen şey gerçekte açlık düzeyidir) bitirmek, zengin ve yoksul arasındaki uçurumu pandemi öncesi seviyesine düşürmek.
Peki pandemi öncesinde zengin ile yoksul arasındaki uçurum ne boyuttaydı? “Credit Suisse’in Kasım 2017 tarihli Küresel Zenginlik Raporuna göre, küresel zenginlik on yıl öncesine göre yüzde 27 artarak 280 trilyon dolara çıkmış. Peki, bu zenginliğin tümünü yaratan emeğin ondan aldığı pay ne kadar artmış? Koca bir sıfır! Daha doğrusu, emekçilerin aldıkları pay sabit bile kalmayıp çarpıcı bir şekilde azalmış. Örneğin 2016 tarihli bir Oxfam araştırmasına göre, en yoksul yüzde 50’nin sahip olduğu toplam zenginlikte 2010-2015 arasında yüzde 41 oranında bir düşüş yaşanmış; üstelik küresel nüfustaki 400 milyonluk artışa rağmen! Buna karşılık, en zengin yüzde 1’lik kesim 2001 yılında küresel gelirin yüzde 45,5’ine sahipken, bu oran bugün [2017-S.T.] yüzde 50,1’e yükselmiş.”[2] Anlayacağımız üzere kapitalist sistem, her geçen gün artan çürümüşlüğüyle zenginle yoksul arasındaki farkı geri dönüşsüz bir biçimde arttırırken, sistemin akıl hocaları da hedeflerini aynı oranda değiştirmektedirler. Bugün dünkü oranları yakalamayı hedefleyenler, yarın bugünkü oranları hedef olarak koyacaklar önlerine.
Farklı raporların değişmeyen sonuçları, kapitalist sistemin milyarlarca emekçiye bir şey vermediği gibi ellerindekini de aldığını gösteriyor. Nitekim Dünya Bankasının raporunda 2020’de 70 milyon insanın Covid-19 nedeniyle aşırı yoksulluğa itildiği belirtiliyor. Bu sayıyla beraber 2020’de aşırı yoksul insan sayısı yüzde 11 artışla 719 milyona yükselmiş. Bununla birlikte 2020’nin kırılma noktası olduğu, sonuç olarak pandeminin maliyetini en yoksul insanların yüklendiği ifade ediliyor. İngiliz “yardım kuruluşu” Oxfam’ın verilerine göre 18 Mart 2020 ile 31 Aralık 2020 arasında pandemi nedeniyle küresel milyarderlerin toplam servetlerindeki artış 3,9 trilyon dolara ulaşmış.
Benzer sonuçlar açıklayan farklı raporlar da sistemin çürümüşlüğü hakkında kanıt niteliğinde. Dünyanın önde gelen bankalarından Credit Suisse’in 2022 Küresel Servet Raporu da yayımlandı.[3] Rapora göre 2021 sonu itibariyle dünyadaki toplam servet bir önceki yıla göre yüzde 9,8 artarak 463,6 trilyon dolara yükselmiş. Peki toplam servetin dağılımı nasıl gerçekleşmiş? Dünya nüfusunun en zengin yüzde 1,2’lik bölümünün toplam serveti 221,7 trilyon dolara ulaşırken, dünya nüfusunun yüzde 53,2’sini oluşturan “en alttaki” 2,8 milyar insanın toplam serveti sadece 5 trilyon dolar olmuş. Dünya Eşitsizlik Laboratuvarı tarafından yayımlanan Dünya Eşitsizlik Raporunun[4] verileri de gelir dağılımındaki eşitsizliğin geldiği boyutu gösteriyor. Rapora göre 2021’de dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sinin küresel servetten aldığı pay yalnızca yüzde 2 olurken, en zengin yüzde 10’un payı ise yüzde 76 oldu.
Tüm bu veriler bize kapitalist özel mülkiyetin karakterini ve Marksizmin yıllar öncesinden yapmış olduğu tespitlerin doğruluğunu gösteriyor. “Sermayenin tekelleşme eğilimini 1843 gibi erken bir tarihte tespit eden Engels, merkezileşmenin özel mülkiyetin doğasından kaynaklandığını vurgulayarak, orta sınıfların giderek artan biçimde yok olacağına ve dünyanın yoksullar ve milyonerler olarak bölüneceğine dikkat çekiyordu. Liberal iktisatçılar serbest rekabet nutukları atarken, rekabetin tekeli, tekelin de rekabeti yarattığına dikkat çeken Engels, sorunun kaynağının tek tek tekeller değil özel mülkiyet tekeli olduğuna ve bu büyük tekele dokunmaksızın küçük tekellere saldırmanın yetersizliğine ve ikiyüzlülüğüne işaret ediyordu.”[5] Bugün kapitalizmin insanlığı getirdiği nokta Marksizmin tespitlerinin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde doğrulandığını gösteriyor.
Forbes dergisinin rakamları da bize zenginliğin ve servetin tekelleştiğini gösteriyor. Araştırmaya göre dünyanın en zengin 10 insanının toplam serveti Türkiye, Endonezya, Hollanda, Suudi Arabistan, İsviçre, Belçika, İsveç gibi aralarında G-20 üyeleri de bulunan pek çok ülkenin milli gelirlerini geride bırakıyor. Gelir dağılımındaki eşitsizlik insan sağlığından çevreye birçok alandaki eşitsizliği de beraberinde getiriyor. Sağlık dergisi JAMA’da yayınlanan bir araştırmaya göre en zengin yüzde 1’in içinde yer alan bir erkeğin ortalama yaşam beklentisi en yoksul yüzde 1 içindeki erkekten 15 yıl fazla. Kadınlarda bu fark 10 yıl. Bir başka hesaba göre ise en zengin yüzde 1’lik kesim, en yoksul yüzde 50’ye göre kişi başına ortalama 69 kat daha fazla karbon salımı yapıyor. Yani doğaya 69 kat daha fazla zarar veriyor.
Tüm bu veriler ışığında söylenebilir ki, korkunç düzeye ulaşan eşitsizlik egemenler ve sözcülerinin dediği gibi kapitalizmi iyileştirmekte çözülemez. Çünkü özel mülkiyete ve artı-değer sömürüsüne dayanan bu sistem, bu özünden arındırılıp iyileştirilemez. Kapitalizm var olduğu sürece savaş ve ekonomik yıkımların bedelini emekçiler ödeyecek. Yıllar değişiyor, oranlar değişiyor ama sistemin çarklarının ne pahasına döndüğü gerçeği değişmiyor. Eşitsizlikleri ortadan kaldırmanın yolu işçi sınıfının sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için kapitalizme karşı mücadelesinden geçiyor.
[2] İlkay Meriç, Tekellerin Tahakkümü ve Artan Çelişkiler (Aralık 2017), marksist.com
[5] İlkay Meriç, age
link: Serkan Tekin, Birçok Rapor, Tek Gerçek, 13 Kasım 2022, https://marksist.net/node/7796
Faşizmin Kadın ve LGBT Düşmanlığı
Rosenberglerin “Anı”sı Yaşıyor