Can Şafak’ın Sosyal Tarih Yayınlarından çıkan “Morrison’un Yapı İşçileri” adlı kitabı, 2017 Haziranında yayımlandı. Çok sayıda belgenin ve gazetenin taranmasıyla yazılan araştırma niteliğindeki bu kitap, 1960-1965 yılları arasına odaklanıyor. Bugün Zonguldak’ın ilçesi olan Ereğli o gün küçük bir kasabadır ve kitap Ereğli’de işçilerin çalışma koşulları, çekilen zorluklar ve bu zorluklar karşısında nasıl yollar izlendiği üzerinde duruyor. Koşulları iyileştirmeye çalışan işçilerin ilk sendikalaşma çalışmalarını, toplu sözleşme talepleri için girdikleri mücadeleleri konu ediniyor. Milliyetin değil, sınıf kimliğinin birleştirici olduğu gerçeği Ereğli’de verilen mücadeleler üzerinden resmediliyor.
Küçük bir kasaba, balıkların türlü türlüsüyle, istavriti, hamsisi, kefaliyle ve sebzecilikle geçimini sağlayan yöre halkı… Yazın tezgâhları ünlü siyah üzümüyle, İstanbul dutuyla, kırmızı tatlı eriğiyle, Alaplı’nın fındığıyla dolup taşan, “Şirin Ereğli” diye bilinen bir yerdir burası. 1959 yılında, Şirin Ereğli’de bir haber duyulur, herkesi tatlı bir heyecan sarar. Demir-çelik fabrikaları burada kurulacaktır. Ülke kalkınacak, Ereğli’nin çocukları istihdam edilecektir. Herkesin gözü kulağı çalışmanın ne zaman başlayacağındadır. Nihayet beklenen o an gelir, Türk-Amerikan sermayesi işbirliğiyle 1961 yılında şantiye çalışması başlar.
Nüfusu 7 bin kadar olan Ereğli’de şantiye çalışması başladıktan yaklaşık bir sene sonra işçi sayısı 2 bini bulur. İnşaatı yürüten 6 taşeron firmada, işçi sayısı bir sene içerisinde daha da artar. Sayılar arttığı oranda kasabada yeni sorunlar doğmaktadır. Yörenin tek gazetesi olan Şirin Ereğli ev bulamayan birçok insanın ev sahipleri tarafından evvelce ahır olarak kullanılan bodrum katlarında kaldıklarını yazmaktadır. Öyle ki buraya gelen gazeteciler ancak mülki idare amirleri aracılığıyla kalacak yer bulabilmektedirler. Ereğli’ye çalışmaya giden işçilerden biri olan İsmet Demir o yılları şöyle betimler: “Yatacak yer yok, mezar içleri adamla dolu, yemek yemek bir olay. Ekmek yetmiyor. … Her yer boş işçi ile dolu. Kahvedeki sandalye sabaha kadar bir işçi için fahiş fiyatla kiraya veriliyor.”
Her tarafta işsizlerin olduğunu, umutsuz bekleyişlerin sürdüğünü yazar Şirin Ereğli. Adam kayırmacılık, rüşvet olağanlaşmıştır. Aracı olmadan ve rüşvet vermeden başvuranların pek azı işe alınır. İşçiler çok kötü koşullar altında çalıştırılmaktadır. İşe alımlar filmlerde izlediğimiz kimi amele pazarları sahnelerini canlandırmaktadır adeta. O dönemlerde çocuk olan Ereğlili Ufuk Erdoğan şöyle aktarır: “Erdemir sahasında Çarşamba günleri, ortaya bir masa kuruluyordu, ayaklı masa. ‘İşsizler siz bu tarafa geçin! Sıraya girin.’ Sıraya giriyorlardı. ‘Elini uzat!’ Elde nasır varsa, dişler sağlıklıysa, çürük değilse, ‘Geç! Yarın sabah işe geleceksin’ deniliyordu.” Bu zorlu koşullardan geçip çalışmaya başlayanların 30 gün sonra deneme süreleri bitmeden işlerine son veriliyordu.
Kahvehanelerde, parklarda, sokaklarda, ahırlarda, sefalet koşullarında yaşama tutunmaya çalışanlara belediye, günde yarımşar ekmek dağıtıyor, memlekete geri göndermek için yol parası teşvikinde bulunuyordu. Fabrikaların inşasını yürüten şirketler, bu durumdan olabildiğince faydalanmaktaydılar. Bilinçli olarak işçi alımı yapacaklarına dair ilanlar vermekteydiler. Böylece aldıkları işçileri bir iki ay çok ucuza çalıştırdıktan sonra dışarıda bekleyen binlerce işsizden biriyle rahatlıkla değiştirebiliyorlardı. İşsizler zaman zaman eylemler yapıyor, “ya iş verin çalışalım ya da yol parası verin memleketimize geri dönelim” diyorlardı ama seslerini duyan yoktu. Bu durum böyle sürüp gidiyordu.
Ereğli’de Erdemir inşaatını yürüten Morrison adlı Amerikan şirketi adını en çok duyuranların başında geliyordu. İşçilere yapılan hakaretlerin sıradanlaştığı, sömürünün en yoğun biçimde yaşandığı, sorumluların idrarını işçinin içme suyuna yaptığı bir yerdir burası. En korkunç çalışma koşulları Morrison adıyla özdeşleşmiştir artık. Türkiye Yapı-İş Federasyonu Başkanı Tahir Öztürk iş kanunlarının geçersiz olduğu bu alanla ilgili olarak şunları söylüyor: “Burada bir gestapo teşkilatı kurulmuştur. İşçiler dövülür, onlara küfür edilir. Ağlayan işçiler, açlıkla savaşan işçiler. Saltanat süren Demir Çelik Krallığının sanki sömürgesi altındaymış gibi muamele görürler.” Hükümet bu Amerikan şirketiyle ilgili şikâyetleri dikkate bile almaz, şirkete her türlü kolaylığı sağlarken işçilerin taleplerine kulak tıkar, onları açlığa mahkûm eder.
Türkiye Yapı-İş Federasyonu ülke genelinde hak arama mücadelesi başlatır. Örgütlenme çalışmalarında uluslararası federasyon temsilcisi Amerikalı John Thalmayer de aktif olarak yer alır. Daha sonraları Thalmayer, işçilere yol gösterdiği, sendika tarihini öğrettiği, işçilerin örgütlenmesinde hangi yolların izlenmesi gerektiği konusunda deneyimlerini aktardığı için Amerikan sermayeli olan Morrison’u kızdıracak ve Türk Bakan tarafından vize tarihi uzatılmayarak sınır dışı edilecekti.
Fukara Tahir olarak anılan Tahir Öztürk, Yalınayak İsmet olarak anılan İsmet Demir, John Thalmayer ve arkadaşlarının çalışmaları sonucunda inşaat işçilerinin mücadelesi yükselir. 3 Mayıs 1962’de Ankara’nın Ulus Meydanından TBMM’ye doğru bir yürüyüş gerçekleştirilir. “Açların Yürüyüşü” olarak bilinen bu yürüyüşe o gün için çok büyük bir kitle katılır. 5 binin üzerinde işsiz “Af değil, iş!” diye haykırarak Meclise ulaştığında milletvekilleri korkuyla arka kapıdan terk ederler Meclisi. Dönemin Çalışma Bakanı olan Bülent Ecevit için “Ecevit İstifa” sesleri yükselir. Yine dönemin Başbakanı olan İsmet İnönü için de “İnönü İstifa” diye tepkiler ortaya konur. Eyleme katılanların çoğunluğunu kısa süreli, istikrarsız işlerde, senenin sadece birkaç ayı çalışabilenler oluşturmaktadır.
Ancak Morrison yönetimi, hükümetin de yardımıyla işçilerin mücadelesini ezebileceğini düşünmekte, yapı işçilerinin çalışma koşullarını günden güne daha da zorlaştırmaktadır. Dışarıdaki işsizleri göstererek ücretleri düşürmekte, ölümü göstererek işçileri sıtmaya razı etmeye çalışmaktadır. İşçiler bu haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı susmayacak, koşulların düzeltilmesi için Ereğli’de bir miting yapmaya girişeceklerdir. Fukara Tahir ve John Thalmayer çalışmaları hızlandırırlar. Ne var ki sonraki dönemlerde “toprak işleyenin, su kullananın” diyecek olan “Halkçı Ecevit”, mitingin yapılmasını engellemek ister. Son anda sendikayla görüşeceğini açıklayarak mitingi erteletir. Türk-İş hükümete bir şans daha tanımak gerekçesiyle mitingi erteler ama sorunlar katlanarak birikir. Hükümet ve Morrison’un oyunları karşısında Fukara Tahir ertelenen mitingin 12 Ağustosta yapılacağını duyurur. Hazırlıklar başlar.
Ecevit miting yapılmasını “tahrik” olarak gördüğünü söyler ve şöyle der: “Türk halkını ürkütücü birtakım taşkın davranışlara, Türk işçisini teşvik ve tahrik etmek çabası içindedirler.” Öyle ki “işçilere sınıf şuuru değil, milli şuuru ikame etmeyi” şiar edinen Türk-İş bile bu suçlama karşısında şöyle diyecektir: “Ereğli mitingi her türlü tahrikten uzak Türk işçisinin haksızlığa karşı tepkisidir. Bu tepki bütün Türk işçisi tarafından desteklenecektir.” Mitingden bir gün önce mitinge katılmalarını engellemek için jandarma işsizleri kamyonlara doldurarak Ereğli’nin onlarca kilometre ötesine götürür. Ancak ertesi gün işsizler oradadır. Planlanan programın birkaç saat öncesinde alanın dolması nedeniyle program iki saat erken başlatılmak zorunda kalınır. Tüm karalamalara ve engellemelere rağmen miting coşkulu bir şekilde yapılır.
Uzun uğraşlar ve eylemler sonucunda 274 sayılı Sendikalar Kanununun ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte Morrison’da toplu sözleşme görüşmeleri başlamıştır. Görüşmelere grubuyla birlikte katılan Tahir Öztürk’ün karşısında Morrison’un temsilcisi olan Süleyman Demirel oturmaktadır. Daha sonraları başbakan ve cumhurbaşkanı olan Demirel o zamanlar işçi düşmanı Morrison Süleyman olarak bilinmektedir. Yapı-İş Federasyonu, görüşmeleri olduğu gibi tüm açıklığıyla işçilere açmaktan çekinmemektedir. Ecevit ile görüşürken de, Morrison Süleyman ile görüşürken de aynı biçimde işçilerin taleplerini eğip bükmeden cesur bir şekilde aktarmaktan geri durmamaktadır. Uğraşlar neticesinde Erdemir ile toplu sözleşme yapılarak atılan işçiler geri alınmış ve ücretler yükseltilmiştir.
Zor koşullara ve kısıtlı imkânlara rağmen zulmün kalesi olarak bilinen Morrison’da işçilerin örgütlü çalışmaları ve tepkileriyle mevcut durum değiştirilmiştir. Morrison yapı işçilerinin, Kavel işçilerinin, Paşabahçe işçilerinin mücadelesi ve sınıfımızın nice mücadele örnekleri bizlere gösteriyor ki en zor koşullarda bile işçiler arasında yaratılan birlik sayesinde zorluklarla baş edilebilir. Türkiye işçi sınıfı tarihinde doğru temellerde yürütülen örgütlü mücadelelerin kazanımla sonuçlandığı pek çok örnek vardır. Bu örnekleri işçi sınıfımızın hafızasında tutmak, yeni işçi kuşaklarına aktarmak büyük önem taşıyor.
link: Pendik’ten bir işçi, Morrison’un Yapı İşçileri, 1 Haziran 2019, https://marksist.net/node/6672
27 Mayıs Darbesi ve Arka Planı
Görkemli İnsanlık Mirası Tarumar Ediliyor