Kapitalist ilişkilerin görece geç geliştiği ve ulus devletin bir halk hareketine dayanarak inşa edilmediği pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye Cumhuriyetinde de, burjuva demokrasisi son derece güdük ve dar bir çerçeveye sahiptir. Burjuvazi kapitalist çerçevede hayata geçirilebilecek pek çok demokratik hakkı, ipleri elinden kaçırma korkusu yüzünden hayata geçir(e)miyor. Kapitalist ilişkilerin daha köklü olduğu ülkelerde uzun yıllardır yaşamın bir parçası olan bu hakları, çoğu zaman bunlarla entegrasyon sağlama saikiyle söz konusu ettiğinde de ortaya epeyce sulandırılmış, sözde uygulamalardan başka bir şey de çıkartamıyor. Nefesi ilerici hiçbir adımı atmaya yetmiyor.
Demokratik talepleri karşısında burjuvazinin yıllardır ayak sürüdüğü topluluklardan biri de Aleviler. Sünni İslam’ın halifeliğini elinde bulunduran padişahın, bu temelde kurduğu merkezi otoritenin gereği olarak Osmanlı İmparatorluğu döneminde büyük baskı gören Aleviler, TC döneminde de burjuvazinin inkârcı ve imhacı politikalarının mağduru oldular. Sözde laik rejim, ibadethanelerini yok saymaktan, Alevi çocuklarına zorunlu din derslerinde Sünniliği anlatmaya kadar pek çok uygulamasıyla Alevileri de inkâr ederken, olağanüstü rejimlere ihtiyaç duyduğunda da örgütlediği provokasyonlarla Alevilere yönelik pogromları defalarca hayata geçirdi. Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta kitlesel imhalara girişti.
Yüzyıllardır bu topraklarda zorla asimile edilmeye çalışılan, her türden baskıya ve aşağılanmaya maruz bırakılan Aleviler, bu durum yüzünden mümkün olduğunca gözden uzak ve içe kapalı bir yaşam tarzıyla varlıklarını korumaya çalıştılar. Ancak kapitalist gelişmeyle birlikte onlar da daha görünür olmaya başlayınca, sorunları da toplumsal alana taşındı ve daha fazla ifade edilir oldu. Alevi örgütlenmeleri sayıca arttı ve yaygınlaştı. Özellikle Avrupa’ya göçmen işçi olarak gitmiş Alevilerin yönlendirmesi ve katkısıyla Alevi örgütleri güçlendi ve siyaseten de etkili olmaya başladı.
Alevilerin toplumsal görünürlüğünü ifade eden en ileri noktaysa 9 Kasımda Ankara’da yapılan kitlesel miting oldu. Alevi Bektaşi Federasyonu’nun örgütlediği ve on binlerce kişinin katıldığı mitingin, kimliğini gizlemek zorunda kalmış bir topluluğun kendini ilk kez kitlesel bir biçimde ifade ediyor olması yönünden anlamı ve önemi büyüktü. Daha da önemlisi, mitingi düzenleyenlerin öne sürdükleri taleplerin din ve laiklik konusunda ilerici nitelikte olmasıydı. Alevi Bektaşi Federasyonu’nun yönetim kurulu, yaptığı çağrıda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve zorunlu din dersinin laiklikle bağdaşmadığını ve kaldırılmaları gerektiğini söylüyor ve bunları tüm taleplerin içinde öne çıkarıyordu.
“Düzen”bazların Alevi açılımları
Nitekim miting ses getirdi. Başta AKP olmak üzere, MHP’sinden CHP’sine tüm düzen partileri “Alevi Meselesini” gündemlerine aldılar. Birbiri ardına “açılım”lar yaptılar. Rafa kaldırılmış projelerini tekrar ortaya koyma ihtiyacını hissettiler. Ancak elbette bu “açılım”larda ifade edilenlerle mitingde öne çıkan taleplerin bir ilgisi yoktu. Alevilerin dile getirdiği Diyanet’in lağvedilmesi, zorunlu din derslerinin kaldırılması, cemevlerinin ibadethane olarak resmen tanınması ve diğer ibadethanelerle eşdeğer muamele görmesi gibi laikliğin özüne dair talepler “uç talepler” diye tümüyle göz ardı edilerek bunun yerine aynı Alevi örgütlerinin itiraz ettikleri hususlar gündeme getirildi. Örneğin AKP’nin “Alevi paketinde”, mitingi düzenleyenlerin gündeminde hiçbir biçimde bulunmayan ve bugüne kadar da asla dillendirilmeyen “dedelere maaş”, “Kültür Bakanlığında Alevi temsili” gibi düzenlemeler vardı. Sivas’taki Madımak Otelinin utanç müzesi olması talebinin karşısına ise, bu talebin içeriğiyle hiçbir ilgisi olmayan, buranın kültür merkezi yapılması teklifi getiriliyordu.
Uzun zamandır Alevi toplumunu Türk milliyetçiliğinin bir propaganda alanı olarak gören ve Kürtlerin genelde Sünni-Şafi inanca sahip olmasından hareketle, Kürt düşmanlığını “Alevilik” temelinde bu topluluk içinde yaygınlaştırmak isteyen MHP de temel taleplerin hiçbirinin sözünü bile etmeyerek “Aleviliğe karşı önyargıların kırılması” gereğinden bahsetti.
Fakat en dikkat çekici olan, Alevilerin hamisi havalarındaki CHP’nin mitingdeki talepler konusunda sus pus olmasıydı. Yıllardır, Alevilerin İslamcı güçlere ilişkin korkularını kullanarak Alevileri istismar eden CHP’nin Alevilerin demokratik talepleriyle ilgili mücadeleye hiçbir katkısının olmayacağı bir kez daha ortaya çıktı. Statükoyu bozacak her demokratik talebin karşısında korkuya kapılan CHP, kendi kontrolünün dışına çıkan bir eksende gerçekleşen mitingden oldukça rahatsız oldu. Oysa onun umudu, bu mitingin de yaklaşan yerel seçimler öncesinde oluşmasını beklediği AKP karşıtı atmosfere katkıda bulunmasıydı.
Miting, Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığının lağvı ve dinin cemaatlere bırakılması taleplerine karşı gösterdikleri tutumlarla en laik geçinenler dâhil bütün düzen güçlerinin anti-demokratik karakterinin iyice açığa çıkmasına hizmet etti. Burjuva partiler arasında zorunlu din derslerinin kaldırılmasını bile savunanın olmadığını gösterdi.
Miting vesilesiyle bir kez daha ortaya çıkan bir başka gerçek de, başörtüsü sorunu üzerinden, kıyafetleri yüzünden kendini aşağılanmış hisseden kadınları istismar eden siyasetlerin sözcüsü “bir kısım medyanın” ikiyüzlülüğü ve kendine demokratlığı oldu. Bunlar ya mitingi “görmedi”, ya da mitinge karşı son derece tepkili bir şekilde yaklaştı. Örneğin Vakit gazetesi mitingi sür manşetten “Alevilerden provokasyon” başlığıyla verdi. Haberin spotunda ise şunlar yazıyordu: “Alevi-Bektaşi Federasyonu tarafından Sıhhiye Meydanı’nda düzenlenen Marksist Alevi Mitingi’nde İslam’a saygısızlıkta bulunuldu. Mitingde başörtülülere hakaret yağdırıldı ve ‘köylere cami istemiyoruz’ diye bağırıldı. ‘Cemevleri ibadet yerimiz, din dersi istemiyoruz’ diye sloganlar atıldı.” Mitingi arka sayfalarına yerleştiren Yeni Şafak’ın haber başlığı ise şöyleydi: “Mitinge DTP’nin gölgesi düştü.” Spotta da şunlar söyleniyordu: “Alevi kuruluşlarının ‘seçim öncesi yatırım’ ve ‘DTP kullanacak’ gerekçeleriyle destek vermediği ‘Eşit Yurttaşlık’ mitingine katılım, sınırlı kaldı. Mitinge tam kadro katılan DTP damga vurdu.”
Bu gazetelerin ve tüm burjuva çevrelerin vurguladıkları önemli bir husus da, bazı Alevi örgütlerinin bu mitinge destek vermemiş hatta karşı çıkmış olmasıydı. Bu çevreler, düzenin has adamı olduğunu 12 Eylül döneminde darbecilerin partisi olan Milliyetçi Demokrasi Partisinin (MDP) kurucuları arasında yer alarak göstermiş olan İzzettin Doğan’ın Cem Vakfı’nın ve AKP saflarında istihdam edilen Reha Çamuroğlu gibilerin mitinge karşı tutumlarının altını çizerek, mitingde ortaya çıkan tablonun Alevileri temsil etmediği düşüncesini oluşturmak istediler.
Elbette, mitingde yükseltilen talepler etrafında birleşenler Alevilerin tümünü temsil etmemektedir. Edemezler de zaten. Çünkü sınıfsal ayrışmadan, dolayısıyla farklı çıkarlara sahip sınıflardan oluşmaktan Aleviler de muaf değildir. Alevi toplumunun büyük bir kesimini doğal olarak emekçiler oluşturmaktadır. Ama bu topluluk içinde, azımsanmayacak bir niceliğe ve güce sahip Alevi burjuvaların da bulunduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, sorunlara yaklaşımda bu iki sınıf arasında ciddi farklılıkların olması kaçınılmazdır. Burjuva Aleviler, sorunu devletten kısmi tavizlerin koparılmasına indirgemektedirler. Nitekim kendisiyle tamamen bütünleşme eğilimindeki burjuva Alevilerin bu yönelimi, Alevi emekçileri kontrol altında tutmak derdindeki sermaye nezdinde de itibar görmektedir. Sözü edilen kesimler Alevi toplumu içinde bu işlevi görecek biçimde hareket etmekte ve bu da, normal ve aynı zamanda olumlu biçimde Alevileri ayrıştırmaktadır.
Üstelik, Türkiye ve Avrupa’daki yaklaşık 450 Alevi Bektaşi kuruluşu adına hareket eden Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi örgütlenmeleri cephesinde oldukça geniş bir birlik sağlamış görünmektedir. Bu durum da Cem Vakfı ve AKP’nin Muharrem orucu iftarı için 200 Alevi kuruluşunun destek verdiğini söyleyip 20 imza bile bulamayan Reha Çamuroğlu gibilerin şu an için kayda değer ölçüde yalıtılması sonucuna yol açmaktadır. Bu olumlu bir gelişmedir. Çünkü hem genelde “Alevileri biz de severiz” pozlarındaki birçok sahtekârın hem de “laikçi” kanadın ipliğini pazara çıkaran bir işlev görmektedir.
Aleviler taleplerinde ısrarlı
Miting ve ardından yaşanan tüm bu gelişmelerden sonra Alevi Bektaşi Federasyonu’nun geniş katılımla gerçekleştirdiği değerlendirme toplantısına ilişkin bildiri, düzen partilerinin rüşvetlerinin ve sözde iyi niyet beyanlarının Alevilerce kabul görmediğini ve taleplerdeki ısrarı vurguluyordu:
“1- İnanç ve kültürümüz üzerinde yürütülen dolaylı ve direkt asimilasyon çabalarına son verilmelidir. İnsan hakları ve temel özgürlükler hiç tartışmasız meşru haklardır. Bu bağlamda; İnanç ve kültürümüzü yasaklayan her türlü yasa, yönetmelik, kararname ve genelge değiştirilmeli, Alevi Kültür ve İnancı yasal güvenceye kavuşturulmalıdır. … 3- Madımak Oteli Utanç Müzesi olmalıdır. Hükümet yetkilileri son günlerde yaptıkları açıklamalarda; ‘Madımak Oteli'ni kamulaştırıp herkesin faydalanacağı bir kültür merkezine dönüştüreceğiz. Böylece bir istismar konusunu da ortadan kaldırmış olacağız’ demektedirler. Madımak Oteli bir daha böylesine utanç verici bir vahşetin yaşanmaması için, orada yakılan canlarımızın anısının yaşatılacağı bir müze olmalıdır. Bu talep vicdani bir meseledir ve hiç kimsenin sulandırmasına ve saptırmasına izin vermeyiz. 4- Cemevleri, Alevilerin inanç ve ibadetini yürüttüğü kutsal mekânlardır. Cemevleri yasal güvenceye kavuşturulmalı, Türkiye’de ibadethane statüsünde olan bütün mekânların sahip olduğu haklara sahip olmalıdır. 5- Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. 12 Eylül Anayasası’nın anti-demokratik bir dayatması olan zorunlu din dersleri bir insan hakları ihlalidir. AİHM’nin verdiği karar AKP hükümeti tarafından gün geçmeden ve siyasi manevralara başvurulmadan uygulanmalıdır. … 8- Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır. DİB’in mal varlığı devletin başka kurumlarına, personeli ‘Devlet Personel Başkanlığına’ aktarılmalıdır. Yerine, hiçbir dini ve inancı finanse etmeyen, görevi sadece din ve inançlar arasında denetimi sağlamak olan ‘Din ve İnanç İşleri Üst Kurulu’ kurulmalıdır. 9- 12 Eylül rejiminin ürünü olan anti-demokratik 82 Anayasası kaldırılmalıdır. Toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak; çoğulcu, katılımcı, demokratik, gerçek laikliği esas alan, çok kültürlülüğü ve çok inançlılığı koruyan yeni bir Anayasa yapılmalıdır.”
Bu talepler büyük oranda devrimci işçi sınıfının laiklikle ilgili temel talepleriyle örtüşmektedir. Bu yüzden hem Alevi hem de diğer emekçiler nezdinde benimsenmesi ve yaygınlaşması için çaba göstermek gereklidir. Alevi emekçilerin büyük bir kısmının kendi örgütlerinin bu olumlu yönelimlerine rağmen, düzen partilerine karşı hâlâ boş umutlar besledikleri de bir gerçektir. Kemalizmin ve onun partisi CHP’nin gerçek yüzünü görmedikleri sürece de bu yanılsamaları sürecektir. CHP sürekli olarak bu yanılsamayı yeniden üreterek Alevi emekçileri burjuva devletin payandalarından biri yapmaktadır. İşçi sınıfı devrimcileri bu yüzden bıkmadan usanmadan Alevi emekçilere gerçekleri göstererek onların da işçi sınıfının safında mücadele etmesini sağlamalıdır. Burjuvazinin, demokratik haklar konusunda, hiçbir kesim için atacağı tutarlı, kararlı ve köklü bir adım yoktur. Onun cesaretsizliği bu tür sorunların çözümü görevini de işçi iktidarına bırakmaktadır. Bu yüzden Alevi emekçiler, sahte demokratların ve laikçilik tüccarlarının yarattığı yanılsamaları bir kenara itip, işçi sınıfı devrimciliği anlayışı ile mücadeleye katılmalıdır. Özgürleşmenin başka yolu yoktur.
link: Selim Fuat, Alevi Mitingi ve Düzenin Sözde Açılımları, 1 Ocak 2009, https://marksist.net/node/2011
Katledilişinin 2. Yılında Hrant Dink Ankara’da da Anıldı
Filistin Halkı Kazanacak