Merhaba dostlar,
Sizlerle yaşadığım bir diyalogu paylaşmak istiyorum. Bu diyalogu paylaşmamak, işçi dostlarıma bir haksızlık olurdu diye düşünerek sizlere yazmaya karar verdim.
Bildiğimiz gibi, Ramazan bayramı tatili birçok çalışan için uzun bir tatil oldu. Ekonomik krizin derinleşmesi ve işlerin olmayışı yüzünden pek çok işyerinde yıllık izinlerle bayram tatili birleştirildi. Ben de metal sektöründe çalışan bir işçi olarak uzun tatil yapanlardan biriyim. Bayramın birinci günü akraba, eş dost ziyaretini bitirdik. İkinci günü için de, “madem İstanbul’da yaşıyoruz, bari birkaç yerini gezelim” dedik ve plan yaptık. Bu plan kapsamında sabahın erken saatinde yola çıktık. Çıktık çıkmasına da, arabaya bindiğimiz gibi iki dakika sonra inmemiz bir oldu. Teker inmişti aşağı. En yakın benzin istasyonuna çektim arabayı. İstasyondaki hava ile tekeri şişirmeye çalıştım ancak olmadı. Bastığım hava aynı şekilde dışarı çıkıyordu. Anladım ki, benim halledemeyeceğim bir sorun var. Gezme planıyla yola çıkmıştık ama şimdi plan değişmişti. Bayramın ikinci günü her yer kapalıydı ve lastik işini nasıl çözeceğimizi düşünmeye başladık.
Oturduğum bölgede bildiğim birkaç tamirci vardı. En yakın tamirciye doğru yol aldım. Kapalı olduğunu tahmin ediyordum. Belki bir cep numarası vardır diye düşündüm. Düşündüğüm gibi de oldu. Duvara yazılı olan telefon numarasını aldım ve aramaya karar verdim. Biliyordum ki aradığım numaradaki kişi uyuyor olacak. Tabii sabahın erken saati olmasından kaynaklı tereddütle aradım. Birkaç kere çaldıktan sonra uykulu sesle biri açtı telefonu. Yolda kaldığımızı, lastikte problem olduğunu söyledim. Nerede olduğumu sordu, benzin istasyonunda olduğumu söyledim. Karşıdaki kişi uykulu bir sesle “tamam, ben size yardımcı olacağım” dedi. Bu cümle hiç beklemediğim bir cevap oldu. Merakla beklemeye başladım.
Aradan beş dakika geçmişti ki bir araç yaklaştı. “Beni arayan siz misiniz?” diye sordu. “Evet” dedim. Arabadan indi ve doğruca tekere baktı. Hava bastı… Olmadı. “Ben hemen dükkâna gidiyorum, alet alıp geleceğim. Tekeri sökmek lazım” dedi. Konuşması, aksanı farklıydı. Anladım ki kardeşimiz göçmendi. Çabucak gitti ve aletleriyle geri geldi hemen. Lastiği söktü. Sorunu tespit etti. “Bu lastik olmaz, yarılmış yandan, yama tutmaz” dedi. “Peki, ne yapacağız?” diye sordum. “Çıkma lastik bakalım dükkânda” dedi. Onun arabasıyla dükkâna gittik, ama benim araca göre çıkma lastik bulamadık. Gerisin geri benzin istasyonuna döndük. Tamirci arkadaşımızın geldiği andan itibaren çözüm bulmaya çalışması, samimiyeti, içtenliği, benim çaresizliğimi çözmek için çırpınması dikkatimi çekti. Arkadaşımızın hangi ülkeden olduğunu, ailesini vs. de merak etmeye başlamıştım.
En son birlikte bir karar verdik. Yedek lastiği takacaktık. Ama tamirci arkadaş ustalıkla gene en sağlıklı olanı düşünüp önerdi. “Yedek lastiklerin çapı küçüktür. Ön tarafa onu takarsak araba savrulur. Arkadaki lastiği öne alalım, yedeği arkaya takalım. Sen lastik alana kadar bu şekilde bir ay da kullanırsın. Araba savrulmaz” dedi. “Usta sensin, nasıl istiyorsan, nasıl uygunsa öyle yap” dedim ve başladı çalışmaya. Bu arada tabii biz de derin bir sohbete başlamış olduk.
- Usta nerelisin?
- Ben Afganım.
- Ne kadar zamandır buradasın?
- Yaklaşık 6 aydır İstanbul’dayım.
- Maşallah Türkçeyi güzel öğrenmişsin.
- Evet, çabuk öğrendim.
- Sen hep bu işi mi yapıyorsun? Yani Afganistan’da da tamirci miydin?
- Hayır. Ben Dubai’de çalışıyordum. Lüks araçların motorlarını tamir ediyordum. Ama İstanbul’a gelmek zorunda kaldım. Tekrar Dubai’ye gideceğim çalışmaya. Ama bu benim mesleğim değil. Ben üniversiteyi bitirdim. Eczacılık okudum.
- Peki neden kendi mesleğini yapmıyorsun?
- Çünkü savaş var. Bizim ülkede 40 yıldır savaş var. İnsanlar ülkede kalmak istemiyor. İş yok, para yok.
Bu arada yedek lastiği taktık. Titizlikle işini yapan usta, diğer lastiklerin de havasını ölçmek için, çalıştığı tamirci dükkânına aracı götürmeyi önerdi. Benzin istasyonundaki hava göstergelerinin iyi çalışmadığını, acemi insanlar da kullandığı için bozulduğunu, dükkânda ölçersek içimizin rahat edeceğini söyledi ve arabayı dükkâna götürdük. Kompresörü açtı ve hava dolmasını beklerken sohbet etmeye devam ettik.
- Usta bu arada adın ne?
- Yusuf benim adım.
- Yusuf kardeş çocuğun var mı?
- Hayır yok. Ben burada tek yaşıyorum. Ailem Afganistan’da. Bayramda gidemedim. Patronum her şeyi bana emanet etti. Dükkânı, arabasını… Güven çok önemli. Çok param olsa benim için önemli değil. Önemli olan güvendir.
- Ne kadar güzel bak, sen bu güveni kazanmışsın. Güven kazanmak kolay değildir.
- Evet, bak burada kendisi yok. Ben ondan para kaçırsam ne olur? O yok ama Allah var yukarıda.
- Şu anda Afganistan’da durum nedir? Tekrar dönmek ister misin?
- Dönemeyiz. Bak bu bölgede de çok Afgan var değil mi? Gidersek gene savaşın ortasına gideceğiz. Kimden yana olacağız? Savaşan çok birlikler var. Hepsi de yoksul halkı kandırıp para verip kendi birliklerine almak istiyor. Ama bu savaş bizim savaşımız değil. Rusya, Amerika savaş istiyor. Bu yüzden gitmek istemiyoruz.
- Peki ailen ne yapıyor orada?
- Benim bir abim var, doktor. Babam eczacı. Biz şehir merkezinde yaşıyorduk. Ama abimi savaş birliklerinden bir grup kaçırdı. “Sen Amerika’ya yardım ediyorsun” dediler. Serbest bırakılması için bizden para istediler. Babam eczaneyi sattı, evimizi sattık ve abimizi kurtardık.
- Zor durumlar yaşamışsınız Yusuf kardeş. Bak şimdi Suriyeli kardeşlerimiz de savaşın ortasında. Ülkelerinden ayrılmak zorunda kalıyorlar. Buralara göç etmek zorunda kalıyorlar. Bu savaşlar bizim savaşımız değil. Büyük ülkelerin çıkar savaşları. Kim daha çok petrolün sahibi olacak savaşları bunlar. Olan senin benim gibi işçi ve emekçilere oluyor.
- Çok haklısın. Olan biz garibanlara oluyor. Ama burada savaş olsun istemem. Hiçbir yerde savaş olsun istemem. Elhamdülillah biz Müslümanız. Ama Hıristiyan ülkelerde de savaş olsun istemem. Savaş çok kötü bir şey. Her şeyini kaybediyorsun. Savaş sadece malını almıyor, (eliyle kafasını işaret ederek) insanın aklını alıyor aklını. Deliriyorsun.
- Çok doğru söyledin. Savaşın savunulacak bir yanı yok tabii.
Bu arada lastiklerin havası da kontrol edildi ve işimiz bitti.
-Ne kadar borcumuz Yusuf usta?
- Ver bir şeyler, ne diyeyim ki şimdi?
- Olur mu öyle? Bir hayli uğraştın, git gel yaptın, emek harcadın.
- Hiç önemli değil. Evdeydim zaten, bir işim yok. Ben isterim ki birine yardımcı olayım. Zordan kurtarayım. Siz de aradınız, yardıma ihtiyacınız vardı. Lastikçi ustayı aradım gelmedi. Ben size yardımcı olmak için “bekleyin geleceğim” dedim. İnsan mutlu etmek önemli. Para önemli değil.
Bütçeme uygun bir şeyler verdim Yusuf ustaya. Ülkesinden ve yaşadıklarından bahsederken yeniden ve yeniden yaşarcasına anlatıyordu olayları. Aramızda çok sıcak ve samimi bir sohbet gerçekleşti. Bakışlarından, sıcak sohbetinden anlıyordum ki belki de her insandan alamadığı sıcaklığı ve samimiyeti aldı bizden de. Çünkü duygularımız ortaktı. Ülkelerimiz farklı olsa da, aynı duyguda birleşebilmiş, karşılıklı duygularımızı anlayabilmiş ve aynı dili konuşabilmiştik. Bir kez daha öfkelendim doymak bilmeyen, açgözlü kapitalistlere. Bu insanları yerinden yurdundan eden, ülkelerini yangın yerine çeviren, tüm yaşamlarını ellerinden çalan, savaş ve yıkımlarla Yusuf’un deyimiyle “insanların aklını alan” bu düzene bir kez daha, bir kez daha lanet okudum. Lastik değiştiren o hünerli ellerle, hangi ülkeden olursa olsun, aynı duyguyu paylaşan insanlar yan yana gelebildiğinde, bize dünyayı zindan eden bir avuç asalağa dünyayı dar edeceğiz. Yeter ki biz işçiler, birbirimizi ayırmadan, birbirimizin duygusunu paylaşıp yan yana gelebilelim. Göçmen işçiler bizim düşmanımız değil, sınıf kardeşlerimizdir.
link: Sancaktepe’den bir kadın işçi, Savaş İnsanın Aklını da Alıyor, 17 Haziran 2019, https://marksist.net/node/6683
Dünde ve Bugünde ABD’de Müzisyenler Grevi
Sorunlarımızın Asıl Nedeni Göçmenler mi?