Yeni bir mücadele yılı daha bizi bekliyor. Kapımızdan içeri girdi yeni yıl, yeni dertler, sıkıntılar, işsizlik, açlık, yoksulluk, gözaltılar ve hatta ölüm. Bunları tahmin etmek zor değil elbet, bir sene öncesinde yaşananlardan, daha öncelerinden biliyoruz bunu, yüzyıllardır yaşadığımız sömürüden de biliyoruz elbette. Ve biliyoruz, yeni yılda yine mücadeleler, grevler, direnişler, mitingler, burjuvaziye korku salan isyanlar var kapımızda. Bunları da biliyoruz yüzyıllardır var olan mücadele tarihimizden, yaşam tarihimizden.
2011 yılı boyunca burjuvazi her geçen gün daha azgınca saldırdı bizlere, sömürüsünü daha da katmerleştirdi. 2011 yılı türlü zorluklarla geçti biz işçiler için. Yine kriz var denilerek işsiz kaldık, uzun çalışma saatlerine hapsolduk, mücadeleyle kazandığımız haklarımızı elimizden almak için meclisten torba torba yasa geçti, kıdem tazminatı olmak üzere birçok hak kaybına yol açacak Ulusal İstihdam Projesi geliştirildi, iş cinayetlerinde, depremlerde can verdik. Son dönemde gündemde oldukça yer tutan kadın cinayetleri işlendi, KCK operasyonlarıyla mücadeleci Kürtler ve insanca yaşamı savunan, bu uğurda mücadele eden devrimciler haksız yere tutuklandı, sendikacılara yönelik baskı ve tutuklamalar arttı ve daha pek çok şey yaşandı 2011 yılı içerisinde.
Bericap, Konveyör, Çel-Mer, GEA, Uğursan, Mas-Daf, Legrand, Kampana Deri ve daha pek çok işyerinde yaşanan her biri birbirinden önemli olan bu grev ve direnişleri de bütün bir yıl boyunca işçi basınından, mücadele alanlarından takip ettik. Elbette bunlar sadece Türkiye özelinde yaşanan gelişmelerdi. Bunlar dışında dünyanın geri kalanında da oldukça önemli gelişmeler yaşandı bütün bir yıl boyunca. Ortadoğu ve Kuzay Afrika halklarının isyanıyla yıkılan eski rejimler, diktatörlükler, Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami felâketinin ardından tüm dünyaya yayılan nükleer karşıtı hareketler, Avrupa’da yükselen faşizmin bir sonucu olarak Norveç’te yaşanan faşist katliam, Somali’de yaşanan açlık. Bunların yanı sıra, Yunanistan’da, Çin’de, Amerika’da, İngiltere’de, Belçika’da, Şili’de, İran’da ve daha pek çok ülkede yaşanan işten atmalar, direnişler, grevler, Avrupa’yı saran mücadeleler, tüm dünyada büyük yankı uyandıran, güç toplayan “işgal et” ve “biz %99’uz” hareketleri ve daha nice gelişmeler yaşandı.
İşçi sınıfı kimi zaman yaşanan saldırılara göğüs gerdi, mücadele etti ve kazandı kimi zamansa yeterli örgütlülüğe sahip olamadığı için düzen güçlerine teslim olmak durumunda kaldı. Yaşanan tüm bu gelişmeler gösteriyor ki kapitalizm derin bir krizin ve savaşın içinde. İşçi sınıfının ve kapitalistlerin karşı karşıya olduğu savaşın ortaya çıkardığı bir tablo aslında saydıklarım ve bütün bir yıl boyunca yaşadıklarımız. Çok açık ki önümüzdeki yıl daha da sertleşecek savaşın yüzü. Burjuvazi tüm gücüyle içinde bulunduğu krizden kurtulmak için debelendikçe saldırılarını daha da arttıracak. Bu gayet açık. Peki ama işçi sınıfı ne yapacak? Aklımıza ilk gelen işçi sınıfının da kapitalistlere karşı vereceği savaşın, mücadelenin daha da çetinleşeceğidir. Ve muhtemeldir ki öyle de olacak, tüm dünyada yükselmeye başlayan işçi hareketleri devam edecek ve hatta ritmini artıracaktır. Ama burada daha önemli bir soru gündeme geliyor. İşçi sınıfı bu mücadeleyi büyütürken gerçekten örgütlü mü davranıyor? Sanırım şu an için yeterli bir örgütlülüğün var olduğunu söylemek güç olur. Çünkü gayet açık bir biçimde görülüyor ki dünya işçi sınıfı henüz örgütsüz. Oysa tüm bu ayağa kalkışlar sırasında işçi sınıfının enternasyonal bir örgütlü gücü var olmuş olsa, atılan adımlar ve elde edilen kazanımlar çok daha anlamlı olacaktır.
Arap halkalarının isyanına ve sonuçlarına baktığımızda söylenmek istenen daha net ortaya çıkmaktadır. Örneğin Mısır’da işçi-emekçiler uzun süre devam eden mücadeleleri, isyanları sonucunda uzun yıllar boyunca iktidarını sürdüren Hüsnü Mübarek’i devirmeyi başarmış ve tepelerindeki eli kanlı diktatörden kurtulmuştu. Ancak sonrasında iktidara isyan edenler yerine, en başta “dost” görünen ordu geldi. Çok geçmeden anlaşıldı ki ordu da aslında burjuvazinin çıkarları için hareket etmekte, Mısır halkının istek ve sorunlarını görmezden gelmektedir. Bugün itibariyle Mısırlı işçi-emekçiler orduyu yönetimden indirmek için mücadele ediyor. Peki ama en başında orada gerçek bir örgütlülük olsaydı böyle mi olurdu? Elbette ki hayır, Mısır halkı isyan edip tepesindeki diktatörden kurtulduktan sonra iktidarı kendi eline alırdı. Ama bu da ancak örgütlü bir işçi sınıfıyla ve onun öncü gücüyle var olacak bir durumdur. İşte Mısır işçi sınıfında bu güç olmadığı için Mısır halkı hâlâ burjuvazinin baskıcı güçleriyle mücadele etmek zorunda. Bu örneği yaşanan tüm mücadeleler açısından da geçerli sayabiliriz. Zaten yaşananlar da tam olarak bunu yansıtıyor. Buradan bizler için çıkan sonuç da bu örnek ışığında daha da aydınlanıyor; yeni bir yıl demek bizim için yeni bir mücadele yılı demektir. Kapitalizmin yarattığı sömürü koşullarını ortadan kaldırmak, insanca yaşayabileceğimiz bir dünyayı var etmek için daha fazla işçiyi bu haklı mücadeleye katmak ve işçi sınıfının ulusal ve uluslararası örgütlülüğünü sağlamak için bir adım daha atmaktır bize düşen.
link: Hacettepe Üniversitesi’nden bir MT okuru, Yeni Bir Mücadele Yılı Bizi Bekliyor, 7 Ocak 2012, https://marksist.net/node/2873
Bir “Poşu” ve 45 Yıl Hapis!
BDP’li Kadınlar Uludere Katliamını Lanetledi