Seçimler yaklaştıkça meydanlarda, kürsülerde konuşanların sayısı artıyor. O kadar çok konuşuyorlar ki saçmaladıklarının farkına bile varmıyorlar. Cumhurbaşkanından yalakalıkta sınır tanımayan gazetecilere kadar herkesin ne çok incisi varmış! Cumhurbaşkanından başlayalım. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, değeri 1 milyon TL’yi bulan bir makam aracı almasının ardından gelen eleştiriler üzerine aracı “ibret-i âlem olsun diye” iade ettiğini açıklamıştı. Bu duruma çok içerleyen Cumhurbaşkanı “Eğer benim haberim olsa ben derdim ki, sakın bu arabayı verme” dedi ve çıktığı her kürsüde bu meseleyi konuşmaya başladı. Dediğim dedik, çaldığım düdük Erdoğan, sonunda bu “çok önemli” meseleyi kendi bildiği yöntemle çözmeye karar verdi ve halkın dört gözle beklediği müjdeyi(!) açıklayarak Diyanet İşleri Başkanlığına yeni bir makam aracı hediye edileceğini söyledi. Üstelik bu yeni makam aracı zırhlıydı ve eskisinden daha pahalıydı. Ancak bu aracın parasının Erdoğan’ın kendi malı gibi kullandığı Cumhurbaşkanlığı bütçesinin örtülüsünden mi yoksa örtüsüzünden mi verildiği anlaşılamadı.
Cumhurbaşkanının bu hamlesi üzerine makam araçlarına ayrılan bütçe tartışmaları başladı. Bu “gereksiz” tartışmalara Maliye Bakanı Mehmet Şimşek son noktayı koymak istedi ve yaptığı bir konuşmada makam araçlarına harcanan paranın Türkiye’nin bütçesinde çerez parası bile etmediğini söyledi! Sonra da Maliye Bakanlığından özrü kabahatinden beter dedirten bir açıklama geldi: “Buradaki ‘çerez’, harcamanın küçüklüğünü ifade eden yani yük getirmeyen benzetme olarak kullanılmıştır.” Oysa biz fındık fıstığı kastettiğini düşünmüştük!
Şimşek’in neyi kastettiği gayet açıktır. Ortada bir ifade sorunu değil bakış açısı sorunu vardır. Asgari ücreti ya da emekli maaşlarını yükseltmek söz konusu olduğunda hem patronların hem de devletin bütçesinin sarsılacağını iddia edenler, sıra kendi lükslerine geldiğinde yapılan harcamayı “çerez parası” olarak görüyorlar. Burjuvazi ve onun siyasal temsilcileri lüks yaşamı kendilerine mubah görürken en küçük bir hak kırıntısını dahi işçi ve emekçiler için lüks olarak görürler. Erdoğan ve onun izinde giden kurmaylarının tek farkı, iktidar gücünün yarattığı sarhoşluğun ve kibrin etkisiyle bu bakış açısını meydanlarda, kürsülerde bas bas bağırarak söyleyecek kadar pervasızlaşmış olmalarıdır. Örneğin Erdoğan yaptığı her açılışta bu meseleye değindiği yetmemiş olacak ki, milyonlarca işçi tıklım tıkış belediye otobüslerinde tek ayak üstünde işe gidip gelirken, Diyanet İşleri Başkanına sadece lüks makam aracı değil aynı zamanda özel uçak da tahsis edilmesi gerektiğini söyleyebiliyor. Ya da Mehmet Şimşek, açlık sınırı 1400 liraya tırmanmışken “1500 lira asgari ücret işçiye zulümdür” demekte beis görmüyor. Sonra da diğer siyasi partilerin asgari ücreti arttırma vaadi karşısında sessiz kalan patronlara “Sesiniz çıkmıyor, demek ki memnunsunuz” diyerek sitem ediyor.
Şimşek’in çerez parası dediği miktar yılda 3 milyar 300 milyon liradır. Her yıl makam araçlarının alınması, kiralanması, yakıtı, bakım ve onarımı için kullanılan bu miktar Sağlık Bakanlığı’na ayrılan bütçeden çok daha fazladır. 2015 yılında Sağlık Bakanlığı’na ayrılan bütçe 2 milyar 762 milyon 657 bin liradır. Sağlık alanı en çok sorun yaşanan alanlardan biridir. Çünkü doktor, personel ve tıbbi malzeme yetersizliği yüzünden ne hastalar kaliteli sağlık hizmeti alabilmekte ne de sağlık çalışanları insani koşullarda çalışabilmektedirler. Binlerce hasta tedavi ya da ilaç masrafları karşılanmadığı için hayatını kaybetmektedir. Demek ki AKP hükümeti milyonlarca işçinin sağlığı için bir çerez parasını bile çok görmektedir.
Hatırlayacak olursak Soma katliamından sonra madenlerde yaşam odaları gündeme gelmişti. Soma’da yaşam odaları olsaydı madencilerin hayatını kaybetmeyeceği dile getirilmişti. İşte bu “çerez parasıyla” Somalı madencilerin hayatını kurtaracak bu yaşam odalarından 5000 adet yapılabilir. Demek ki hem Erdoğan’ın hem de AKP hükümetinin işçilere verdiği mesaj çok açıktır: “Bizim lüksümüz sizin hayatınızdan çok daha değerlidir!”
Bu tartışmalara burjuva yazar çizer takımının dahil olmaması beklenemezdi. Nitekim yalakalıkta sınır tanımayan gazeteciler de iktidarın meşrebine uygun hareket ederek pervasızlığı bir üst boyuta taşıdılar. Örneğin Yeni Akit gazetesi yazı işleri müdürü Ali Karahasanoğlu, “Siyasi iktidarı ve Cumhurbaşkanını eleştiren herkesin itiraz ettiği, ‘Şu kadar para, şuna verildi.. Bu kadar paraya şöyle araç alındı’ eleştirilerine, tek bir cevap verelim: ‘Demek ki devletin parası var da, alıyor.. Ne güzel!’” diyerek harcamaları savunuyor. “70 cente muhtaç bir Türkiye’den, böyle zengin bir Türkiye’ye gelinmiş olmasının, herkesin göğsünü kabartması gerekmez mi?” diye de ekliyor.
Devletin zenginleştiği doğrudur. Ama bu zenginlik milyonlarca işçinin çok kötü şartlarda, düşük ücretlere, çok uzun saatler çalıştırılması, emekçilerin vergiler altında ezilmesi pahasına elde edilen bir zenginliktir. O zengin Türkiye’de gelir dağılımındaki adaletsizlik had safhadadır. “Rakamlara baktığımızda görüyoruz ki, gelir dağılımı adaletsizliğinde OECD ülkeleri arasında ikinci sıraya oturan Türkiye’de, en yoksul yüzde 20’lik kesim (yani 15 milyon insan) 2012 yılında milli gelirden 47 milyar dolarlık bir pay alabilmiştir. Aynı yıl Türkiye’nin dolar milyarderleri listesine giren en zengin 44 kapitalistin kişisel serveti ise 118 milyar dolardır. Başka bir deyişle bu 44 kapitalist, 15 milyon yoksul emekçinin toplam yıllık gelirinin 2,5 katına eşit bir servete sahiptir.” (Zeynep Güneş, Kaynak Kıtlığı Değil Düzen Sorunu Var, MT, Mayıs 2015)
Bu zenginlikle gurur duyulmasını öğütleyen utanmazlar bu gerçekleri dile getirmemektedirler elbette. Reel ücretler hızla aşağı düşerken, milyonlarca işçi çalışma koşullarının ağırlığı altında ezilirken, işsizlik ve yoksulluk her geçen gün daha da büyürken, lüks harcamalarını cebindeki 1 liranın hesabını yapan emekçiye alkışlattıracak kadar arsızlaşmış, pişkinleşmiş bir burjuva siyaset takımı var karşımızda. Bu rahatlığın nedeni elbette işçilerin örgütsüzlüğüdür. Ancak kendilerine bu kadar rahat olmamalarını hatırlatmakta fayda var. Nitekim 35 yıldır Türk Metal sendikasının esareti altında sessizliğe gömülen on binlerce işçinin bir anda şahlanıp bu gangsterleri nasıl da sırtlarından attığına hepimiz tanık olduk, oluyoruz. Üstelik AKP’nin kutuplaştırma politikalarının had safhaya vardığı, seçim atmosferinin geriliminin her yerde hissedildiği bir dönemde oldu bu ayağa kalkış. Şimdi zincirlerinden boşalmış gibi Türk Metal’in hüküm sürdüğü onlarca fabrikada işçiler istifa ediyor, TM’ye öfkelerini haykırıyorlar. Şimdi teker teker geçmişte TM yöneticilerinin işçiden (ç)alıp otellerde, eğlencelerde yedikleri paraların hesabını soruyorlar. Şimdi patronlardan aldıkları rüşvetlerle kendilerini sözleşme masalarında satan sendikacılara dünyanın kaç bucak olduğunu gösteriyorlar. Demek ki hiçbir saltanat ilânihaye sürmezmiş! Demek ki hiçbir şey hafızalardan öyle kolay kolay silinmiyormuş! Bugün TM çetesini fabrikalarından kovan işçilerin yarın daha güçlü ve örgütlü olarak ayağa kalktıklarında burjuvaziyi ve onun devletini bütün kurumlarıyla, partileriyle birlikte tarihin çöplüğüne gömeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
link: Demet Yalçın, Erdoğan, AKP ve Çerez Polemiği, 2 Haziran 2015, https://marksist.net/node/4251
Metal Direnişi Sürüyor, Patronlar Oyun Peşinde
7 Haziran Seçimlerinde Neden HDP Desteklenmeli?