Suriye’deki 61 yıllık Baas rejimi 8 Aralıkta yıkıldı. Bunun ardından Türkiye’de Suriyelilerin artık ülkelerine dönmeleri gerektiğine dair tartışmalar hız kazandı. Yanı sıra rejim sözcülerinden gelen açıklamalar ve sınır geçişlerinden verilen abartılı sayılar da Suriyelilerin geri dönecekleri beklentisini arttırdı. Böylece Suriyelilerin geri dönüşü meselesi emekçilerin de gündemine girdi. Cumhuriyet tarihinin en büyük yoksullaşma dalgası altında ezilen, son birkaç yıldır her gelen yılın bir öncekini arattığı sorunlarla boğuşan emekçilerin azımsanmayacak bir bölümü, sorunlarının çözümünü Suriyelilerin geri dönmesine bağlamış durumda. Zira yıllarca yapılan göçmen karşıtı propagandayla siyasi iktidarın ekonomi politikalarının yarattığı tüm sorunların nedeni olarak Suriyeliler gösterildi, milliyetçilik kışkırtıldı. Bunda göçmen karşıtlığını siyaset malzemesi haline getiren muhalefet partilerinin çok büyük katkısı oldu. Peki bugün iktidarın medya eliyle yürüttüğü “geri dönüş” propagandasının arkasında hangi çıkar hesapları var ve Suriyeliler geri dönecek mi?
Suriyelilerin geri döndüğü/döneceği propagandası Erdoğan rejiminin hem içeriye hem de dışarıya yönelik propagandasında elini güçlendiren bir rol oynuyor. Erdoğan, hem kendi tabanında hem de muhalif kitlelerde Suriyelilerin varlığına dönük büyük rahatsızlıklar olduğunun farkında. “Suriyelilerin geri dönüşünü Erdoğan sağladı”, “yaparsa Erdoğan yapar”, “güçlü lider” imajı onun için önemli. Dolayısıyla Suriyelilerin “güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde ülkelerine dönmelerini sağlıyoruz” propagandasıyla, “bu işi ancak Erdoğan’ın yapabileceği kanıtlandı” diyorlar. Böylece 13 yıl önce komşunun evinde neden yangın çıktığı sorusu sorulmasın, yangını harlayanların arasında bölgede emperyal heveslerle hareket eden Türkiye egemenlerinin de olduğu gerçeği hatırlatılmasın, konuşulmasın istiyorlar. Ülkeye gelen Suriyelilerin mülteci statüsü yerine “geçici koruma” statüsü verilerek sermayenin ağır sömürüsüne maruz bırakıldıklarının, dış siyasette pazarlık ve tehdit unsuru olarak kullanıldıklarının, emekçilerin büyüyen yoksullaşmaya yönelik tepkilerinin iktidar yerine onlara yöneltildiğinin, şimdi de “yeni Suriye”deki hedefleri için kullanıldıklarının üzerini örtüyorlar.
İktidar cephesi şüphesiz dikkatli bir propaganda yürütüyor. Hem geri dönüşlerin başladığını söylüyor ama hem de geri dönüşün kısa vadede tamamlanamayacağını, bunun için ülkenin önce ayağa kaldırılması gerektiğini belirtiyor. Elbette yakılıp yıkılmış bir ülkenin önce ayağa kaldırılması gerektiği doğrudur. Ancak bu gerçeği dillendirmekteki maksat farklıdır. İktidar, “Suriye’de istikrarın oluşturulması ve ülkenin yeniden ayağa kaldırılması” sürecinde bölgede yaptıklarına ve yapacaklarına meşruiyet kazandırma amacı taşımaktadır. Bu çabanın önemli bir ayağını da dışarıya verilmek istenen mesaj oluşturuyor. İktidar, Suriye’de istikrarın sağlanması konusunda Türkiye’nin rolünün yadsınamayacağı, ülkedeki varlığının önemli olduğu mesajını veriyor. Bir anlamda pastadaki payını istiyor. Bir yandaş akademisyenin şu değerlendirmesi Erdoğan rejiminin muradının ve propagandasının özeti niteliğinde: “Batı ve küresel güçler, Suriye ile bundan sonraki kuracağı ilişkilerde Türkiye’yi temel muhatap almak mecburiyetinde kalacaktır. Türkiye, her açıdan Suriye’nin kalıcı imarı ve inşasında önemli roller üstlenecektir. Uzun olmayan bir dönem sonrasında Türkiye, terör sorununu Suriye sahasında hal yoluna koymuş olacaktır. Türkiye içinde ciddi sorunlara neden olduğu görülen göç ve göçmen sorununu çözüme kavuşturacak, bunun sosyal ve ekonomik olumlu sonuçlarını alacaktır. Daha pek çok husus zikredilebilir. Ama her şeyden önce artık Türkiye, kurulan bir oyunun parçası değil, oyun kurucu role sahip olacaktır.”[1]
Vurgulanması gereken bir diğer husus ise ülkelerine geri dönen Suriyeliler üzerinden iktidarın kendisine nüfuz sağlama niyetidir. Bu niyet yine bir başka yandaş akademisyenin kaleminden şöyle özetleniyor: “Suriye’den Türkiye’ye sığınan 5 milyondan fazla kişinin çoğu Türkçe öğrenmekle beraber, Suriye kökenli ailelerin Türkiye’de doğan bir milyon civarında çocuğu olduğu tahmin edilmektedir. Bu, Türkiye’ye yeni imkânlar sunabilir. Suriye’ye dönen bu ailelerin çocukları, Suriye’nin demografik yapısında yer alan Türklerin oranını artıracak bir unsurdur. Bu çocuklar Türkçe konuşup kendilerini Türk olarak ifade etmeye başladılar. Kimliklerine de bu durumu yansıtırlarsa, kim ne diyecektir? Dolayısıyla, Suriye’nin yeni demografik yapısında Türk kimliğine sahip olanların sayısı önemli bir yekûn tutacaktır. Böylece Suriye’de zamanla 5 milyondan fazla kişi Türkçe konuşacak ve bazıları kendini Türk gibi hissettiğinden kimlik ifadesinde Türk olduğunu söyleyecektir. Bundan böyle Suriye demografik yapısında Türkler eskiden olduğu gibi Araplardan sonra en büyük unsur olarak yer alacaktır.”[2]
Burada tüm Suriyeliler ülkesine geri dönecekmiş gibi bir dil kullanılması ve kitlelerin milliyetçilik duygusunu kabartan “Türklük” vurgusu kuşkusuz propaganda amaçlıdır. Ancak Türkçe bilen, eğitimini Türkiye’de alan, akrabaları Türkiye’de yaşayan, Türkiye’yle ideolojik-kültürel-politik bağları olan belirli sayıda Suriyelinin ülkesine geri dönmesinin, bazılarının Suriye yönetiminde yer almasının bir bölge gücü olarak TC’nin Suriye’de kendisine nüfuz alanı açması bakımından fırsat yaratacağı da bir gerçektir. Yakın zamanda yapılan bir anketin Türkiye’deki Suriyelilerin tamamına yakınının Erdoğan rejimine olan güvenini ortaya koyması bu bağlamda önemlidir. Ankete göre Türkiye’deki Suriyelilerin yüzde 94’ü Erdoğan’ın kendilerine sahip çıktığını düşünüyor. Yüzde 51,2’si ise Esad’ın devrilmesinde Erdoğan’ın da rolü olduğuna inanıyor.[3]
Bu aşamada iktidarın Suriye’de oluşacak bir kaos görüntüsüne değil tersine istikrar görüntüsüne ihtiyacı var. Kuşkusuz bu görüntüyü verecek tek faktör bu olmasa da evlerine geri dönen Suriyelilerin varlığı rejim için önemli. Esad rejiminin düşmesinin daha ilk gününde Hakan Fidan’ın yaptığı “ülkelerini terk etmek zorunda olan milyonlarca Suriyeli artık ülkelerine dönebilirler” açıklaması bu amaca hizmet ediyor. Takip eden günlerde geri dönüşü kolaylaştıracak uygulamaların ve kararların hızla hayata geçirilmesi, rejim sözcülerinden yapılan açıklamalar ve özellikle rejim medyasında yapılan haberler de aynı saikle yapılıyor.
Gelelim esas soruya: Suriyeliler geri dönecek mi? Bu soruya cevap verebilmek için Suriye’deki duruma ve göç olgusunun gerçeklerine bakmak gerekiyor. Unutmayalım ki 13 yıllık savaşta neredeyse tüm alt ve üstyapısı tahrip olmuş, sanayisi kalmamış bir ülkeden söz ediyoruz. Suriye’de HTŞ yönetiminde bir “geçici hükümet” kurulmuş olsa da ciddi bir kaos hüküm sürüyor. Güvenlik sorunu, eğitim ve sağlık gibi en temel hizmetlerin ülkenin büyük bir bölümünde olmaması bu kaos tablosunu tamamlıyor. Bu koşullarda milyonlarca Suriyeli işçinin, harabeye dönen, belirsizliklerle dolu, evin barkın, işin, ekmeğin olmadığı bir ülkeye dönmesini beklemek saflıktır. Bütün bunlar Suriyelilerin büyük çoğunluğunun neden kolayına ülkelerine geri dönemeyeceğini açıklıyor.
Öte yandan Suriye’de “istikrar” sağlandıktan sonra da büyük bir geri dönüş dalgası beklenemez. Zira genel göç araştırmaları, bir ülkede beş yıldan uzun süredir bulunan emekçilerin çok düşük bir kesiminin geri döndüğünü gösteriyor. Özellikle göç edilen ülkede doğup büyüyen çocuklar, orayı yurtları olarak görüyorlar. Anne babalarının yurduna geri dönmek gibi bir eğilimleri olmuyor. Türkiye’de doğan yaklaşık 1 milyon Suriyeli çocuk olduğu biliniyor. Bu çocukların Suriye’nin şimdiki durumuyla kıyaslandığında sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşabiliyor olmaları aileleri için belirleyici. Diğer taraftan çok küçükken Türkiye’ye gelip buradaki yaşama adapte olan, bir iş bulup çalışmaya başlayan, eğitimini tamamlayan gençler var. 15-30 yaş arasında ve geçici koruma statüsünde bulunan Suriyelilerin sayısı yaklaşık 1 milyon civarında.
Aslında göçmenlerin ülkelerine geri dönme eğiliminin ne yönde olduğunu Almanya’da yaşayan Türkiyeli göçmenlere bakarak da görebiliriz. Yetişkin olarak Almanya’ya gidenler emekliliklerinde geri dönmeyi tercih ederken, orada doğan ya da büyüyen gençler dönmüyorlar, çünkü Almanya’yı yurtları olarak görüyorlar. Türkiye’yle bağlarını evlilik ve ziyaretler yoluyla devam ettirseler de yaşamlarını Türkiye’de kurmayı tercih etmiyorlar. Aynı olgu eğer kalabilmeleri için gerekli yasal çerçeve sağlanırsa Suriyeliler için de fazlasıyla geçerli olacaktır. Nitekim Suriyelilerle yapılan ankette de “ülkenize dönmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna “evet” yanıtını verenlerin oranı yalnızca yüzde 32,4 olurken, “ileride belki” diye cevap verenlerin oranı yüzde 39’da kalmış. Yerlikaya’nın açıklamasına göre ise Esad rejiminin düşmesinden sonraki üç haftada geri dönen Suriyelilerin sayısı 35 bin. Bu rakam Türkiye’deki Suriyelilerin yüzde 1’i bile değildir. Göç İdaresi Başkanlığının verilerine göre Türkiye’de 239 bin Suriyelinin vatandaşlığı varken, yaklaşık 3 milyon Suriyeli de geçici koruma statüsünde bulunuyor. Kayıt altında olmayanları da dâhil ettiğimizde bu sayının daha fazla olduğu herkesin malûmudur.
Suriyelilerin geri dönmesi konusunun bir başka boyutunu ise Türkiye’de ucuz işgücü olarak kullanılmaları oluşturuyor. Türkiyeli patronlar ucuz ve güvencesiz emek gücü olarak gördükleri Suriyelilerin geri dönmesine sıcak bakmıyorlar. Çalışma Bakanlığının 2023 yılına ait verilerine göre Türkiye’de çalışma izni bulunan Suriyeli sayısı yalnızca 108 bindir. Bu durumda bir milyondan fazla Suriyelinin kayıt dışı çalıştırıldığını tahmin etmek zor değildir. Özellikle emek yoğun işlerde ucuz işgücü olarak kullanıldıkları bir sır değildir. Patronlar çeşitli vesilelerle ağızlarının suyu akarak bu gerçeği itiraf etmekten çekinmiyorlar. Esad rejiminin düşmesinin ardından Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği üyesi, Malatya Genç Girişimciler Kurulu Başkanı Abdurrahman Baydemir’in “Şu anda Türkiye’nin ağır iş yükünü benim gördüğüm kadar Suriyeliler çekiyor. Sanayi sektöründe olsun, tarım sektöründe olsun tamamen mesela şu anda besicilik yabancı ülkelerden gelen personellere bakıyor. Yarın onlar gittiği zaman işçinin de maliyeti artacak” sözleri buna örnektir. Bursa Afyonkarahisarlı Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (Bursa AFSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı İlker Duran da şöyle diyor: “Aralarında Bursa’nın da olduğu üretim üssü şehirlerimizin işgücünde, Suriyeli sığınmacılar ciddi bir görev üstlenmektedir. Başta tekstil, inşaat, geri dönüşüm gibi sektörler olmak üzere, pek çok alanda uzun zamandır istihdam edilen bu insanların ülkelerine dönüş yoluna geçmesi firmalarımızı fazlasıyla tedirgin ediyor.” Kuşkusuz ağır koşullarda, düşük ücretlerle çalışmak Suriyeliler için bir tercih değil zorunluluktur. Ancak Suriye’de yaşamlarını devam ettirebilecekleri altyapı ve iş olanakları olmadığı sürece geri dönmek yerine bu koşullarda çalışmaya devam etmek, deyim yerindeyse zorunlu bir tercihtir aynı zamanda.
Ayrıca Türkiye’de kendi işyeri olan ya da esnaflık yapan Suriyelilerin sayısı da az değildir. Bu kesimlerin dönüş meselesine nasıl baktığını İzmir’de Ayakkabıcılar Sitesinde kendi işletmesi olan bir Suriyelinin söyledikleri özetliyor: “Orada da işyerimiz vardı, burada da düzenimizi aynı şekilde sürdürüyoruz. Oraya gittiğimizde sıfırdan bir hayat kurmamız gerekecek. Çocuklarım burada okula gidiyorlar, mutlular. Onlar dönmek istemiyor, Türk gibi yaşayıp gidiyorlar. Buraya alışana kadar nasıl ben zorluk çektiysem onlar da oraya giderlerse alışana kadar zorluk yaşayacaklar.”[4]
Avrupa’nın en fazla Suriyeli mülteci barındıran ülkesi olan Almanya’da da benzer tartışmalar yaşanıyor. Faşist ve ırkçı partiler Suriyelilerin bir an önce geri gönderilmesi propagandası üzerinden siyasi rant devşirmeye çalışırken Alman yönetimi temkinli açıklamalar yapıyor. Yaklaşık bir milyon Suriyeli mültecinin yaşadığı Almanya’da esas olarak kalifiye işgücü önemli bir yer tutuyor. “Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu verilerine göre, Mayıs 2024 itibarıyla yaklaşık 226 bin 600 Suriyeli sigortalı olarak inşaat, gastronomi, sağlık, yaşlı bakımı gibi sektörlerde çalışıyor. Alman Hastaneler Federasyonu (DKG) Suriyeli doktorların ülkelerine dönmeleri halinde bunun Almanya’daki sağlık sistemi için doğuracağı sonuçlar konusunda uyarıda bulundu. Alman Tabipler Birliğine göre geçen yılın sonunda ülkede 5 bin 758 Suriyeli doktor çalışıyordu ve bunların yaklaşık 5 bini hastanelerde görev yapıyordu. Almanya’da Suriyeliler en büyük «yabancı doktor» grubunu oluşturuyor.”[5] Yani burjuvazi göçmenler konusuna onların yaşadıkları hayati sorunlar çerçevesinden değil, sermayenin çıkarları temelinde yaklaşıyor. Ucuz emek varsa, göçmenlerin büyük bölümünün sefaleti pahasına bu durumun devam etmesi tercih edilebilir! Göçmenler aynı zamanda milliyetçiliği kışkırtmak için de işlevli bir araçtır. Sonuçta tüm sorunlar için onlar günah keçisi ilan edilebilir ve gerekli görüldüğünde bir anda milyonlarcası sınır dışı edilebilir!
Düşmanlık değil ortak mücadele kazandırır
Suriyelilerin geri dönmesi konusunda burjuva muhalefetin Türkiyeli emekçilerdeki yanılsamaları ve düşmanlığı körükleyecek açıklamalar yaptığını görüyoruz. Dikkat edilmesi gereken nokta şudur; iktidarı eleştirmek başkadır, Suriyelileri hedef göstermek başkadır. Erdoğan’ın “gitmek isteyenler gider, kalmak isteyenler kalır. Kalanların başımız üzerinde yeri vardır” sözlerine tepki gösteren CHP Genel Başkanı Özgür Özel şunları söylüyor mesela: “O kalanlar senin başının üstünde değil Türkiye’deki insanların aşının ve işinin üstünde oturuyorlar.” Çok açık ki bu yaklaşım, emekçilerin yaşadıkları sorunların kaynağını görmesini, doğru bir mücadele hattı çizmesini engellemekte, tersine çok tehlikeli sonuçları olabilecek göçmen düşmanlığını körüklemektedir. Irkçı bir faşist olan Ümit Özdağ’ın ve partisinin de Suriyelilere yönelik nefreti körüklemesi zaten yeni değildir.
Ekonomik yıkımın sorumlusu da, yıkımın faturasını milyonlarca işçiye kesen de siyasi iktidardır. Tüm kaynakları sermayeye aktaran, emeklileri sefalete mahkûm eden, işçileri düşük ücrete mahkûm eden, grev ve direnişlerini yasaklayan, sendikal haklarına saldıran siyasi iktidardır. Ucuz işgücü olarak ve kayıt dışı çalıştırılmalarının, en kötü konutlarda fahiş kira bedeli ödeyerek yaşamak zorunda kalmalarının, kiraların yükselmesinin sorumlusu Suriyeli mülteciler değildir. En önemlisi de Suriye’de 13 yıl süren savaşın sorumlusu onlar olmadığı gibi evlerini barklarını, sevdiklerini geride bırakıp başka ülkelere “canı gönülden” gitmediler. Ayakta kalabilmek için, hayata tutunabilmek için en ağır işlere, sömürüye, ırkçı saldırılara, düşmanlıklara katlanmak zorunda kaldılar. Bu gerçekler unutularak, atlanarak iktidarın politikalarının teşhiri yapılamaz.
Suriyeli mültecilerle komşu olan, onlarla aynı işyerlerinde çalışan Türkiyeli işçilerin, iktidarın ve sermayenin saldırılarına karşı mücadele etmeden, yalnızca Suriyelilerin gitmesiyle sorunlarının çözülemeyeceğini bilmesi gerekir. Tarihin hiçbir döneminde göçmen düşmanlığının, ırkçılığın işçi ve emekçilere bir yararının dokunduğu görülmediği gibi bundan sonra da böyle bir şey olmayacaktır. Aksine halklar arasında düşmanlık nice acıların yaşanmasına neden olduğu gibi işçilerin örgütlenmesinin, yeni haklar elde etmesinin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Suriyeliler gitse de kalsa da işçi sınıfı örgütlenemediği sürece açgözlü sermaye sınıfının ve onun iktidarının işçi sınıfına yönelik saldırıları artarak sürecektir. Bu nedenle Türkiye’de kalan Suriyeli işçilerle birlik olmak, onların kayıtlı ve sendikalı olarak çalışması için ortak bir mücadeleyi örmek şarttır.
link: Demet Yalçın, Rejimin “Suriyeliler Geri Dönüyor” Propagandası, 12 Ocak 2025, https://marksist.net/node/8417
Suriye’nin Gölgesinde Bırakılan Gazze Soykırımı