Birleşik Haziran Hareketi (BHH) 3 Martta seçimlere ilişkin tutumunu açıkladı. Bu açıklama, sol hareketin tarihine bir muğlaklıklar manzumesi olarak geçmeyi hak ediyor. BHH’nin bildirisi, muğlaklığın, her paragrafa yerleştirilmiş emniyet sübabı niteliğindeki cümlelerin, oportünist tutumların sol lafazanlıkla sarılıp sarmalanmasının yetkin bir örneğini oluşturuyor.
Aylar süren iç tartışmaların, yapılan onlarca “Meclis” toplantılarının, sözümona “aşağıdan yukarı karar alma süreçlerinin” ardından varılan nokta, kendilerinin de paylaştığı “aşağının” Kemalist önyargılarının ve CHP’yi destekleme tutumunun üstünü örtmekten ibarettir. Bu tutum, elbette ki parlak cümleler ve cilâlarla gizlenmeye ve birtakım gerekçelere dayandırılmaya çalışılmıştır.
Önce bildirinin ilgili bölümünde ne dendiğini hatırlayalım: “Birleşik Haziran Hareketi’nin Seçimlere yönelik, başta CHP ve HDP olmak üzere, hiç bir kesimle parlamentoda temsiliyet kaygısı üzerinden bir müzakeresi söz konusu değildir. Birleşik Haziran Hareketi’nin kendi dışındaki sol kesim ve partilerle ilişkilerindeki temel duyarlılığı Gezi milyonlarının sorun, talep ve beklentileridir. Birleşik Haziran Hareketi, seçim süreci ve sonrasında bu konumunu korumak konusunda kararlıdır. Ancak bu bağımsız duruşun bir gereği olarak, altını çizdiğimiz toplumsal talepleri inandırıcı biçimde sahiplenen güçlerle seçim sürecinde dayanışma içinde olacağımızı da kamuoyu ile paylaşıyoruz.”
Muğlaklığa bağımsız tutum cilâsı
BHH’nin seçim tutumunu dayandırdığı gerekçelerden biri, bağımsız bir tutum geliştirme gereğidir. BHH sözcülerinden Fatih Yaşlı, bunu şöyle açıklıyor: “Hazirancılara göre … bağımsız bir politik özneye henüz dönüşememiş bir hareketin herhangi bir seçim ittifakı içerisine girmesi, Haziran’ın doğar doğmaz ölmesi anlamına gelecekti ve bu nedenle Haziran herhangi bir ittifaktan da, bir partiyi işaret etmekten de kaçınmalıydı. … İçerisinde çeşitli siyasi partiler, örgütler, bireyler bulunan ve siyasi bir parti olmayan bir hareketin 8 Haziran gününe kendi iç bütünlüğünü koruyarak girebilmesinin yolu, bu parti, örgüt ve bireylerin seçime dair asgari bir müşterekte buluşmasını gerektiriyordu. O asgari müşterek ise mevcut durumda ittifak ya da bir partiye destek ya da boykot değil, kime oy verilmeyeceğini, kimle mücadele edileceğini söylemek[ti] … Bu ise Birleşik Haziran Hareketini bağımsız ve etkin bir siyasi özne haline getirmek için mücadele anlamına geliyordu.”
BHH, açık, net, kitleler tarafından kolaylıkla anlaşılacak bir tutumu ortaya koyamıyor ve bunun üzerini bağımsız tutum örtüsüyle kapatıyor. “Kime oy verilmeyeceğini, kimle mücadele edileceğini” söyledik bu yeterlidir şeklinde bir yaklaşım sergiliyorlar. Ama hayır, o bile açıkça ortaya konmamaktadır. AKP’ye oy verilmeyeceği kesindir de, meselâ CHP’ye oy verilebilir mi? “Haziran direnişinin taleplerini” savunanları destekleyeceğiz demek, CHP de desteklenebilir demektir. Çünkü CHP bu talepleri savunduğu iddiasındadır ve BHH’nin kuruluşunda kimi CHP milletvekilleri de bizzat yer almıştır. Öte yandan, BHH’nin HDP’yi Haziran direnişine destek vermemekle eleştirmesi ile birleştirildiğinde, bu söylemden HDP’ye oy yok sonucu da bal gibi çıkmaktadır.
Sokak mı, sandık mı ikilemi
BHH, seçimlere ilişkin bildirisinde, mücadeleci bir dil kullanmaya özen gösteriyor. Bildiri, seçimleri, oluşacak Meclisin profilini, bu Mecliste Kürt hareketinin ve sosyalist vekillerin bulunmasını küçümser bir havayı yansıtıyor. “AKP’ye karşı mücadele”nin yolu sokak olarak gösteriliyor: “Başta seçim barajı olmak üzere, seçim sandığı üzerine düşen gölgeler halk iradesinin sandıkta ifade bulmasını imkânsız hale getirmiştir. … Bu nedenle seçime yönelik mücadelenin AKP iktidarını durdurmanın tek yolu olmadığını bir kez daha vurgulama ihtiyacı duyuyoruz. Bununla birlikte, seçimlerin AKP’ye karşı verilen mücadelenin bir parçası olduğunu da görüyor, önemsiyoruz.” Son cümledeki “önemsiyoruz” vurgusu, BHH’nin tutumuna gelecek eleştirileri önlemeye dönük bir çabadır. BHH, bizim için önemli olan sandık değil sokaktır demekle, aslında CHP’yi desteklediği gerçeğini devrimci lafazanlıkla örtmeye çalışmaktadır.
Hangi devrimci, sokağın ve mücadelenin vurgulanmasına itiraz edebilir ki? Parlamenter reformlar yoluyla kapitalist toplumun yıkılamayacağını bilenler, elbette kitlelerin öz-örgütlülüğüne, devrimci eylemliliğine işaret ederler. Ne var ki devrimin nasıl olacağını tasvir etmekle, normal ya da olağan dönemlerde ne tür taktikler izlemek gerektiğini ortaya koymak aynı şeyler değildir. Geniş kitlelerin devrimci bilinç ve örgütlülükten yoksun oldukları, burjuva ideolojisinin derin etkisi altında ve sağlı sollu burjuva partilerin kuyruğunda dolaştıkları normal dönemlerde, esas görev, mümkün olan tüm araçlarla sınıfın öncüsünü geleceğe hazırlamak, bilinçlendirmek ve örgütlemektir. Bu araçlar arasında elbet seçimlerin de belli bir yeri vardır.
Ama iş burada bitmiyor. BHH’nin bu vurgusunda bir tuhaflık göze çarpıyor. Türkiye sosyalist hareketinde, AKP’yi durdurmanın “tek yolunun” sandık mücadelesi olduğunu savunan mı vardır ki BHH bildirgesi aksini “vurgulama ihtiyacı”nı duymaktadır.
Aslına bakılırsa, onlar tarafından dile getirildiğinde bu vurgu, kendi ayıplarını örtmenin bir aracı durumundadır. Zira, ÖDP ve SİP-TKP geleneği gibi BHH’nin temel bileşenleri, bu topraklarda, parlamentarizm, reformizm ve legalizm eleştirilerini en çok hak eden siyasal çevrelerdir. Daha düne kadar, bu çevreler, kazandıkları muhtarlıklarla ya da belde-ilçe belediye başkanlıklarıyla övünmüyorlar mıydı? “Belediye sosyalizmi” çeşitlemeleri olan anlayışlarla seçim “zaferleri” için CHP gibi bir burjuva partisiyle pazarlıklara girişmiyorlar mıydı? “Halk iradesinin sandıkta ifadesini bulması imkânsız” ise, bu durum geçtiğimiz yıl mı ortaya çıkmıştır ki, bundan önceki tüm yerel ve genel seçimlerde bu çevreler kendi adaylarıyla seçime girmiş ya da öyle görünmeyi tercih etmişlerdir?
Mevcut koşullarda saçma bir ikilem yaratarak sokağa yapılan bu atıflar, aslında işçi sınıfına inançsızlığın üstünü sol lafazanlıkla örtme çabasıdır. Bunlar bugün işçilerin önemli bir bölümünün AKP’yi desteklemesi olgusundan hareketle AKP’nin sandıkta geriletilemeyeceği düşüncesindedirler. Öte yandan bunlar izledikleri siyaset ve örgütlenme ile de ortaya koydukları gibi, işçi sınıfının geniş yoksul kesimlerine güvenmemekte, onun barındırdığı devrimci potansiyele inanmamakta, onun içinde sabırlı ve kahırlı bir devrimci örgütlenme faaliyeti yürütmeye yanaşmamaktadırlar. Geriye, sol adına ulaşabildikleri küçük-burjuva tepkiselliğin damgasını bastığı toplumsal kesimler kalmaktadır ki, bunlar düpedüz küçük-burjuvazinin bir kesiminin yanı sıra, başta okumuşlar olmak üzere işçi sınıfının ayrıcalıklı, farklılaşmış, sınıfına yabancılaşmış kesimlerinden oluşmaktadır.
Geleneksel olarak CHP’yi destekleyen bu kesimleri arkasına takmaya çalışan BHH, bu tabandan yalıtılmamak için Kürt hareketiyle arasına giderek kalınlaşan bir çizgi çekmektedir. BHH’nin Kürt hareketine ilişkin önyargıları ve şoven tutumu o denli güçlüdür ki, bugün Erdoğan ve AKP’nin otoriterleşmeye hız veren gidişatını durdurabilecek mevcut yegâne seçeneğin HDP’nin barajı aşması olduğunu göremeyecek kadar körleşmişlerdir. BHH’nin seçim bildirisindeki muğlaklığın ve oportünist yaklaşımların arkasındaki gerçeklik işte budur.
Temel motivasyon: Kemalist tabanı kaybetmemek
BHH bildirisindeki muğlaklığın üzeri kazındığında, alttan çıkan şey, CHP’ye destek, HDP’ye oy yok tutumudur. Bu bizler açısından hiç de şaşırtıcı olmamıştır. BHH bileşenleri de dahil küçük-burjuva sosyalist çevrelerin etki alanındaki kitlenin çoğunluğunun ve hatta aktivistlerinin önemli bir bölümünün her seçimde CHP’ye oy verdikleri bilinen bir gerçektir. Geçtiğimiz yılki yerel seçimler, bunun matematiksel kanıtlarını da yeterince ortaya koymuştu.
BHH’nin oturduğu toplumsal taban CHP tabanından başkası değildir. BHH bildirisinin gerekçeli kararı niteliğindeki yazısında Fatih Yaşlı bunu “Haziran sosyolojisi” kavramıyla dürüstçe ortaya koyuyor: “Haziran İsyanı, AKP’nin kurmak istediği siyasal rejime ve toplumsal yaşayışa bir reddiyedir. … Sokağa çıkanların ezici çoğunluğunu, «Cumhuriyetin kazanımları»nı sahiplenen, laikliği içselleştirmiş, kendini bayrak ve Mustafa Kemal üzerinden ifade eden bir toplam oluşturmaktadır.”
Uzun söze ne hacet, bu satırlar, BHH’nin temel kaygılarını yeterince çıplak bir şekilde ortaya koyuyor. BHH sol-Kemalizm kulvarındakilerin birliğini temsil ediyor. Kendi tercihleridir. Yeter ki sosyalist jargonu kullanıp gölge etmesinler.
BHH sözcüleri, kendilerine dönük HDP’yi destekleyin çağrılarından duydukları rahatsızlığı, “bizi basınç altına sokmak istiyorlar” şeklinde dillendiriyorlar. Oysa ezilen Kürt halkının demokratik siyasal taleplerini destekleme görevi, bizleri rahatsız eden dışsal bir basınçtan değil, her şeyden önce sosyalizmin ilkelerinden kaynaklanan içsel bir yönelimden doğar. Ezilen ulusların özgürlüğünü ve kendi kaderini tayin hakkını savunmanın, sosyalistler için bir turnusol kâğıdı özelliğini taşıdığı boşuna söylenmemiştir.
link: Oktay Baran, Yaklaşan Seçimler ve Birleşik Haziran Hareketi’nin Tutumu, 21 Mart 2015, https://marksist.net/node/4062
Üniversitelerde Newroz Kutlamaları
Brezilya’da Yolsuzluk ve Çürüyen Kapitalizm