2010 yılının ilk büyük felâketi Latin Amerika’nın en yoksul ülkesi olan Haiti’de meydana geldi. 12 Ocak günü akşam saatlerinde yaşanan büyük deprem Haiti’yi yerle bir etti. Başkent Port-au-Prince’in 15 km güneybatısında meydana gelen 7 büyüklüğündeki depremde resmi rakamlara göre 110 bin kişi öldü. Fakat ilerleyen günlerde ölü sayısının 200 binlere ulaşacağı tahmin ediliyor. Depremde 190 binden fazla kişi yaralandı. Haiti hükümeti 55 binden fazla aileyi depremzede ilan etti. 1,5 milyon kişi evsiz kaldı. Halk günlerdir aç ve açıkta sabahlıyor. Depremde başkanlık sarayı, BM temsilciliği, hastaneler, okullar ve 11 binden fazla bina yerle bir oldu. 10 milyon nüfusa sahip Haiti’de yaşanan depremden 3 milyondan fazla insanın etkilendiği hesap ediliyor. Milyonlarca dolarlık hasarın meydana geldiği depremde halk, gıda malzemesi, ilaç ve içme suyu sıkıntısı çekiyor.
Yaşanan yıkım, yoksul Haiti halkının nasıl soyulduğunu, burjuvazinin insan canına ne kadar önem verdiğini de çok çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Binalar kâğıt gibi yıkılmış, ülkenin sözde en gelişmiş kenti olan başkent Port-au-Prince yerle bir olmuştur. Batı yarıküresinin en yoksul ülkesi Haiti depremden önce de içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve politik koşullar nedeniyle büyük bir yıkım içindeydi. Zaten depremin sonuçlarını böylesine felâket boyutuna sıçratan asıl neden de ülkenin bu durumudur.
Uzun yıllar Fransız sömürgesi olan Haiti, 1804 yılında, kıtanın Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra bağımsızlığını ilan eden ikinci ülkesi oldu. Birinci Dünya Savaşından sonra Haiti, 1934 yılına kadar ABD’nin işgali altında kaldı. İkinci Dünya Savaşından 1980’li yıllara kadar askeri diktatörlüklere ve darbelere maruz kalan ülke tam anlamıyla çökmüştü. ABD tarafından desteklenen ve 30 yıl iktidarda kalan eli kanlı Duvalier diktatörlüğü yoksulluk ve sefalet içindeki halka kan ağlatıyordu. Duvalier diktatörlüğü 1986 yılında bir kitle ayaklanmasıyla devrildi. Fakat devrimci bir önderlikten ve örgütlülükten yoksun olan Haiti işçi sınıfı iktidarı kendi ellerine alamadı ve bu dönemi yine askeri diktatörlükle geçen bir dönem takip etti.
Haiti’de bu dönemde bir kez daha yükselen halk hareketiyle ABD emperyalizminin hegemonyası da sarsılmaya başladı. Ancak “diktatörlüğe karşı birikmiş bütün öfke, kapitalizmi yıkacak devrimci bir düzeye ulaşamadan, demokratik dönüşümün sembolü Aristide aracılığıyla denetim altına alınmış oldu.” (Nazım Yıldırım, Haiti: İşçi Sınıfının Örgütsüzlüğünün ve Emperyalist Çözümsüzlüğün Kıskacındaki Ülke, www.marksist.com)
Aristide, peşine taktığı Haitililere refah, özgürlük ve bağımsızlık sözü veriyordu. İşçi sınıfının patlayan öfkesini bağımsız sınıf çıkarları temelinde ileriye taşıyabilecek devrimci proleter örgütlenmenin eksik olduğu birçok Latin Amerika ülkesinde olduğu gibi Haiti’de de iktidar milliyetçi sol söylemli burjuva önderliklerin eline geçti. Aristide’in iktidarda olduğu dönemde kısmi reformların dışında bir iyileşme gözlenmedi. Fakat arka bahçesi olarak gördüğü bu ülkede yaşanan bu kısmi reformlar dahi ABD emperyalizmini fazlasıyla rahatsız etti ve Aristide önce kontrol altına alındı, ardından 2004 yılında organize edilen bir darbe ile devrilerek iktidardan uzaklaştırıldı.
Bütün bu siyasi ve ekonomik çalkantıların büyük faturası da yoksul Haitililere kesildi. Nüfusun yüzde 80’i açlığa mahkûm edilmişti. Büyük yolsuzlukların ve özelleştirmelerin faturası yoksul halka kesildi. Milyonlarca Haitili açlar ordusunun saflarına sürüklendi. 2008 yılında patlayan büyük siyasi çalkantıda aç halk kitleleri marketlere akın ederek yiyeceklere el koydu. Yoksul halk “çamur kurabiyeleri” değil, insana yaraşır yiyecekler yemek istiyordu. 2008 yılındaki büyük yıkımda BM Haiti İstikrar Misyonunun 47 ülkeden 9 bin asker ve polisin oluşturduğu askeri kuvvetle ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda ülke fiilen işgal edildi. “Barış Gücü” adı altında Haiti’ye giren BM işgal gücü ayaklanmaları bastırdı ve egemenler lehine düzeni yeniden sağladı.
Haiti depreminde de halk yine büyük marketlere akın ederek, açlıktan ölmemek için yiyeceklere el koydu. Medya bu türden haberleri kasıtlı olarak yayınlayarak, Haiti’de düzeni sağlamak için askeri kuvvetlerin şart olduğu mesajını verdi. Nitekim depremden sonra ABD emperyalizmi Haiti’ye yardım adı altında büyük bir askeri çıkartma yaptı. İlk etapta gönderilen 3 bin 500 askerin ardından, ABD, üç çıkarma gemisi ve bir uçak gemisini daha Haiti’ye sevk etti. Daha sonra asker sayısı hızla arttırıldı ve son olarak 4 bin askerin daha gönderilerek Haiti’deki Amerikan askeri sayısının 16 bine çıkarılacağı açıklandı. Venezuela devlet başkanı Chavez’in ABD’yi “cesetler üzerinden Haiti’yi işgal etmekle” suçlamasının ve Bolivya devlet başkanı Evo Morales’in Birleşmiş Milletler’i Haiti’deki Amerikan varlığına son vermek üzere acil toplantıya çağırmasının ardından, Fransa da çekincelerini dile getirdi. Haiti’yi yardım örtüsü altında fiilen işgal eden ABD, tüm hava trafiğini kendi uçaklarının iniş önceliği temelinde düzenliyor. Milyonlarca insan açlık ve susuzluk içindeyken, Haiti’ye gönderilen yardımlar, ABD yüzünden günler boyunca kimseye ulaşamıyor.
Emperyalistlerin yardım palavraları
Dünyamızı salgın hastalıkların, ekonomik krizlerin, emperyalist savaşların ve “doğal” felâketlerin esiri haline getiren, kapitalist sistemden başkası değildir. Çıkarları söz konusu olduğunda trilyon dolarları harcayan sermaye devletleri Haiti’nin yoksul işçi ve emekçilerinin günlerce sokakta aç ve açıkta yaşamasına seyirci kalmıştır. Televizyon ekranlarından duyurulan şu kadar milyon dolar yardım yapacağız türü sözlerin halkı uyutmaktan başka bir anlam ifade etmediğini biliyoruz. Gölcük depreminde de yaşadığımız bir başka gerçek de, her şeye rağmen toplanan yardımların, yardıma ihtiyacı olanlardan çok, fırsattan istifade etmek isteyen mülk sahiplerine veya bürokratların keselerine aktığıdır.
Söz konusu olan sermaye sınıfının çıkarları olduğunda uzaklara gitmeye hiç gerek yok. Sık sık dünyaya açılmakla övünen AKP hükümeti eliyle TC de 52 Türk polisi ile Haiti’deki emperyalist işgale arka çıkmıştır. Medya günlerdir toplumun dikkatini sağ kurtulan 52 Türk görevlisine çekerken onların niçin orada olduğuna dair gerçek bilgileri halktan gizlemiştir. Sermaye sınıfının amacı Afganistan’dan Haiti’ye kadar işgale ortak olmak ve bu ülkelerin kaynaklarını ve halklarını sömürmektir. İçerde başta Tekel işçileri olmak üzere, hakkını arayan işçi ve emekçileri coplayan, yoksulluğa mahkûm eden ve yoksul Kürt çocuklarını dahi kurşunlamaktan çekinmeyen bir sistemin sürdürücülerinden dışarıda da insani yardımlar beklemek beyhudedir.
Söz konusu olan ortak çıkarlar olduğunda emperyalist sistemin yürütücüleri birlikte davranıyor, birbiriyle yardımlaşarak acı faturayı yoksul halka çıkarmakta bir sakınca görmüyorlar. Sistem öylesine kokuşmuş ki doğal afetlerden dahi kârlı çıkmanın hesapları yapılmaktadır. İnşaat sektörü başta olmak üzere birçok sektörden firma sahibi şimdiden Haiti’ye akın etmiştir. Bu sömürü sisteminin defterini dürmenin zamanı çoktan geldi. İnsanlık yeni acılar yaşamadan ve daha büyük felâketlere sürüklenmeden emperyalist kapitalist sisteme karşı dünya çapında enternasyonal bir mücadele yükseltilmelidir.
link: Yavuz Girgin, Haiti Depremi ve Emperyalist Haydutlar, 22 Ocak 2010, https://marksist.net/node/2362
Yolumuz Güneşe Gidiyor
Liberal Demokratların Kapitalist Düşleri