Tarih 28 Aralık 2011. Saat 22 suları. Yer, Türkiye ve Irak sınırının sıfır noktası. Şırnak’ın Uludere (Qıleban) ilçesi, Gülyazı (Bujeh) ve Ortasu (Roboski) köylerinden Irak sınırına geçmiş ve geri dönmekte olan köylüler sınırın sıfır noktasında Türk Silahlı Kuvvetlerine ait savaş uçaklarının bombardımanına tutuldular. 19’u çocuk olmak üzere çoğu aynı aileden 34 insan, 34 can vahşi bir şekilde toplu halde katledildi. Bölge itibariyle geçimleri için sınır ticaretinden başka yapacak hiçbir şeyi olmayan köylüler; katırların sırtına yükledikleri yağ, mazot ve şekeri ancak sınıra kadar getirebildiler. Eşleri, anaları, çocukları “kaçağa” gidenlerin yollarını dört gözle bekliyorlardı. Ama devlet onlara katır sırtında, eşlerinin ve çocuklarının yanmış, parçalanmış cesetlerini göndermeyi reva gördü. Bir annenin “benim çocuğum 80 kiloydu ama 10 kilo toplayabildik” demesi nasıl bir vahşetin uygulandığını açık bir şekilde gözlerimizin önünde canlandırıyor. Bu acıyı hissetmek çok zor olmasa gerek.
Kürdistan’da yaşayan halk bu haberle bir kez daha sarsıldı. Türk devleti bir kez daha bu halka vahşi yüzünü göstermişti. Daha önce iktidarda yer almış diğer düzen partileri ve düzen güçleri gibi AKP hükümeti için de bu insanların katledilmesi için Kürt olmaları yeterliydi. Kürdistan’ın tarihi, katliamlar tarihidir adeta. Ağrı, Zilan, Munzur, Dersim, 33 Kurşun, Newala Qesaba ve daha niceleri…
Katliamın ardından bunca zaman geçmesine rağmen bir tek kişi bile yargılanmamış, aksine olaydan sonra yapılan açıklamalar katliamı meşru kılmaya yönelik olmuştu. Olaydan iki gün sonra dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “Genelkurmayıma göstermiş oldukları hassasiyetlerden dolayı teşekkür ederim” demesi hükümetin Roboski katliamıyla ilgili tutumunu açık bir şekilde ifşa ediyordu. Sonraki günlerde dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in ölen insanlara hakaretler yağdırarak “ölmeseydiler yargılanacaklardı” demesi de öyle.
Roboskili ailelerin tek istekleri katliamın faillerinin bulunması ve cezalandırılması olmasına rağmen, devlet onlara tazminat teklif etmiş, olayın üstünü bu şekilde fütursuzca kapatmak istemiştir. Emine Erdoğan ile görüşen tüm annelerin bu tazminata cevapları ise şöyle olmuştu: “Senin eşin bizim çocuklarımızı katletti, tazminat diyorsan eğer, izin ver de kızının bir parmağını keselim. Karşılığında senin bize teklif ettiğin tazminatın iki katını verelim. İmkânımız yok ama toplayıp sana verelim. Biz kan parası istemiyoruz, hesap vermenizi istiyoruz.”
Tarih 23 Mart 2015. Hedefte bu defa katırlar var. 23 Martta “kaçakçılıkta kullanıldığı” gerekçesiyle 8 katırın itlaf edildiği, 5 katırın yaralı kurtulduğu, 72 katır için de itlaf kararı alındığı belirtildi. Ayrıca 17 katırın kurşunlardan kaçarken uçurumdan düşerek öldüğü belirtildi. Bir yandan hükümetin sözümona bir “çözüm süreci” yürütmesi, diğer yandan halkın tek geçim kaynağı olan hayvanları itlaf etmesi, Kürt sorununda gerçekte nasıl bir tutum takındığını açıkça gözler önüne sermektedir. AKP’nin emri altındaki ordu, bölge halkını düşman halk olarak görmeye ve onları katletmeye, kurtulanları ise yaşamlarını sürdürme araçlarından yoksun bırakarak cezalandırmaya çalışmaktadır.
Türkiye’de başta Kuzey Kürdistan’daki katliamlar olmak üzere tüm ezilen halklara, sosyalistlere yönelik katliamların hesabını sorabilmek için biz işçi sınıfının evlatlarına çok iş düşmektedir. Bizlere bu katliamları yaşatan burjuvaziye ve onun temsilcisi olan hükümetlere karşı işçi sınıfının birliğini, halkların kardeşliğini büyütelim.
link: Okan Üniversitesi’nden bir öğrenci, Roboski Katliamından Katır İtlafına, 5 Nisan 2015, https://marksist.net/node/4108
Kürt Sorununda Hükümetin “Katır” İnadı
Provokasyon Süreci İlerliyor