Kadın cinayetleri ve kadına şiddet hiç durmadan devam ediyor. Çığlığı duyulmayan, sığınacak yer bulamayan yüzlerce kadın, her gün bir yerlerde şiddete maruz kalıyor, katlediliyor. Kurbanlar katillerini önceden şikâyet etseler de, devletten yardım isteseler de nafile! Bir şekilde “iyi hal” kapsamına sokulup son derece düşük cezalar alacaklarını bilen katiller, kadınları katletmekten çekinmiyorlar.
Kadına şiddet sadece evde değil her yerde; sokakta, karakollarda, miting meydanlarında, sokağa çıkma yasağı konan Kürt kentlerindeki evlerin avlusunda… Kürt illerinde küçücük kız çocuklarının minicik bedenleri bile kolluk güçlerinin vahşi saldırılarının hedefi oluyor. Polis özellikle sosyalist, Kürt, işçi, emekçi kadınlara hınçla saldırıyor. Kadına yönelik şiddet tekil vakalarda bir şekilde gündem olabiliyorken, bu şiddeti devlet güçleri uyguladığında çoğu zaman hasıraltı ediliyor. Bu suçu işleyenlerden hesap sorulmuyor, hatta meşru olarak gösteriliyor… On gün boyunca ablukaya alınan Silvan halkıyla dayanışmak için 12 Kasımda bu ilçeye girmek isteyen HDP heyetine kolluk güçlerinin gaz, plastik mermi ve tazyikli suyla saldırmalarının ardından AKP medyasında çıkan haberler bunun bir örneğidir. HDP heyetine yapılan azgın saldırıdan sonra, saldırının boyutunun ve yasadışılığının anlatılması yerine, Figen Yüksekdağ’ın başına teğet geçen gaz fişeğinin yer aldığı görüntüler, “Figen’in fönü bozuldu” türünden insanlıkdışı manşetler eşliğinde verilebilmiştir. Bir kadın milletvekiline yapılan böylesi bir saldırının bile bu tür başlıklarla verilmesi, medyanın kadına dönük şiddetin değirmenine su taşıdığını, bu şiddeti işleyen kolluk güçleri olduğunda gerçekleri çarpıtmak için uğraştığını bir kez daha ayan beyan ortaya koyuyor.
Şiddete uğrayan kadınlara ilk başvurmaları gereken adres olarak polis karakolları gösterilir hep. Oysa karakollara başvuran şiddet mağduru kadınların büyük bir kısmı burada “kocandır, sever de döver de” denilerek evine gönderilir. Direnç gösterenlerin, ısrar edenlerin, küfürlere, hakaretlere, hatta polis şiddetine maruz bırakılarak evine gönderildiği sıklıkla duyduğumuz örneklerdir. “Kadının yeri evidir, kocasının yanıdır, kocasının rızası dışında onun bir rızası olamaz, talebi olamaz” düşüncesini erkeklerin beynine zerk eden erkek egemen anlayış, kolluk güçlerine de bu anlayışın koruyuculuğu görevini veriyor. Egemen sınıfın güvenliği için var olan kolluk güçleri, aynı zamanda bu sistemin bir parçası olan erkek egemen anlayışa da her alanda hizmet ediyor ve dolayısıyla kadınlara şiddet uygulayan erkeklerin yanında saf tutuyor. Sadece bunu yapmakla da yetinmiyor, çeşitli vesilelerle kadınlara şiddet uyguluyor, işkence yapıyor, katlediyor.
“Namus” adına cinayet işlemeyi hak gören, bu zırha sığınılarak işlenen suçlarda ceza indirimini öngören bir hukuk sistemine sahip olan bu ülkenin karakollarında, kadınlar tüm emniyet personelinin gözü önünde dövülüp, tecavüze uğrayabiliyorlar! Kadınların kolluk güçlerince şiddete, işkenceye uğradığı örnekler sayılamayacak kadar çok ama medya bu konuları işlemekten özenle kaçınıyor. Ancak çeşitli vesilelerle gündeme girmeyi başaran olaylar sayesinde bu gerçekler gözler önüne serilebiliyor.
Fevziye Cengiz 2011 Temmuzunda, İzmir’de, eşi ve birkaç yakınıyla bulunduğu müzikholde, baskın yapan polise kimlik göstermemesi ve izinsiz çalışması gerekçesiyle gözaltına alınmış, getirildiği Karabağlar polis merkezinde elleri kelepçeli olduğu halde tekme tokat dövülmüş, işkenceye uğramıştı. “Bu yaşananları başkasına söylersen seni öldürürüz” denilerek de tehdit edilen Fevziye Cengiz, olay sonrası sinmemiş, sessiz kalmamış, kendisine şiddet uygulayan polisler hakkında dava açmıştı. Olaydan ancak 5 ay sonra Cengiz’in şiddete uğradığını gösteren kamera kayıtları basına sızmıştı. Polisler bulundukları odada kamera olduğunu bile bile rahatlıkla, bir kadını, canlarının istediği gibi dövüp, hakaret edip, tehdit edebiliyorlardı. Bu olayda mağdur olan kadının açtığı davada işkenceci polisler “basit yaralama ve hakaret” suçlarından yargılanırken, Fevziye Cengiz ise polise hakaret suçundan cezalandırılmak istendi.
Kadınların karakollarda dayak yedikleri, işkenceye uğradıkları bilinmeyen bir konu değil. Daha ötesi olduğu da bir gerçek. Kadının giydiği kıyafeti, hangi saatte dışarıda olduğunu, yabancı olmasını mahkemelerin ceza indiriminde gerekçe saydığı bir memlekette, kadınlar sokaklardan karakollara her yerde kolaylıkla tecavüze uğrayabiliyorlar. İki yıldır Türkiye’de yaşayan Rus uyruklu Patimat A., 2012 yılında, Taksim gece kulüplerinde arama yapan polisler tarafından sahte kimlik kullandığı gerekçesiyle gözaltına alınıp, karakola getiriliyor. Burada, komiser yardımcısı N.K. tarafından iki kere tecavüze uğruyor. Ziyarete gelen yakın arkadaşının durumu öğrenip şikâyette bulunmasıyla gerçekler ortaya çıkıyor. “Nitelikli cinsel saldırı” suçlamasıyla yargılanan komiser N.K.’nın üç yıl süren davası sonucunda, mahkeme sanığın suçu işlediğine dair bir delil bulamıyor. Mağdurun direnmediği, bağırmadığı, dolayısıyla bu işin tecavüz olmadığı kararıyla, komiser N.K. sadece yattığı 7 aylık hapis cezasıyla paçayı kurtarmış oluyor. Sahte kimlikle yakalanmış, nasıl bir cezayla karşılaşacağını bilmediği için korkan ve ülke dışına atılma paniği yaşayan, direnebilme gücünü kaybetmiş bir kadına, “emniyet” için birinci adres olarak gösterilen karakolda tecavüz etme pervasızlığını gösteren bu komiser, mahkemelerde korunacağını, meslektaşlarının bu konudaki sınırsız deneyimlerinden biliyor elbette!
Medyaya yansıyan bu tip vakalar buzdağının sadece görünen kısmı. Görünmeyen kısmın tüyler ürpertici boyutta olduğundan şüphemiz yok! R.T.’nin başına gelenler de bu korkunç vakalara bir örnek: İki çocuk annesi R.T., Kağıthane Asayiş Amirliği’nde, emekli polis M.Ç. ile resmi görevli iki polis tarafından, aralarında sivil kadın polislerin de olduğu tüm personelin gözü önünde tecavüze uğruyor. R.T., 30 Ağustos 2012’de eskiden birlikte iş yaptığı emekli polisin şikâyetiyle ifade vermeye çağrıldığı karakolda neler yaşadığını şöyle anlatıyor: “Kağıthane İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne gittiğimde M.Ç. kapıda bekliyordu. Beni görünce küfretmeye başladı. O sırada üniformasız iki polis memuru beni yaka paça, küfürler ederek yukarı çıkardı. Nezarethanenin karşısında bir odaya götürüldüm ve uzun süre orada bekledim. İki saat sonra M.Ç. yanıma gelerek “biraz sonra yaşayacaklarını asla unutmayacaksın” dedi, sonra yüzüme biber gazı sıkıp üç kişi tecavüz ettiler. Kimse çığlıklarımı duymadı. İşleri bittiğinde kadın memurlar beni temizledi. Yedi-sekiz saat sonra avukat çağırmama izin verdiler. Kağıthane Devlet Hastanesi’nde beni muayene etmeden sağlam raporu verdiler…” Bu olaydan 1,5 yıl sonra da aynı polis yanına bir kişiyi daha alarak R.T.’yi kaçırıp tekrar tecavüz ediyor. Her bir ayrıntısı mide bulandıran bu olayların ardından Çağlayan Adliyesine biraz geç de olsa suç duyurusunda bulunan R.T.’ye burada Kağıthane Asayiş Amirliği için “onlar bu konuda çok antrenmanlılar, keşke olay sonrasında gelebilseydin” deniliyor. Burada yaşananlar o kadar kanıksanmış ve hasıraltı edilmiş ki, artık bu cümleler sıradan olaylar için söyleniyormuşçasına kurulabiliyor! İlk olayın üzerinden bir yıl geçtiği halde tecavüzcülerden biri bile ifadeye çağrılmıyor. İkinci olaydan sonra bu tecavüzden hamile kalan kadın, bu olayda yaşadığı çaresizlikten, utançtan, eşinin boşanma talebinden, çocuklarına annelik yapamaz, normal bir insan gibi yaşamını sürdüremez hale geliyor!
Kadınların maruz kaldığı şiddeti gözler önüne sermek açısından örnekleri arttırmak hiç zor değil yaşadığımız topraklarda. Küçücük kız çocuklarının, içinde polislerin, subayların, diğer kamu görevlilerinin olduğu onlarca erkek tarafından tecavüze uğradığı örneklerden tutun da, Kürt illerinde askerin ve polisin vahşi saldırıları sonucu bedeni paramparça olan küçücük kız çocuklarına kadar kadına yönelik şiddet gündemimizden düşmüyor. Bununla birlikte hükümetinden medyasına düzen güçleri, bir kanıksatma ve duyarsızlaştırma operasyonu da yürütüyorlar.
Kapitalist sistemde, kadın, dünyanın her yerinde şiddete uğruyor. Bu şiddetten nasibini alanların büyük çoğunluğu emekçi sınıfın, ezilen halkların kadınları… Erkeklere şiddeti meşru gören, hak gören bu düzen devam ettiği sürece, kadınların şiddetten kaçmasının bir yolu yok. Kadınların kurtuluşunun tek bir yolu var, bu düzenin ortadan kalkması için işçi sınıfının devrimci mücadelesine katılmak, insanca yaşanacak bir dünya yaratmak! Kadınlar ancak, kadın ve erkeğin her şeyi eşitçe ve sevgiyle paylaştığı, birbirini horlamadığı, birbirinden korkmadığı bir dünyada, sosyalist bir dünyada şiddetten kurtulmuş olacaklar.
link: Aylin Dinç, Kadına Şiddet Sadece Evde Değil Her Yerde, 26 Kasım 2015, https://marksist.net/node/4594
G20 Zirvesi ve Suriye Krizi
Türkiye Rus Uçağını Düşürdü: Savaş Derinleşiyor