Burjuva ideologların “Arap Baharı” adını taktıkları halk ayaklanmalarının üzerinden beş yıl geçti. Tunus’la başlayıp Mısır’la devam eden bu dalga Arap dünyasının neredeyse tamamını etkiledi. İşsizlikten, yoksulluktan, sefaletten, baskıcı rejimlerden, diktatörlerden bıkmış olan Arap halkları beş yıl önce ayağa kalkarak sadece Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da değil tüm dünyada umut rüzgârları estirmişlerdi. Fakat bu rüzgârların etkisi maalesef fazla sürmedi. Devrimci alternatiflerin yokluğu ve genel örgütsüzlük koşullarında, Arap halklarının bu mücadelesi hızlı bir biçimde burjuva güçlerin iktidar kavgasına ve emperyalist kapışmaya angaje edildi. Ayrıca aradan geçen beş sene zarfında, emekçilerin uğruna sokaklara döküldükleri temel sorunların hiçbiri çözülmedi.
Tunus’ta diktatör Bin Ali ülke dışına kaçtı ama yerine geçen burjuva hükümetler ne işsizlik sorununu çözebildiler ne de yoksulluğu bir nebze olsun hafifletebildiler. Ülkede siyaseten de istikrar sağlanabilmiş değil ve “bıçak sırtı” durum sürüyor. Mısır’da ise Mübarek yerini bir başka diktatöre, Sisi’ye bırakmış oldu. Tunus’la benzer şekilde Mısır’da da halkın sefaletinde ve anti-demokratik uygulamalarda bir azalma olmadı. Siyasi baskılar Mübarek’i aratmayacak şekilde devam ediyor. Libya ise, emperyalist güçlerin daha işin başındaki müdahalesi nedeniyle, tamamen parçalanmış bir ülke görünümünde. Yemen ve Suriye emperyalist kapışmanın av sahasına dönüştüler ve her gün yeni trajedilere sahne oluyorlar. “Arap Baharı”nın şöyle bir uğradığı Bahreyn ve diğer bazı Körfez ülkelerinde de, ayağa kalkan halk kesimleri açısından bir şey değişmiş değil; Suudi gericiliğinin askeri yardımları ve müdahalesi sayesinde, egemenler açısından “düzen hüküm sürüyor” şimdilik. Sonuç olarak beş yıl önce umudun canlandığı Arap coğrafyasında bugün emperyalist savaş ve kaos rüzgârları esiyor.
Tunus’taki protestolar yeni bir isyan dalgasının habercisi mi?
Tunus’ta, beş yılın ardından, geçtiğimiz Ocak ayında bir kez daha kitlesel protestolar patlak verdi. Protestolar, Kasrin şehrinde 28 yaşındaki bir gencin, adının iş başvuru listesinden valilik tarafından silinmesine duyduğu tepki sonucu bir elektrik direğine tırmanması ve bu esnada elektrik çarpması sonucu ölmesinin ardından başladı. Elektrik teknisyeni olan gencin tepkisinin sebebi, ülkedeki yüksek işsizliğe güya çare olarak devlet tarafından sağlanan iş imkânlarının adam kayırma yüzünden hep iktidara yakın kişilere verilmesiydi. Öfkeli kalabalıklar sokaklara inerek valilik önünde toplandılar ve polisle çatıştılar. Gösteriler bir anda hükümet karşıtı bir nitelik kazandı ve başka şehirlere de yayıldı. Protestocuların temel talebi devletin gençlere iş bulmasıydı. Üniformalı polisler bile bazı şehirlerde kendi talepleri için sokaklara çıktılar.
Hükümet bir yandan sıkıyönetim ilan ederken bir yandan da göstericileri yatıştırmaya çalıştı. Acilen düzenlenen kabine toplantısının ardından kaymakam görevinden alındı ve 5 bin kişiye yönelik ek istihdam paketi açıklandı. Hükümetin açıklamasına göre bu acil önlem paketinde çeşitli sosyal reformlar, konut harcamaları ve işsizlik problemiyle ilgili iyileştirmeler de yer alacaktı. Bu açıklamalar ve hükümetin “anlayışlı” tutumu gösterilerin dozunu bir nebze düşürse de tansiyon tam anlamıyla inmiş değil.
Protestoların tekrar başlamış olmasının ve tam olarak yatıştırılamamasının asıl sebebi, yukarıda da söylediğimiz gibi, emekçilerin temel problemlerinin, yani işsizlik ve yoksulluğun artarak devam etmesidir. Bunlar, beş yıl önce Bin Ali rejimine karşı başlayan ayaklanmanın da ardında yatan ana faktörlerdi. Şu anda işsizlik %15 civarında; üniversite mezunları söz konusu olduğunda bu rakam ikiye katlanıyor ve bu da üniversiteli gençlerin neden protestoların başını çektiğini açıklıyor. Aradan geçen beş yıl zarfında satın alma gücü de %40 oranında düştü. Yolsuzlukların GSMH’nin %2’sine ulaştığı hesap ediliyor. Ülkenin dış borcu %53 arttı. Açlık sınırının altında yaşayanların oranı %10’larda seyrediyor. Bölgeler arası eşitsizlik de artmış durumda. Siyasi istikrarsızlık ve radikal İslamcıların tehditleri nedeniyle, ülkenin en büyük gelir kapısı olan turizm sektörü durma noktasına gelmiş vaziyette. Bu bağlamda Fransa’nın, kendisine yakın gördüğü Nida Tunus hükümetini desteklemek için 5 yıl içinde vereceğini vaat ettiği 1 milyar avroluk yardım da pek bir işe yaramayacak.
Bu ekonomik-sosyal tablonun yanı sıra, siyasi açıdan da ülke pek istikrarlı değil. Hatırlanacak olursa Bin Ali’nin ardından, tıpkı Mısır’da olduğu gibi, önce İslamcılar (Müslüman Kardeşler’in Tunus kolu sayılan En Nahda) iktidara geldiler. Ancak tek başlarına iktidarda kalamayacaklarını anladıkları için (ki bunda Mısır’da General Sisi’nin Müslüman Kardeşler’e yönelik gerçekleştirdiği darbenin ve bu darbenin gerek Batı’dan gerekse de Körfez ülkelerinden destek görmesinin önemli rolü oldu), Bin Ali rejiminin artıkları ve ulusalcı-laikçi kesimlerden oluşan Nida Tunus hareketiyle önce iktidarı paylaşmaya, sonra da tamamen onlara devretmeye razı oldular. Bu sayede Mısır’da İslamcıların başına gelen akıbetten de kurtuldular. Şu an cumhurbaşkanlığı ve hükümet Nida Tunus partisinin elinde. Fakat şimdi de Nida Tunus’un içinde çatlaklar oluşmaya başlamış durumda. Geçtiğimiz haftalarda, Nida Tunus’un 28 milletvekili partiden ayrılarak yeni bir oluşuma gideceklerini açıkladılar. Gerekçe olarak da En Nahda ile yani İslamcılarla girilmiş olan uzlaşmayı ve iyi ilişkileri gösterdiler. Bu yeni oluşumda yer alacak milletvekilleri, Nida Tunus içindeki daha “ulusalcı” ve eski Bin Ali rejimi yanlısı kanatta yer alıyordu. Ancak ülkedeki siyasi dengeler ne Nida Tunus’un ne de En Nahda’nın tek başına iktidarda kalmasına izin veriyor. Mevcut uzlaşma da bu sebepten oluşmuştu ve bir dengeyi ifade ediyordu. Şimdi ise siyasi dengelerin tekrar bozulması söz konusu ki, bu da Tunus’un kaotik bir ortama sürüklenmesi anlamına geliyor.
Kısacası, Tunus’un siyasi tablosu, bir istikrar görüntüsü çizmekten uzak ve bu tabloya ağır ekonomik-sosyal sorunlar eşlik ediyor. Bin Ali rejimini devirmiş kitleler işsizliğe, yoksulluğa, artan sefalete, yolsuzluklara ve diğer toplumsal sorunlara çare bulamayan burjuva hükümetlerden umudu kesmek üzereler. Eski Bin Ali rejiminin adamlarının yönetimde yer almasını istemiyorlar. Ama İslamcıların ülkeyi daha geri bir siyasi çizgiye sürüklemesini de istemiyorlar. İslamcı En Nahda’nın, tüm ılımlı görüntüsüne rağmen radikal İslamcı hareketlerin önünü açtığını düşünüyorlar.
Bu koşullar altında gerçekleşen son protestolar, kitlelerin mevcut düzen partilerine yönelik tepkilerinin büyüdüğünü ortaya koyuyor. Kitleler henüz bu burjuva düzeni yıkmak gerektiğini ve düzen partilerinin kangren hale gelmiş toplumsal sorunlara çare bulamayacağını bilince çıkarmış değiller. Bunun için daha önlerinde uzun bir yol ve devrimci bir önderliğe ihtiyaç var. Bu yolda Tunuslu işçi ve emekçilerin avantajı, halk ayaklanmalarının yaşandığı diğer Arap ülkelerine göre sınıf hareketinin biraz daha güçlü oluşu ve sosyalist hareketin daha elle tutulur bir durumda bulunmasıdır.
Mısır: Mübarek’ten Sisi’ye değişmeyen diktatörlük
Beş yıl önce başlayan halk ayaklanmalarının ikinci büyük durağı olan ve hızla merkezi ülke konumuna yükselen Mısır’da da işçi-emekçi kitleler büyük bir hayal kırıklığı içindeler. Tıpkı Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da emekçilerin ekonomik ve sosyal koşullarında gözle görülür bir iyileşme yaşanmış değil. Yoksulluk, işsizlik ve sefalet devam ediyor. Kitleler “devrimlerinin ellerinden çalındığı” hissiyatını taşıyorlar. Mübarek’in ardından iktidara gelen Müslüman Kardeşler, kitlelere ilk hayal kırıklığını yaşattı. AKP hükümetinin de yönlendirmesiyle hareket eden, tek derdi kendi iktidarını kurmak ve sağlamlaştırmak olan bu İslamcı hareket, anti-demokratik uygulamalarıyla kısa sürede kitlelerin tepkisini ve öfkesini üzerine çekti. Bunu fırsat bilen ordu ile Suudi Arabistan dahil onu destekleyen Batılı emperyalist güçler tarafından bir darbeyle devrildi. Başlangıçta ordunun “devrimi koruyacağını” zanneden kitleler, kısa sürede yanıldıklarını fark etseler de iş işten geçmiş oldu. Darbeyle yönetime el koyan ordu, ki aslında perde arkasında iktidarı hiç bırakmadığını söylemek daha doğru olacaktır, başa General Sisi’yi getirdi. Yapılan göstermelik cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleriyle ordu-Sisi iktidarına sözümona meşruiyet kazandırıldı. Devrik diktatör Mübarek ve tüm ailesi suçlamalardan beraat ettirildi. Sonuç olarak kitleler durumdan hoşnut olmasalar da, örgütsüzlüklerinden dolayı, şu anda hüküm süren yeni diktatörlüğe karşı koymaları pek kolay değil.
Bu durumun farkında olan Sisi de, baskıcı tedbirleri sürekli arttırarak olası bir yeni ayaklanma dalgasının önünü kesmeye çalışıyor. Son olarak, isyanın yıldönümü olan 25 Ocakta, gösterileri engellemek için ülkenin her yerinde 400 bin kadar asker ve polisi sokaklara çıkarttı. Tahrir başta olmak üzere bütün büyük meydanlar ve devlet kurumlarının bulunduğu güzergâhlar insan ve araç trafiğine kapatıldı. Başta Kahire olmak üzere pek çok kentte Müslüman Kardeşler yanlılarına yönelik yüzlerce eve baskınlar düzenlendi. Sisi, “Tahrir Devrimi”ni anmak isteyenlere sert yanıt vereceklerini açıkladı. Mısır’ın yeni firavunu Sisi’nin kolluk güçleri, “10’dan fazla kişinin bir araya geldiği” protesto gösterilerine anında müdahale ediyor ve göstericileri gözaltına alıyorlar. Elbette bu polis şiddetinden nasibini alanlar sadece Müslüman Kardeşler değil. İktidar daha yakın ve güçlü tehlike olarak onları görse de, sosyalistler, devrimciler, demokratlar ve liberaller yani diğer muhalif kesimler de bu baskılardan ve saldırılardan nasiplerini fazlasıyla alıyorlar.
Darbeci Sisi, geçtiğimiz Ağustos ayında da yeni bir güvenlik yasasını yürürlüğe sokmuş ve sürekli olağanüstü hal uygulamasını kurumsallaştırmıştı. Ayrıca en temel demokratik haklar dahi bu yasayla tırpanlanmıştı. Artık Sisi, “terör örgütü kuranlara ve liderlerine” idam cezası verebiliyor. Yasaya göre, “terörist” grupları finanse edenlere ömür boyu hapis cezası, örgüt üyesi sayılanlara 10 yıl hapis cezası, “halkı şiddete yönlendirmek ya da terör amaçlı mesajları yaymak üzere web sayfası kuranlara” 7 yıl hapis cezası, saldırılarda resmi yetkililerin açıklamalarıyla çelişen haberler yazan gazetecilere ağır para cezası verilebiliyor. Örgüt üyesi olmakla suçlananlar da özel mahkemelerde yargılanıyor ve yargı süreçleri hızlandırılıyor. Yasada yer alan maddelerden bazıları da, şiddet uygulayan polis ve askerleri hukuki yaptırımlardan korumaya yönelik.
Ancak, darbeci Sisi’nin bu baskıcı uygulamaları ülkede korkuya dayalı göreli bir “istikrar” yaratmış olsa da, bu istikrarın son derece yüzeysel kaldığı ve kırılgan olduğu da ortada. 2015 Ekiminde yapılan genel seçimler bu açıdan önemli bir örnektir. Önderliği ciddi biçimde ezilen Müslüman Kardeşler’in ve diğer bazı muhaliflerin boykot ettikleri seçimlere katılım %26’da kaldı. Bir muhalif, Mısırlıların yaşadığı hayal kırıklığını şöyle ifade ediyordu: “Gençler seçimlere katılmıyor. Yanlış giden bir şeyler olduğu kesin. Eski devlet başkanı Hüsnü Mübarek’in partisinde hâlâ aynı yaşlı yüzler görülüyor. Şahit olduğumuz büyük devrimin ardından hâlâ bunun sürmesi kabul edilemez.”
Tunus’takine benzer şekilde, Mısır’da da gençler şimdiye kadarki yönetimlerden ümitlerini kesmiş durumdalar. Her seçimde sandığa gitmekten ama hiçbir şeyin değişmemesinden son derece hoşnutsuz durumdalar. Son seçimde katılımın bu kadar düşük olmasının temel sebebini de bu hoşnutsuzluk ve bıkkınlık hissiyatı oluşturuyor. Ne Müslüman Kardeşler ne de şu andaki Sisi iktidarı onların taleplerini karşıladı. Oysa Mübarek’i deviren gençler ve emekçiler, kendi deyimleriyle “sosyal adalet”in sağlanmasını, işsizliğe çare bulunmasını ve iyi bir geleceğe sahip olmayı ümit ediyorlardı. Sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu.
Devrimini arayan Ortadoğu
Beş yılın ardından, halk ayaklanmalarının başını çeken Tunus ve Mısır’da durum budur. Libya, Yemen ve Suriye ise tamamen emperyalist paylaşım savaşının kanlı alanları haline gelmiştir. “Arap Baharı” için iki sene önce yaptığımız değerlendirmeler aynen geçerlidir. Şubat 2014 tarihli yazımızda şöyle demiştik: “Arap coğrafyasını altüst eden isyan dalgasının üzerinden üç sene geçti, ama Arap halklarına «artık yeter» dedirten koşullar ortadan kalkmış değil. Emekçi sınıfların ayağa kalktığı ülkelerin hiçbirinde sorunlar çözülmedi. Demokratikleşmeden söz etmek zor, siyasi istikrarsızlık hâlâ varlığını sürdürüyor. Barış ve huzurdan bahsetmekse hiç mümkün değil. Suriye’de kanlı bir iç savaş sürüyor ve diğer ülkelerde de iç savaşlara ucu açık çatışmalı-gerilimli durumlar mevcut. İşçi ve emekçilerin yaşam koşullarında en ufak bir iyileşme olmadı. Geçim sıkıntısı, yoksulluk ve işsizlik olanca ağırlığıyla kitlelerin belini bükmeye devam ediyor. Yolsuzluklar ve siyasi çürüme ise had safhada sürüyor.” (Kerem Dağlı, Ortadoğu’ya Devrim Gerekiyor, MT, Şubat 2014)
2014’ten bu yana yaşanan tek değişikliğin, emperyalist savaşın daha da kızışması ve yayılması, tüm Ortadoğu’da siyasi istikrarsızlığın tırmanması, en önemlisi de bölgenin büyük güçler arasındaki açıktan bir savaşa doğru hızla sürüklenmeye başlaması olduğunu söylemek mümkündür. Yani iki yıl öncesine göre çok daha beter bir tablo söz konusudur. Emperyalist savaş, sadece Suriye’de 450 bin insanın yani nüfusun %11’inin canını almış, milyonlarcasını ise sakat bırakmış, yerinden yurdundan ederek yeni mülteci dramlarının yaratılmasına sebep olmuştur. Üstelik Suriye’deki durum hiç de iyi yönde ilerlememektedir. Suriye halkı için ne Esad ve onu destekleyen Rusya-İran gibi güçler, ne Batı ve Türkiye-Suudi Arabistan gibi bölge güçleri, ne de IŞİD ve benzeri radikal İslamcı cinayet şebekeleri kurtuluşu sağlayacaktır. Yemen de Suudi-İran kapışması altında yıkıma uğratılmaktadır. Libya’da da halk çeşitli burjuva güçlerin kapışmaları yüzünden acı içinde kıvranmaktadır. Dolayısıyla iki yıl önce ortaya koyduğumuz çözüm yolu aslında çok daha yakıcı bir hale gelmiştir: “Sonuç olarak, aslında tüm olgular ve gelişmeler Ortadoğu’da işçi devrimlerine duyulan ihtiyacın son derece yakıcı hale geldiğini göstermektedir. Köklü tarihsel, sosyal, ekonomik ve siyasal sorunların başka türlü kalıcı olarak ve işçi-emekçi sınıflar yararına çözülmesi mümkün değildir. Sadece birbiri ardına patlak verecek başarılı devrimler, yüz yıl önce emperyalistlerin attığı kördüğümü çözerek halklara barış ve huzur getirebilir.” (age)
link: Kerem Dağlı, Beş Yılın Ardından “Arap Baharı” ya da Devrimini Arayan Ortadoğu, 18 Şubat 2016, https://marksist.net/node/4920
İslamcı Burjuvazinin Sefahati
Barış Bloku: “Ateşle Oynayanın Eli Yanar!”