Bugünlerde meydanları bu ve benzeri sloganlarla inleyen Kolombiya’da işçi sınıfı bir buçuk yıllık aranın ardından “nerede kalmıştık” dercesine yeniden sokakta. KDV ve akaryakıt zammıyla emekçilerin sırtındaki vergi yükünü arttıran yeni yasası tasarısına 28 Nisanda gidilen süresiz genel grevle yanıt veren yüz binlerce işçi, köylü ve öğrenci, 1 Mayıs’ta da kitlesel gösteriler düzenlediler. Oligarşinin has temsilcisi olarak iktidarda bulunan Ivan Duque hükümeti bu greve ve gösterilere her zaman olduğu gibi azgın bir devlet terörüyle yanıt verdi. Ne var ki işçilerin, emekçilerin, bir hafta içinde onlarca insanın katledilmesine rağmen geri adım atmamaları üzerine 2 Mayısta tasarıyı geri çektiğini duyurdu ve Maliye Bakanı istifa etti. Ama kitleler “bu kadarı yetmez; emeklilik, sağlık ve eğitim sisteminde iyileştirme istiyoruz” diyerek evlerine dönmediler ve Ulusal Grev Komitesinin 5 Mayıs için yaptığı eylem çağrısına yine yüz binlerle katıldılar.
Bunda kitlelerin devlet terörüne duydukları öfke de büyük bir rol oynuyor. Kolombiya’da son bir haftada 30’dan fazla emekçi, halkın karşısına tanklarla, helikopterlerle, otomatik silahlarla dikilen polis ve ordu tarafından katledildi. Yüzlerce emekçinin gözaltına alınıp işkenceyle gözdağı verilmeye çalışıldığı, evlere ve insan hakları örgütlerinin bürolarına gece yarısı baskınlarının düzenlendiği ülkede çok sayıda insandan haber alınamıyor. Yoksulluk, işsizlik ve koronadan sapır sapır ölürken bir de kurşunlarla katledilmek emekçileri iyice çileden çıkarmış durumda. Hükümetin olağanüstü hal tehditlerine aldırılmayarak polis terörüne karşı sokaklara barikatların kurulduğu Kolombiya’da yüz binlerce emekçi, bir buçuk yıllık bir aranın ardından yeniden ayağa kalkmış durumda.
Kolombiya, 10 milyar doları aşan yıllık askeri harcama miktarıyla, Latin Amerika’nın milli gelire oranla en yüksek savaş harcaması gerçekleştiren ikinci ülkesidir. 60’lı yılların başlarından itibaren ABD’nin bölgedeki karşı-devrim üssü haline getirilen bu devlet, tam bir iç ve dış savaş aygıtı olarak yapılandırılmıştır. Dünyada en fazla sendikacı katliamının yaşandığı bu ülkede son on beş yılda 3 bine yakın sendika yöneticisi ve üyesi öldürülmüştür. “Devletin paramiliter güçlerle birlikte işlediği bu cinayetlerle işçi sınıfına, yoksul köylülere ve öğrencilere gözdağı vermek istediği bu ülkede, onyıllardır CIA’in kitle pasifikasyonu programları eşliğinde korkunç bir devlet terörü uygulanmaktadır. FARC başta olmak üzere 1960’lardan bu yana mücadele yürüten gerilla örgütlerine yönelik devlet terörü neticesinde 267 bin kişi katledilmiş, 6 milyon kişiyse göç etmek zorunda kalmıştır. Sadece 2016’daki «barış anlaşması»nın ardından öldürülen FARC militanlarının, sendikacıların, gazetecilerin, köylü liderlerinin vb. sayısı bile 300’ü geçmiş durumdadır. Bugün Duque yönetimine karşı yükselen tepkinin bu boyutlara ulaşmasında, kendinden önceki hükümetin imzaladığı bu anlaşmanın her maddesini ihlal etmekle yetinmeyip, anlaşmayı savunanları teröre destek vermekle suçlayarak devlet terörünü tırmandırması da önemli bir rol oynuyor.” (İlkay Meriç, Kıtadaki İsyan Dalgası Kolombiya’yı da İçine Aldı, Aralık 2019, marksist.com)
2018 Ağustosunda başkanlık koltuğuna oturan Ivan Duque[*] işbaşına gelir gelmez ağır bir ekonomik saldırı programını gündeme getirmişti. Bugünküne benzer biçimde KDV oranını sıçramalı bir şekilde arttırmayı, akaryakıt fiyatlarını yükseltmeyi ve eğitim başta olmak üzere temel hizmetlerde kesintiye gitmeyi planlayan Duque, işçilerin, emekçilerin kitlesel tepkisiyle karşılaşmıştı. Bu büyük tepki yüzünden geri adımlar atsa da, söz konusu programı her fırsatta yeniden gündeme sokmuştu. Bu bağlamda en kitlesel eylemler bir buçuk yıl önce yaşanmıştı. Kısaca hatırlatacak olursak, Kolombiyalı işçiler, emekli maaşlarında, eğitim bütçesinde, asgari ücrette ve zenginlerden alınan vergilerde indirime gidilmesini öngören saldırı planı karşısında 2019 sonbaharında yüz binlerle ayağa kalkmışlardı. 21 Kasım 2019’da gerçekleştirilen genel greve ve protesto gösterilerine, tüm kent ve kasabalarda toplamda 1 milyona yakın emekçi katılmıştı. Bu, 1980’lerden bu yana görülen en kitlesel eylemdi. Sokağa çıkma yasağı uygulanması, sınırların kapanması, medya bombardımanıyla yalanlar yayılıp tehditler savrulması, on binlerce polisin devreye sokulması, muhalif parti binalarına, evlere vb. baskınlar düzenlenmesi emekçileri sindirmeye yetmemişti. Bir hafta sonra, sendikaların, yerli, köylü ve öğrenci örgütlerinin oluşturdukları Ulusal Grev Komitesi öncülüğünde gerçekleştirilen ikinci genel greve yine yüz binler katılmıştı. Bu kez, vergi tasarısının ve kemer sıkma planlarının geri çekilmesine ek olarak, gösterilerde 4 kişinin ölümünden sorumlu olan özel polis gücünün (ESMAD – Mobil Anti-İsyan Birliği) dağıtılması, FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri adlı gerilla örgütü) ile varılan anlaşmanın uygulanması gibi politik talepler de eklenmişti işçilerin yayınladıkları manifestoya.
Milyonlarca emekçinin sağlığını korumak yerine tekelci sermayeyi ihya etmekle meşgul olan Duque hükümetinin “salgınla mücadele” bilançosu, Covid-19 nedeniyle 76 bini aşkın ölüdür. Üstelik bu resmi rakamdır. Dünyanın tamamında olduğu gibi Kolombiya’da da Covid’den ölenlerin neredeyse tamamı, çoğu yoksullar olmak üzere emekçi sınıfın unsurlarıdır. Sağlık sisteminin büyük ölçüde özelleştirilmiş olması, hastanelerin yetersizliği, aşılama oranının düşüklüğü, Covid testlerinin ücretli yapılması ve yoksulluğun patlaması, vaka ve ölü sayılarının yükselmesinin başlıca müsebbibidir. Sermaye hükümetlerinin kriz ve salgının faturasını kime kestikleri açıktır. Bunların düsturları sermayeyle dayanışırken, işçilere, emekçilere vergileri, zamları, işsizliği dayamaktır!
Kapitalizmin tarihsel krizi işçi sınıfını olduğu kadar, kır ve kent küçük burjuvazisini de büyük bir hızla yıkım girdabına çekiyor. Küçük köylülerin, esnafın, kendi hesabına çalışan profesyonel meslek sahiplerinin, zanaatkârların, sanatçıların vb. kapitalizmin ortaya çıktığı ilk dönemlerden itibaren adım adım proleterleştikleri biliniyor. Ancak içinden geçtiğimiz dönemde, tarihsel olarak bu sürecin daha düşük hızlarla ilerlediği ülkelerde bile büyük bir altüst oluş yaşanıyor ve yıkım süreci hızlanıyor. Burjuva propagandanın aksine, bu, pandeminin yol açtığı ve onun ortadan kalkmasıyla birlikte yok olacak bir olgu değildir. Önümüzdeki dönemde işsizlik ve yoksulluk girdabına yeni yeni milyonların kapılması kaçınılmazdır. Buradan tek çıkış vardır: Kapitalizmi yıkmak ve işçi sınıfının iktidarı altında tüm üretici güçleri insanlığın hizmetine sunmak! Bu çıkışa yönelmenin geciktiği her gün, işçi ve emekçi kitleler sefalet, acı ve kederi katmerli bir şekilde yaşayacaklardır ne yazık ki.
[*] Duque’nin arkasındaki isim, yolsuzluk suçlamalarıyla yargılanıp ev hapsine mahkûm olduğu için başkanlık koltuğunu terk etmek zorunda kalan faşist Alvaro Uribe idi. Uribe geçtiğimiz Eylül ayında serbest bırakıldıktan sonra ipleri daha serbest bir şekilde eline aldı.
link: İlkay Meriç, Kolombiya: “Fakirlere Ekmek Yoksa Zenginlere Huzur Yok!”, 8 Mayıs 2021, https://marksist.net/node/7355
1 Mayıs 2021: Ateş Yanıyor!
Suriye Savaşının 10 Yılı: Bir Halkın Felâketi