8 Martta, Boğaziçi Köprüsü’nün korkuluklarında ailevi sorunları nedeniyle yaşamına son vermeye gelen Erol Çetin, tam intihar etmekten vazgeçirildiği sırada, toplumun gelmiş olduğu çürümüşlük düzeyi onu bu hayatın bir kere daha yaşanmaz olduğuna ikna etti ve kendini boşluğa bıraktı.
Erol Çetin, trafiğin genelde yoğun olduğu bir saatte, sabah 9:30 civarında köprünün korkuluklarında yaşamla ölüm arasında bir yerde, yaşamdan yana bir karar vermek üzereydi. Fakat hemen yakınındaki bir araçta, intihara teşebbüs vakasının da vesile olduğu bir beklemeyi kendine gerekçe olarak gören iki kadın “atlasana ulan, senin yüzünden trafikte bekliyoruz, atlayacaksan atla” diye bağırıyor. Korkuluklara asılı beklerken, bunu duyan Çetin, “atla ha, atla” deyip kendini bir anda boşluğa bırakıyor. Kadınlar olaydan hemen sonra gözaltına alınıyorlar. İfadelerinde önce boşboğazlık yaptıklarını söylüyorlar ama sonra ifadelerini değiştirip suçsuz olduklarını iddia ediyorlar.
Bu sistem aklı, mantığı, sağduyusuyla normal, sağlıklı, mutlu bir insan olarak yaşamanın koşullarını ortadan kaldırıyor. İnsanlar insani tüm duygularını giderek kaybediyor, ruhsuzlaşıyor ve insanca yaşayamadığı için bu hayata küsüyor, intihara sürükleniyor. Son günlerde her zamankinden daha fazla intihar haberleri alıyoruz. Umutsuz gençler, işini kaybedenler, işsizlikten bunalanlar, ailesini geçindiremeyenler, tacize, tecavüze uğrayan gencecik kızlar, sınavda kendisinden beklenen başarıyı yakalayamayan çocuklar ölümün kucağına atıyorlar kendilerini. Yaşamak biz insanların en güçlü duygusuyken, en büyük tutkusuyken, yaşadığımız kapitalist sistem insanları bir yarışın, bir aldatmacanın içine sokuyor. İnsana parası, kariyeri yoksa hiçbir değer verilmiyor ve bunları elde etmek için bazıları birçok insani değerini pazara çıkarabiliyor. Yozlaştırılıp, çürütülerek başka insanların canına kıymasına neden olabilecek kötülükleri yapabilecek hale geliyor.
Kapitalist sistem insanın ruhunu kirletiyor, hasta ediyor. Giderek insani tüm duyguları ortadan kaldırıyor. Ölümlere, öldürmelere yabancılaşmış, ruhsuzlaşmış insanlar artmaya başlıyor. Tanımadığı bir insanın acısına gözyaşı döken, dünyanın başka bir yerindeki insanların sorunlarına karşı dayanışma ruhu geliştiren insanların yerini, sorunlara gözünü kulağını tıkayarak kaçan, giderek duyarsızlaşan insanlar alıyor. “Ne olacaksa olsun ama ben duymayayım, benim huzurum bozulmasın, ben mutlu olayım da başkasının ne acı çektiği umurumda değil” diye düşünmeye başlayan bir insanın ruhunun da, vicdanının da tüm kapıları kapanıyor bir süre sonra.
Bu duygularını kaybeden insanlar da, sorunları yaşayanlar da aynı sınıfın insanları. Ama evde dört duvar arasında işten arta kalan zamanda yaşadığını düşündüğü anlarda, beynini, vicdanını bir kara kutuya teslim ediyor insanlar. Bu kara kutu eskiden yalnızca evdeydi. Şimdi bilgisayarlar ve akıllı telefonlarla günün 24 saati gerçekleri çarpıtarak, insanları kurmaya, ideolojik bombardımana tutmaya, ruhlarını teslim almaya daha güçlü bir şekilde devam ediyor.
Ankara’da bomba patlarken en çok izlenen “Survivor” gibi eğlence programlarıydı. İnsanların büyük bir çoğunluğu, başkasının yaşadığı sorunları görmek istemiyor, düşünmek istemiyor, kendi mutluluğunu her şeyin merkezine alıyor, başkalarının mutsuzluğu ile mutsuz olmak istemiyor. Hep mutlu olmak, mutlu edilmek istenen bir insan modeli türüyor. Ama hayat hareket etmeyen kitlelerin isteği doğrultusunda ilerlemez. Tam da onlar hareket etmedikçe, birbirinden koptukça, bireyselleştikçe egemen sınıf daha fazla çoğunluğun yani işçilerin, emekçilerin, o çoğu şeye gözünü kapatan, kulağını tıkayanların canını yakar. Bu kitleler için daha büyük felâketler hazırlar. Bugün bu acılara, felâketlere gözlerini yumanların kendi acılarıyla gözleri açılır. Kendi başlarına geldiğinde “niye kimse sesini çıkarmıyor?” diye feryat etmeye başlar her biri. Daha düne kadar Kürt illerinde yaşanan katliamlara kulaklarını tıkayan İstanbul’un, Ankara’nın, büyük kentlerin milyonlarca insanı Newroz’un kutlandığı hafta bombaların patlatılacağı haberi hızla yayıldığında, devlet yetkililerinin “normal yaşamınıza devam edin, korkmayın” uyarılarına güvenmeyip, eğlenilen, gezilen mekânları, alış-veriş merkezlerini boşaltmış, pek kimse evinden çıkmamıştı.
Başımıza gelmediği gerekçesiyle, başkalarının yaşadıkları sorunlara karşı duyarsız olduğumuz sürece sorunlardan kurtulmamız mümkün değil. Bu sistemin bizi insanlıktan çıkarmasına izin vermeyelim! Ruhumuzu, aklımızı kapitalist düzenin “aklına”, ellerine teslim etmeyelim. Onlar bizim gücümüzle dünyayı bizim için yaşanmaz hale getirerek cehennemleri yaratıyorlar. Oysa işçi sınıfının mücadeleci güçlerinin aklı, vicdanı, ruhu bütün insanlar için cennet gibi bir dünya yaratmak için uğraşıyor. İşçi sınıfının saflarında örgütlenip mücadele edersek ancak bu dünyanın insanlıktan çıkmasını engeller, tüm dünyayı herkesin yaşamaktan zevk aldığı bir cennete dönüştürürüz.
Örgütlüysek her şeyiz, örgütsüzsek hiçbir şey!
link: Tuzla’dan bir kadın işçi, Kapitalist Sistem İnsanı İnsanlıktan Çıkarıyor, 24 Mart 2016, https://marksist.net/node/4993
Bu Kavga Bizim Kavgamız
Nobel Barış Ödüllü Kolluk Kuvvetleri