1910’da, Meksika sorunu hakkında tanıklık yapmak üzere Amerikan Kongresi’ne çağrıldım. O dönemde, zorba Diaz’ın acımasız baskısına karşı Meksika’da devrim vardı.
Milletvekili Wilson, nerede yaşadığımı sordu. “Birleşik Devletler’de” dedim, “fakat tam neresinde bilmiyorum. Adresim, baskıya karşı mücadelenin olduğu her yerdir. Bazen Washington’dayım, sonra Pennsylvania, Arizona, Texas, Minnesota ya da Colorado’da. Adresim ayakkabılarım gibidir: benimle birlikte gezer.”
“Kalıcı bir yerin yok mu?” dedi başkan.
“Haksızlığa karşı kavga neredeyse, orada kalırım.”
“Manuel Sarabia tutuklanıp kaçırıldığı zaman Arizona Douglas’da mıydınız?”
“Phelps Dodge bakır madenlerinde grev vardı ve dolayısıyla ben oradaydım.”
“Oturmanızı öneririm, Ana” dedi milletvekili Wilson, “daha rahat edersiniz.”
“Konuşurken ayakta durmaya alışkınım, oturduğumda rahatsız oluyorum. Fazla kolay oluyor.”
Komite’den bir kahkaha koptu.
“Bir Pazar gecesi, döküm işçileri için Douglas’da miting yapıyordum. Büyük bir kalabalık toplanmıştı, bütün kasaba oradaydı. Mitingden sonra bir işçi bana doğru koşarak geldi ve ‘Ana, cezaevinde korkunç şeyler yaşanıyor olabilir. Sen konuşurken adamın biri arabayla oraya götürülüyordu. Adam özgürlüğünün elinden alındığını haykırıyordu, fakat aynasızlar adamın ağzını zorla kapattılar.’
“Sanırım, biraz sarhoş bir arkadaş olmalı” dedim. Üzerinde pek durmadım.
“Kaldığım otele gittim ve bir düzine kadar yoksul, talihsiz, biçare dökümhane işçisiyle birlikte oturdum. El Industrio gazetesinin editörü çok telâşlı bir biçimde odaya daldığında, miting hakkında konuşuyorduk. ‘Ah Ana’ dedi, ‘genç devrimcimiz Sarabia’yı kaçırdılar.’
“Adam kaçırmalar tam da o sıralarda revaçta görünüyordu. Idaho hadisesi gündemdeydi. Editör kızarmıştı ve sözleri birbirini tutmuyor gibiydi. ‘Biraz oturun ve sakinleşin, sonra da bana şu olayı bir anlatın’ dedim.
“Ben kalabalığa hitap ederken ve arka sokaklar boşken, bir otomobil cezaevinden çıkmış, Sarabia’nın çalışmakta olduğu gazete bürosuna gitmiş ve Sarabia kaçırılmış; imdat çığlıkları bastırılmış ve cezaevinde kimseyle görüştürülmüyormuş.
“Ona, ‘Öğrenebileceğin her şeyi, mümkün olduğu kadar doğru öğren ve hemen vâliye bir telgraf çek. Washington’a telgraf çek. Bir an bile durma, çünkü gecikirsen onu öldürecekler’ dedim.
“O gece vâliye ve Washington’a telgraf çektik.
“Ertesi gün, El Industrio’nun –bu arada gazetenin yayını durdurulmuştu– editörü ile buluştum ve bana dehşet verici ayrıntılar anlattı. Sarabia, Diaz’a diktatör dediği için, Diaz’ın ve Meksikalı köleleri sömüren kırk haramîlerin gazabına uğramıştı. Bu nedenle, Meksika hapishanelerinde bir yıl yatmıştı. Sarabia, Birleşik Devletler’e geçmiş ve Meksika’nın özgürlüğü için mücadele etmeye devam etmişti. Diaz’ın nefreti, onu sınır ötesinde de izlemiş ve en sonunda kaçırılıp bu tiranın isteği üzerine Meksika’ya götürülmüştü.
“‘Bu işe bir dur denilmeli’ dedim, ‘Tahta çıkan kana susamış her korsan bu sınırları geçiyor ve atalarımızın uğruna savaştığı ve kanını döktüğü Birleşik Devletler anayasasını ayakları altına alıyor! Bunun devam etmesine izin verilirse, Meksikalı korsanlar her istediklerinde sınırı geçebilir ve tiranlığa karşı olan herhangi birini kaçırabilirler.’
“O gece bir protesto mitingi düzenledik. Mitingin duyurusunu yaparken göbeğimiz çatladı, çünkü tüm gazeteler Güney Pasifik Demiryolu Şirketi’ne ya da Copper Quinn maden işletmesine aitti ve tabiî ki onlar da korsanlardan yanaydı. Yine de mitingin haberini tüm şehre yaymayı başardık. Mitingde ben konuştum.
“Anlarsınız ya, ülkemin anayasası ihlal edildiğinde ve halkın özgürlükleri ayaklar altına alındığında fazla seçeneğim yoktur. Klasiklere başvuramam. Dua edemem. Mitinge katılanlara, Manuel Sarabia’nın Amerikan yetkililerinin suç ortaklığıyla Meksika polisi tarafından kaçırılmasının, özgürlük mücadelesi ile ilgili bir olay olduğunu söyledim. Bunu güçlü bir biçimde vurguladım.
“Patrick Henry, Jefferson ve Lincoln ile aynı tipte olduğuna inandığım vâliyi ziyaret etmek için Phoenix’e gittim. Bugün böyle tiplerden az var. Vâlilerin genel eğilimi, Mısır’ın et kazanlarına[1] işçilerin sefer taslarından daha fazla ilgi göstermektir. Vâliye saygılarımı sundum. Atlı devriyelerin yüzbaşısı Wheeler’a, Meksika’ya gitmesini ve genç Sarabia’yı geri getirmesini emretti. Emri yerine getirildi.”
Milletvekili Clark sordu: “Wheeler asker miydi?”
“Yüzbaşı Wheeler atlı polislerin kumandanıdır ve bir kumandan olarak çok iyi bir adamdır. Ben genellikle, öldürmek için üniformalara bürünmüş kan dökücü toplulukların başındaki adamların pek iyi insanlar olmadığını düşünürüm, fakat yüzbaşı Wheeler bir istisnadır.
“Çelik işçilerinin çelik haramilerine karşı mücadele ettiği Minnesota’ya gitmek üzere Arizona’dan ayrıldım.”
Milletvekili Wilson, “Jones Ana, Sarabia’nın Arizona Douglas’tan kaçırıldıktan ne kadar zaman sonra geri getirildiğini biliyor musunuz?” dedi.
“Sekiz gün.”
Bay Clark sordu: “Jones Ana, yüzbaşı Wheeler’ı Meksika’ya kim yolladı; vâli mi, Birleşik Devletler Başkanı mı?”
“Bunu sormadım, Sarabia’ı geri getirmişlerdi ya.”
Bir milletvekili bana, Sarabia olayından önce Meksika Devrimiyle ilgilenmiş olup olmadığımı sordu.
“İlgilenmiştim” dedim. “1908’de, Los Angeles cezaevinde, Diaz’ın ve ülkelerindeki haramîlerin hâkimiyetini teşhir eden birkaç Meksikalının olduğunu öğrenmiştim. Onlar zulme karşı mücadeleyi sürdürmek üzere Los Angeles’a gelmişler ve halkın haklarını korumaktan çok petrolcülerin ve toprak sahiplerinin arzularını gerçekleştirmeyi önemseyen Amerikan yetkilileri tarafından uydurma suçlamalarla tutuklanmışlardı. Tutuklananlar, tıpkı Kosciuszko, Carl Schurz, Kossuth, Garibaldi ve George Washington gibi yurtseverlerdi; kendisine karşı ayaklandığımız Kral George’dan daha kanlı bir tirana karşı savaşıyorlardı.
“O ara sağlığım pek iyi değildi, yine de sokağa çıktım ve bu Meksikalı yurtseverler, yargıç Doan tarafından yargılandıkları Arizona Tombstone’da avukatlar, yazıcılar ve tanıklar edinebilsinler diye 4000 dolar topladım. Biliyordum ki, elde edebilecekleri her türlü savunma silahına ihtiyaçları olacaktı, çünkü yargıç Doan pek insancıl bir adam değildi ve insanlığın çıkarlarından çok bakır madeni sahiplerinin çıkarlarına yakındı. Meksikalılar yargılandılar ve Yuma’da 18 gün hapis cezasına çarptırıldılar, fakat eminim ki, onlar adına gösterdiğimiz çaba, onları, kendilerini öldürecek olan Diaz denen tiranın pençelerine teslim edilmekten kurtardı.
“Bir başka Meksikalı yurtsever olan Silva’nın Leavenport’daki cezaevinde göz göre göre ölmekte olduğunu işittim. Onu ziyarete gittim. Tek suçu, halkının, Meksika’nın toprağını, petrolünü ve madenlerini ele geçirmiş olan yabancı sermaye tarafından sömürülmesine karşı çıkmak olan bir insanın, bir Amerikan hapishanesine tıkılmış olmasından dolayı kızgındım. Bu durum topraksız köylüyü uluslararası mali sermayenin kölesi haline getirmişti.
“Bu meseleyi görüşmek için Başkan Taft’a gittim. ‘Ana’ dedi, ‘hukuki kanıtlar getirirsen, hepsini okurum.’
“Başkana, hapishanelerimizde çürümekte olan yurtseverleri serbest bırakmasını önererek, dediğini yaptım.
“‘Jones Ana’ dedi Başkan, ‘affetme yetkisini sizin ellerinize verirsem hapishanelerde kimsenin kalmayacağından çok korkuyorum.’
“‘Sayın Başkan’ dedim, ‘bu devlet, hapishanelere ayırdığı zaman ve enerjinin yarısını insanlara hayatta bir fırsat sağlamak için harcasaydı, hapishanelerden afla çıkarılması gereken çok az insan olurdu.’
“Yurtsever bir Amerikalı olarak, Meksika devrimine olan ilgimi hiç yitirmedim. İnanıyorum ki, ülkemiz özgürlüğün beşiğidir. İnanıyorum ki, haksızlıkları ortadan kaldırmaya yönelik hareketler, bizim bayrağımızın koruması altında yürütülebilir. İrlandalı bağımsızlıkçılar İrlanda’nın özgürlüğü uğruna mücadelelerini burada, Amerika’da sürdürdüler. İrlandalı yurtsever Parnell’e yollanan para, burada toplandı. Eli kanlı bir çarın yaptıklarını protesto ederek, Rus yurtseverlere yardım ettik ve bir yurt verdik.
“Baylar, kendi devrimci kahramanlarımız adına, gelecekteki kahramanlar adına, heykelleri Statuary Hall’da sessizce duranlar adına, temsilciler heyetinden, bu Meksikalıları, Diaz’ın, bu kanlı tiranın zulmünden ve baskısından korumasını rica ediyorum.”
Başkan bana sordu: “Hiç Meksika’da bulundunuz mu, Ana?”
“1901’de Pan-Amerikan delegeleriyle birlikte Mexico City’ye gittim, tüm masraflarımı Meksika hükümeti karşılamıştı. Daha sonra 1911’de Frank Hayes ve Joseph Cannon ile birlikte tekrar gittim. Diaz’ın devrilmesinden sonra Madera henüz yeni başkan seçilmişti. Geçici başkan Francesco De la Barra’yla, baş yargıçla ve evinde Madera’yla uzun görüşmeler yaptım. Beni en çok etkileyen, yüreği ülkesindeki acıyı dindirme arzusuyla dolu görünen Madera oldu.
“‘Ana’ dedi, ‘ben göreve başlayınca, gelecek ve işçileri örgütleyeceksin, ülkelerini geri almakta onlara yardım edeceksin.’
“Daha sonra Madera öldürüldü ve Meksika kargaşaya sürüklendi. 1921’de Obregon iktidara geldi. Madera döneminde, Los Angeles hapishanesinde yatmış olanlardan biri olan Antonio Villareal İspanya büyükelçiliğine atanmıştı. Geri döndüğünde kaderi değişmişti, tutuklandı ve 30 bin dolar kefaletle serbest bırakıldı. New York’a beni görmeye geldi.
“Ona, ‘Yarın akşam dörtte Pennsylvania trenine binin ve Washington’a gidin, ben de aynı trende olacağım. Bu meseleyi hükümete ileteceğim ve eminim ki hükümet size insaflı davranacaktır. İşinizi, bu yerel işportacılarla değil ulusal hükümetle göreceksiniz, dünyanın en büyük hükümetiyle’ dedim.
“Ertesi sabah Adalet Bakanlığı’na gittik.
“‘Bir avukata ihtiyacımız olmayacak mı, Ana?’ dedi Villareal.
“‘Avukat ben olacağım’ dedim.
“Villareal’in durumunu bakanlık avukatıyla görüştüm ve kendisine tam kapsamlı af sağlandı. Villareal buna şaşırmıştı. Daha sonra bir arkadaşı bana geldi ve ‘Ana, Meksika’da çok güzel bir arsam var. Orada çiçeklerin ve meyvelerin en güzelleri ürüyor. Göllerin en güzelinin kıyısındadır. Meksikalı devrimciler için yaptıklarından dolayı onu sana vereceğim’ dedi.
“Teşekkür ettim ve dedim ki, ‘Yoldaşlarım için yaptığım insanca eylemlerden ötürü karşılık kabul edemem. Beni bağlayan şeyler olmasını istemiyorum. Daha mutlu bir uygarlık uğruna mücadelede, bu mücadele ister Amerika’da, ister Meksika’da, Afrika’da ya da Rusya’da olsun, payıma düşeni yapabilmek için özgür olmak istiyorum.”
[1] Tevrat’ın bir ayetine atfen kullanılan bir deyim –çn.
link: Mary Harris Jones, Bölüm 16 - Meksika Devrimi, 8 Mayıs 2012, https://marksist.net/node/3006