Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarında egemenlerin çıkarları uğruna dünya tam bir yıkımı yaşadı. On milyonlarca işçi ve emekçi bu iki büyük emperyalist savaş yüzünden öldü, sakat kaldı ve hayatları mahvoldu. İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD, Japon kentleri Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası attı. ABD ilk atom bombasını 6 Ağustosta Hiroşima’ya attı. Bomba ilk atıldığında 70 bin, izleyen aylarda ise 150 bin insan hayatını kaybetti. Üç gün sonra ise Nagazaki’ye bomba atıldı ve burada da 70 bin insan hayatını kaybetti. On binlerce insan bombanın atıldığı ilk anda ölürken sağ kalan insanların ise derileri eriyerek vücutlarından sarkıyordu. İnsanlar yanmanın etkisi ile nehirlere koşuyorlardı. Nehirler ise ölen insanların cesetleriyle dolmuştu. Atom bombası Japon halkına dehşeti yaşattı.
O an görünürde atom bombasından etkilenmeyen insanlar yıllar içinde radyasyonun etkisi ile hastalanmaya ve hayatlarını kaybetmeye devam ettiler. Savaştan en çok zarar gören savunmasız halklar ve bu halkın çocuklarıdır. Çocuklar adını, sebebini bilmedikleri savaşlar yüzünden o küçücük savunmasız bedenleriyle kurban edilirler. Sadako işte bu çocuklardan yalnızca bir tanesiydi. Japonya’ya atılan atom bombası Sadako gibi yüzlerce çocuğu ailelerinden koparıp aldı. Geriye ise insanı kahreden ve vicdanlarımızda derin yaralar bırakan hatıraları kaldı.
Hiroşima’ya atom bombası atıldığında Sadako henüz iki yaşında küçük bir kız çocuğudur. Bomba ilk anda onda bir tahribata neden olmamış gibi görünür. Sadako büyür ve okulunun atletizm takımına girer, yerinde duramayan hayat dolu, cıvıl cıvıl bir çocuk olur. Ta ki on iki yaşına kadar. Baş dönmeleri başladığı zaman bunu ilkin kimseye söylemez. Hep bu can sıkıcı durumun geçeceğine inanır ve bunun için dua eder. Ama o her ne kadar bunu bilmese de binlerce çocuk gibi onun kaderi de kötü yazgılıdır. Sadako atom hastalığı olarak da bilinen ve o dönem radyasyon nedeniyle Japonya’da çok sayıda çocuğun yakalandığı lösemi hastalığına yakalanır. Hastaneye kaldırıldığında hastalığını öğrenir. Atom hastalığına yakalanan birçok çocuğun bu hastaneden bir daha çıkamadığını duymuştur. Sadako ailesini üzmemek için onların yanında korkusunu belli etmemeye çalışır. Ailesi hastaneden gittikten sonra ise başını yastığına gömüp çaresizce ağlar. Sadako bu illetten kurtulup iyileşmek, okuluna, arkadaşlarına ve evine kavuşmak ister. Ve hastanedeyken “bin turna kuşu” efsanesini duyar.
Japon geleneklerine göre hasta olan bir kişi kâğıttan bin turna kuşu yaparsa kişinin dileğinin kabul olacağına ve sağlığına kavuşacağına inanılır. Sadako kâğıtları katlayarak turna kuşu yapmaya başlar. Bu efsane onun çocuk kalbinde bir ümit ışığı yaratır ve bin tane turna kuşu yaptığında iyileşeceği ümidine bağlanır. Ailesi, arkadaşları ve hastane çalışanları onun bu azimli çabasına ve yaşama isteğine ortak olarak onun hayata bağlanma isteğini turna kuşları ile güçlendirirler. Hastalığı ağırlaştığı zamanlar ve ümitsizliğe kapıldığı zamanlarda turna kuşları ona umut olur. Turna kuşları küçük Sadako’nun yaşama isteğinin simgesine dönüşür.
Ama hastalığın ilerlemesi ile birlikte Sadako’nun durumu ağırlaşır ve 25 Ekim 1955’te atom bombasının etkileri yüzünden hayata veda eder. Ölmeden önce 644. turnasını katlayan Sadako’nun tıpkı 1000 turnası gibi hayalleri, yaşama isteği ve çocukluğu da yarım kalır. Sadako’nun yaşama isteği ve azmi egemenlerin atomunun zehrini yenemez. Atom tıpkı yüzlerce çocuk gibi onu da annesinin kollarının arsından zalimce çekip alır. Sadako Sasaki’den geriye kalan ise kâğıt kuşları ve hayalleri olur. Ölümünün ardından arkadaşları geriye kalan 356 turnayı katlar ve Sadako 1000 turnasıyla beraber gömülür. Arkadaşları turnaları tamamlarlar ama yarıda kalan çocukluğunu, hayallerini ona geri veremezler. Eleanor Coerr “Sadako ve Kâğıttan Bin Turna Kuşu” adlı kitabında Sadako’nun hikâyesini tüm dünyaya duyurmaya çalışmıştır. Kitap sade ve dokunaklı bir dille Sadako’nun hayatını anlatır.
Arkadaşları bir daha savaşların olmaması için Sadako ve atom bombası yüzünden hayatını kaybeden çocukların anısına bir anıt dikmek isterler. Çabaları sayesinde ülkenin dört bir yanından toplanan parayla 1958 yılında Hiroşima Barış Parkında Sadako’nun elinde bir turna kuşu tutan heykelini dikerler. Her yıl 6 Ağustos Barış Gününde dünyanın her yerinden gönderilen kâğıttan turna kuşları Sadako’nun anıtına bırakılarak halkların barış özlemi tekrarlanır. Sadako’nun arkadaşları barış özlemlerini heykelin kaidesine kazıdıkları şu sözlerle tüm dünyaya haykırmışlardır:
Bu bizim haykırışımız
Bu bizim duamız
Hâkim olsun dünyaya barış!
Ne yazık ki savaşlar son bulmadı ve bugün üçüncü dünya savaşı yaşanıyor. Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın birçok yeri emperyalist savaşın ateşi altında cayır cayır yanıyor. Ve gene burjuvazi işçi-emekçilerin çocuklarını bu savaşta zalimce katledilmeye devam ediyor. Çocuklarımızın haksız savaşlarla egemenlerin kârı uğruna minicik bedenleri ile kollarımızdan çekilip alınmaması için mücadele etmekten başka çaremiz yok. Biz birlik olup bu düzeni egemenlerin başına yıktığımız zaman çocuklarımız yeryüzünde ölümü, acıyı ve gözyaşını değil, mutluluğu, bolluğu ve güzelliği yaşayacaklar doyasıya.
link: Tuzla’dan bir kadın işçi, Sadako ve Bin Turna Kuşu, 23 Şubat 2019, https://marksist.net/node/6606
Manifesto’nun Sönmeyen Ateşi
Sözde Silahsızlanma Anlaşmaları Bozulurken