Covid-19 bahanesiyle milyonlarca işçi işten atıldı. Milyonlara yenileri eklenmeye de devam ediyor. İşten atılanların, ücretsiz izne çıkarılanların yani “işsizlerin” içerisinde, üniversitelerde çalışan akademisyenlerin de olduğu birçok farklı sektörden çalışanlar yer alıyor. Geçtiğimiz günlerde mezun olduğum okulda akademisyen olan ve aynı zamanda iki dersini almış olduğum “profesör” unvanlı bir hocamın mektubuna denk geldim. Üç ay ücretsiz izne çıkartılan hoca, “Sayın Cumhurbaşkanına, TBMM Başkanına, YÖK Başkanına” diye başlayarak bir açık mektup paylaşmış. Mektubunda öne çıkanlar ise şöyle:
“Bu ülkenin geleceği olan üniversiteler Anayasa’nın 130. maddesine göre çağdaş eğitim-öğretim ile toplumun gereksinimlerine uygun meslek sahibi insan yetiştirmek, araştırma-geliştirme yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet götürmek üzere ‘ayrıcalıklı’ olarak tanımlanmış, kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip kurumlardır…7244 sayılı yasanın 7. maddesi ile 25/8/1999 tarihli ve 4447 Sayılı İşsizlik Sigortası Yasasına geçici 24. madde eklenmiştir. Bu ek madde ile 4857 Sayılı İş Yasasında değişiklik yapılarak işverene işçisini 3 ay süreyle zorunlu izne ayırma olanağı tanınmıştır. Vakıf üniversiteleri mütevelli heyetleri bu maddeyi dayanak gösterip kendisini “işveren”, akademisyeni ise “işçi” olarak görüp her seferinde yargıdan dönen uygulamalara pervasızca imza atabilmektedirler. Vakıf üniversitesi akademisyenleri sadece maaş bakımından İş Yasasına bağlıdır; onun dışında süreklilik gösteren eğitim, öğretim, araştırma, tez yürütücülüğü, öğretim üyesi yetiştirme, danışmanlık, toplumsal sorumluluk dâhil bütün süreçlerde devlet üniversitesi akademisyenleriyle aynı haklara ve yükümlülüklere sahiptir. O nedenle hakları ve sorumlulukları süreklidir; tekstil atölyesindeki bir işçi gibi ücretsiz izne çıkarılamaz. Çıkarılması hem akademik sürekliliğe hem de anayasanın, yasaların ve ilgili yönetmeliklerin ruhuna aykırıdır.”
Bu mektubun ardından üniversiteden uyarı niteliğinde yanıt gelerek, mektubun kaldırılması talep edilmiş. Hoca ise öncekine benzer şekilde yanıt verip, “parça başı çalışan tekstil atölyesi işçisi” olmadığını tekrardan vurgulamış. Kendi hakkını savunurken, başka işçilerin yaptığı işi değersiz görmek nasıl bir zihniyetin ürünüdür? Hocanın yapmış olduğu üniversite tanımından başlayalım. Üniversiteler ülkenin, toplumun gereksinimlerine göre değil, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda eğitim veren kurumlardır. Nitekim “üniversite-sanayi işbirliği” adı altında uygulamaya konulan çeşitli projelerle sermayedarların nasıl daha çok kazanabilecekleri üzerinde kafa yorulmaktadır. İnsanlığın değil egemen sınıfın emrindeki üniversiteler, burjuva ideolojisinin yeniden üretiminin ve topluma kabul ettirilmesinin bir aracı olarak işlev görmektedir. Başlı başına anti-demokratik olarak kurulan YÖK’ün kendisi bile bu gerçeği göstermektedir. 12 Eylül darbecilerine göre üniversiteler “anarşinin” kaynağıydı. Dolayısıyla kontrol altında tutulmalıydı. Faşist darbeden bir yıl sonra 6 Kasım 1981’de hocanın belirttiği “ayrıcalıklı” kurumlar YÖK ile birlikte daha da “ayrıcalıklı” hale getirildi! Artık “Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen” nesiller yetiştirilecekti!
Üniversitelerin reklamlara ayırdıkları bütçelerin kütüphanelere ayırdıkları bütçelerden altı kat fazla olduğu belirtiliyor. Bu gerçek bile üniversitelerin ne kadar bilim yuvası ve ne kadar ticarethane olduğunu göstermeye yeterlidir. Toplumun ihtiyaçlarına göre araştırma-inceleme yaptıkları iddia edilen kurumlar öğrenci kapma yarışında başarılı olmak için reklamlara olabildiğince hız vermektedirler. Önemli olan çarkın dönmesidir. YÖK, kalitesizliğin önüne geçmek şöyle dursun, hakkıyla işini yapmaya çalışanların işleri engellenmektedir. Toplumun esas gereksinimlerine uygun olarak sesini çıkaranların, mesela “bu suça ortak olmayacağız” adlı metne imza atanların başlarına olmadık şeyler geldi. Ülkeye ve insanlığa hizmet için imza atmaları önemli değildir. Önemli olan, egemen fikre koşulsuz, şartsız tam biat edilmesidir. Üniversiteler sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen kurumlardır. Özel veya devlet üniversitesi olması özünde hiçbir şeyi değiştirmez. Doğrudan iktidardan beslenen kalemşorlar, büyük şirketlerin danışmanlığını yapan bir azınlık dışında yer alan akademisyenler aslında nesnel olarak birer işçidirler. Emek güçlerini belli bir ücret karşılığında satarak hayatlarını idame ettirirler. Bunda da utanılacak bir durum yoktur ve olmamalıdır. Fakat hayaller dünyasında “ayrıcalıklı” olduğunu düşünenlerin, bu tür hayalleri gerçeklik karşısında tuzla buz olmaya mahkûmdur. İktidarın işten atmaları yasaklıyorum deyip ücretsiz izne çıkarmaların önünü açmasının yanlışlığına değinme ihtiyacı duymuyor hocamız. Oysa insanlığa hizmet götürme gibi büyük bir iddiası olan birinin en azından bu hususa dair birkaç kelam etmesi beklenirdi.
Tekstil atölyesinde çalışan bir işçi ücretsiz izne çıkartılabilirmiş mesela! Hocamıza göre bu olağan bir durumdur. Emek gücünü satarak geçimini sağlayan bir tekstil işçisi ile bir üniversitede görev alan akademisyen arasında özünde nasıl bir fark olabilir? Bir atölye düşünelim. Günün sonunda patron işçiyle yaptığı sözleşmeye bağlı olarak ona belli bir miktar ücret öder. Şimdi de bir üniversite düşünelim. Bir sermayedar tekstil atölyesinden çıkıp bir üniversite kurmaya karar versin. Belli bir ücret karşılığı öğrenciler bu üniversiteye kayıtlarını yaptırsın. Okulun temizlik işlerini yapacak olan personel alınsın. Yemekhanesi, servisi, yurdu vb. işleri için personel alınsın. Bu öğrencilere ders verecek, yayınları hazırlayacak akademisyenler alınsın. Tekstil patronu ne kadar işçileri düşündüğü için atölyeyi açtıysa üniversite sahibi de o kadar toplumu düşündüğü için üniversiteyi açmıştır. İkisinde de temel gaye kârdır. Yoksa kâğıt üzerine yazıldığı gibi toplumun ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiş kurumlar değildirler. Yapılması gereken şey haksızlığa karşı çıkarken bir başka yanlışı öne sürerek haklı olduğu göstermek değildir. Asıl anlamlı ve kıymetli olan işçi sınıfının bir üyesi olduğunu bilerek yapılanlara karşı çıkmaktır.
link: Gebze’den bir işçi, Akademisyenler Ayrıcalıklı mıdır?, 9 Haziran 2020, https://marksist.net/node/6962
Hayırseverlerin İnayetini Değil, Hakkımız Olanı İstiyoruz
Kanada’da Siyah Kardeşlerimizle Birlikte Yürüdük