ABD’nin Irak’ı istilâ hazırlıkları önemli bir uluslararası krize neden oldu. Henüz erken aşamalarındaki bu krizin, ilerleyen aylarda tüm dünya üzerinde çok daha öte yankıları olacaktır. Kriz bütün sosyal sınıfların psikolojisinde kaçınılmaz olarak derin bir değişime yol açacaktır. Kapitalist sınıf, hammaddelerin kontrolü, pazarlar ve yeni kâr kaynakları için verdiği mücadelede, ekonomik güç kullanmayı, tehditleri, rüşveti, şantajı ve diğer “barışçıl” yöntemleri bir kenara attığı zaman, “uluslararası hukuk” masalı da tuzla buz olur. Doğası gereği savaş, egemen sınıf diplomatlarının sermayesi olan ikiyüzlülük ve yalan perdesini indirerek, uluslararası ilişkilerin ekonomik ve askeri güç tarafından belirlendiği kapitalist sistemin gerçek mekanizmasını tüm çıplak vahşiliğiyle ortaya serer.
Küstah savaş tellâlı George W. Bush dünyanın her yerinde işçilerin ve gençliğin kitlesel muhalefetiyle karşılaşmıştır. Bu savaşa karşı seferberlik Vietnam Savaşından bu yana görülmemiş boyutlara ulaştı. ABD’nin Vietnam savaşını, kısmen Vietnam halkının mücadelesi, kısmen de Amerikan halkının ve ABD ordusundaki askerlerin savaşa karşı muhalefetlerinin artması nedeniyle kaybettiğini hatırlayalım. Irak’a karşı yapılan ilk savaşın, Sırplara karşı savaşın ve sonra da Afganistan’daki savaşın ardından, tekrar bir başka savaşın anlatılmaz dehşetine gömülme ihtimali, işçilerin ve gençlerin düşüncelerinde radikal bir değişime yol açıyor. Çağımızı karakterize eden, derinlere kök salmış ekonomik, sosyal ve siyasal istikrarsızlığa karşı uyanıp, bundan devrimci sonuçlar çıkarmaya başlıyorlar.
Trajik olan ise, Fransa’da ve uluslararası arenada, bu yeni ve test edici olayların, tıpkı daha önceki olaylar gibi, sol partileri ve sendikal hareketi genelde hazırlıksız yakalamış olmasıdır. Bu örgütler hâlâ savaşa sosyalist ve enternasyonalist tarzda karşı çıkma yeteneğinden tamamen yoksun unsurların egemenliğindedir, tabii eğer “kendi” emperyalistlerinin bilinçli aletleri değillerse. Jacques Chirac ve Jean-Pierre Raffarin’in gerici hükümetinin –şimdilik– Amerikan yönetimi ile kapıştığı Fransa’da, sosyalist ve komünist parti liderlerinin benimsediği tutum, sosyalist enternasyonalizmin bakış açısından kesinlikle kabul edilemez bir tutumdur. Diğer yerlerde olduğu gibi Fransa’da da bu savaş, kapitalist sınıfa karşı kitle hareketinin gelişmesi için inanılmaz bir fırsat sunuyor. Fakat zamanında düzeltilmezse, sol partilerin ve sendikaların son derece hatalı tutumları, kapitalizme indirilecek nihai darbe fırsatının bir kez daha kaçırılmasına neden olacaktır.
Ortadoğu’daki Savaşta Büyük Güçlerin Amaçları ve Yaklaşan Irak İstilâsının Sonuçları adlı makalemizde, yaklaşan savaşta ABD emperyalizminin gerçek hedeflerinin neler olduğunu açıklamıştık. Kapitalizmin yaşadığı dünya ekonomik krizi ve genel olarak Ortadoğu’da özel olarak da Suudi Arabistan’da –ki rejim yakın gelecekte çökebilir– artan istikrarsızlık dikkate alındığında, dünya rezervlerinin %66’sını içeren bu bölgede, başka bir ana petrol kaynağını kontrolünde tutmak Amerikan emperyalizmi için hayati önemdedir. Suudi Arabistan’dan sonra Irak, yaklaşık 112 milyar varillik petrol rezerviyle en büyük rezerve sahip ülkedir. Bu yüzden ABD hükümeti ambargo aracılığıyla Irak halkını ölüm ve kıtlıkla cezalandırarak tatmin olamaz ve şimdi savaşı seçmiştir. Yüksek önemdeki askeri ve stratejik nedenler de, ABD yönetimin hesapları arasına girmektedir. Irak’ın askeri işgali ABD için çevre ülkelere, özellikle de Suudi Arabistan’a karşı bir harekât üssü sağlayacaktır, zira burada bir rejim değişikliğinin Suudi petrol kuyularını ve rafinerilerini içeren bölgelerin ele geçirilmesini zorunlu kılması ihtimali vardır.
Bu planlar, Irak’taki petrol rezervleriyle ilgilenen fakat Amerika’nın devasa askeri ve ekonomik gücüyle kıyaslandığında oldukça küçük kalan Fransız emperyalizminin çıkarlarına doğrudan tecavüz demektir. Chirac ile Beyaz Saray arasındaki çatışmanın kökünde, emperyalist bir güç olarak Fransa’nın kronik gerilemesi yatmaktadır. Özellikle son 50 yıl zarfında Fransa, bir yanda ABD’nin, diğer yanda Avrupa’nın en büyük gücü olan Almanya’nın ilerleyişi karşısında dünya arenasında sürekli gerilemiştir. Güneydoğu Asya’da Fransız emperyalizmi ABD karşısında bütün konumunu yitirmiştir. Günümüzde ise, bu kaybedilen yerler arasına, doğu ve orta Afrika da katılmaktadır. Hatta Fas ve Cezayir’de, Fransa, Amerikan ve Alman şirketlerinin atakları karşısında yenilgiye uğramaktadır. ABD’nin desteklediği güney ordularına karşı Fransa’nın Hartum’daki köktendinci rejimi destekleyip silahlandırdığı Sudan’da, aynı rejim şimdi Fransa’yı bir kenara atıp, giderek ABD dış politika seçeneğinin peşine takılmaktadır. Ortadoğu’da Fransa, pazarlarının ve nüfuzunun büyük bir kısmını ABD egemenliğine bırakmak zorunda kalmıştır. Nihayet, Fildişi Kıyısı’nda yaşanan son kriz, uzun dönemde, orada Fransız emperyalizminin zayıflaması ve dolayısıyla ABD çıkarlarının yayılması önündeki yolun açılması anlamına gelecektir.
Fransız kapitalizminin dünya çapındaki bu gerileyişine ilaveten, Fransa’nın askeri güç olarak da benzer şekilde zayıflaması söz konusudur. Afganistan’daki savaş, büyük çaplı operasyonlarda Fransa’nın askeri yeteneğinin kusurlarını defalarca gösterdi. Anmaya değer hiçbir uzun menzilli füze sisteminin bulunmayışıyla ve büyük kara saldırıları için gereken kara birliklerinin ve savaş araçlarının eksikliğiyle, Fransa’nın Taliban’a karşı savaştaki katkısı, askeri tarih yıllıklarında sadece bir dipnot olmaya lâyıktır. Bu zayıflık, Fransa’nın, ABD tarafından elde edilmiş bir zaferde savaş ganimetleri üzerinde bir talepte bulunamayacağı anlamına gelmektedir. 1991 savaşı Fransız kapitalizminin çıkarlarına zarar verecek şekilde gelişmişti. Öncelikle, Fransız emperyalizmi Irak diktatörüyle oldukça iyi anlaşmaktaydı. 1980’li yıllarda İran’a karşı savaşta Irak’a silah vermiş, Irak halkına uyguladığı baskıda Saddam Hüseyin’e teknoloji ve bilgi sağlamıştı. Fransız gizli servis ajanları, solcu eylemciler hakkında Saddam Hüseyin’e düzenli olarak bilgi sunmuştur. Bu bilgiler eylemciler için ölüm fermanlarının imzalanması anlamına geliyordu. Ambargo cezası, bu suç ortaklığının meyvelerinin yitirilmesi demekti. İhalelerin 1991 savaşı galiplerine verilmesi nedeniyle, Fransa pazarın yalnızca %2’siyle yetinmek zorunda kalmıştı. Adeta ABD’nin Fransa’nın savaştaki askeri katılımını eksik bulduğunu vurgulamak için, söz konusu bu %2’lik pay mayın temizleme operasyonları dahilinde verildi. Bu itibar emareleri öyle kolayca unutulmaz!
1990’lar boyunca hem sağ hem de sol hükümetler altında Fransız emperyalizmi, ABD ile çatışma içindeki Iran, Irak ve Libya gibi devletlerle ilişkiler geliştirerek, zayıflayan uluslararası nüfuzunu tekrar kazanmaya çalıştı. Petrol şirketleri ve sanayi teşebbüsleri, bu ülkelerle, uygulanan ambargoların Birleşmiş Milletler tarafından kaldırılmasının ardından yürürlüğü girecek olan birtakım anlaşmalar imzaladılar. Irak özelinde Fransa, ABD şirketlerinin rekabetini ortadan kaldırma avantajını elde etti ve Irak petrol rezervlerini sömürmek için büyük anlaşmalar yaptı. Bunun karşılığında Fransa, ambargoyu kaldırmak için nüfuzunu –ki yetersiz olduğu ispatlanmıştır– kullanacaktı. ABD politikasındaki değişiklik, yani ambargodan Irak’ın istilâsı ve askeri işgaline yönelme şeklindeki politika değişimi, bütün bu yapılan anlaşmaların bir kenara atılması anlamına gelmektedir. Paris ile Washington arasındaki temel çıkar çatışması budur. Bununla birlikte, başka nedenler de bulunmaktadır.
Ekonomik ve sosyal durum mevcut çatışma denkleminde ağırlıklı unsurdur. Fransa ve Almanya’daki egemen sınıflar, bu savaşın hem Ortadoğu’daki hem de Avrupa’daki ekonomik, sosyal ve siyasal yansımalarına dair derin endişeler taşıyorlar. Almanya ve Fransa’da ekonomik büyüme, GSMH’lerinde mutlak bir düşüşe neden olacak savaş yüzünden neredeyse %0 civarındadır. Bush ve akıl hocaları da savaşın uluslararası etkilerini düşünmektedir, fakat daha önce gördüğümüz gibi, savaşın getireceği ekonomik ve askeri stratejik avantajlar, ABD emperyalizmi açısından bu etkileri ikinci plana itecek kadar önemlidir. ABD yönetimi ganimetlerin paylaşımına ilişkin tekliflerinde yeterince cömert olsaydı, Fransız emperyalizmi için de aynı şey geçerli olurdu. Ancak, Irak petrol rezervlerine erişme sorunu üzerinde Paris ve Washington arasında süren görüşmelerde, ABD yönetimi Fransa’nın taleplerine pek sempatiyle yaklaşmadı.
Fransız tarafına gelince; Chirac ve Raffarin, askeri harekât alanında bir ana oyuncu olarak savaşa giremedikleri takdirde, ABD hükümetinin onlardan istediği şeyi, yani savaşın mali yükünü paylaşmayı istemiyorlardı. Bu kanlı partiye katılma davetiyesi bedava değildir. 2002 yılında ödemeler dengesi açığı 496 milyar dolara yükselerek önceki yıla göre 98 milyar dolar artış kaydetmiş olan ABD, savaşın maliyetinin büyük bir kısmını müttefiklerine ödetmeye çalışıyor. Bağdat’ı savunacak altı tümen Cumhuriyet Muhafızının dikkate değer bir direniş göstermeyeceği, yabancı orduların şehirleri çok fazla zorlanmadan işgal edecekleri kısa bir savaş durumunda –ama hiçbir şey önceden garanti edilemez–, ABD hükümeti savaşın maliyetinin 60 milyar dolar civarında olacağını tahmin etmektedir. İki-üç ay sürecek uzun bir savaş durumunda ise bu rakam 200 milyar dolara kadar çıkabilecektir, üstelik buna çatışmanın komşu ülkelerde muhtemelen yol açacağı sosyal ve siyasal ayaklanmalarla başa çıkma maliyeti dahil değildir.
Chirac, Fransız emperyalizminin çıkarlarının doğrudan tehdit edildiği Fildişi Kıyısı’ndaki durumdan da endişe duymaktadır. Chirac’ın stratejisi, Irak’taki savaşın önüne geçmeyi ya da en azından bunu geciktirmeyi hedefleyerek, Fildişi Kıyısı’ndaki geniş çaplı askeri müdahale için elinin serbest kalmasını amaçlamaktadır. Raffarin’in kuşkusuz silah satışlarının da gündemde olduğu Hindistan ziyareti sırasındaki sözde “barışseverlik” iddialarına gelince, bu aslında onun Fransa’da işçilere, gençlere, işsizlere ve emeklilere karşı yürüttüğü savaşı sürdürme ihtiyacından kaynaklanıyordu. Raffarin, Irak’a karşı yapılacak ve halk tarafından istenmeyen bu savaşın maliyetini bahane olarak gösteremezse, Fransa’da kamu kesintilerini yürürlüğe koymakta oldukça zorlanacaktır.
Chirac şu an hazırlıkları süren insan kıyımına silahlı güçle katılma konusunu dışlamamaktadır, aksine savaşın daha geç gerçekleşmesini tercih edecektir ve bu arada petrol ve inşaat ihalelerinde ABD’yi ayrıcalıklar vermeye zorlayabileceğini ümit etmektedir. Ne olursa olsun, Fransız-Amerikan çatışması, açıktır ki özünde aynı amacı güden ve ikisi de birbirinden gerici ve açgözlü olan iki rakip emperyalist arasındaki bir çatışmadır. Bu aşamada Chirac’ın Washington ile çatışmasında ne kadar ileriye gidebileceğini söylemek oldukça zor. Her ne kadar muhtemel görünmüyorsa da, Birleşmiş Milletler’de veto hakkının kullanılması tamamen dışlanamaz. Her koşulda veto sorunu, Amerikan emperyalizminin çıkarlarına karşı Fransız emperyalizminin çıkarlarını savunma mücadelesi çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Bu rakiplerin tutumu şu şekilde özetlenebilir: ABD Irak’a zorla girip işgal etmek, kukla bir rejim kurmak, petrol rezervlerine ulaşmak isterken, Fransa ambargoyu kaldırmak, Iraklı diktatörle işbirliğini sürdürmek ve petrol rezervlerine kendi çıkarları için ulaşmak istiyor. Sosyalist ve enternasyonalist bakış açısından, bu iki rakipten herhangi birini desteklemek asla kabul edilebilir bir şey değildir. İşçi partilerine ve sendikal harekete düşen görev, işçi sınıfının çıkarları ile Chirac ve UMP hükümeti tarafından savunulan emperyalist çıkarlar arasına net bir çizgi çizerek savaşa karşı çıkmaktır.
Hollande, Strauss-Kahn, Fabius ve ortakları tarafından temsil edilen Sosyalist Partinin (PS) sağ kanadı, Irak’a karşı yapılan 1991 savaşını desteklemişlerdi. Bu barışseverler o zaman Irak’a uygulanan ve 1 milyon Irak vatandaşının ölmesine yol açan ambargoyu onayladılar. UNICEF tarafından açıklanan rakamlara göre bu 1 milyon kişinin 500 binden fazlasını 5 yaşın altındaki çocuklar oluşturmaktaydı. Ardından eski Yugoslavya’nın bombalanmasını ve askeri işgalini desteklediler. Sonra da Afganistan’daki savaşa destek verdiler. Şimdi Irak’a karşı yapılacak savaşa karşı çıkıyorlarsa, mevcut şartlar altında bunun yalnızca bir nedeni vardır. Fransız egemen sınıfının büyük bir kısmı da dahil olmak üzere, bu savaşın Fransız emperyalizminin çıkarına olmadığını düşünüyorlar. Bir başka faktör ise, 2002 seçimlerinde Sosyalist Partinin ağır bir yenilgi almasına yol açmasından sonra sağ kanat bürokrasinin parti içinde savunmaya geçmiş olması ve Jospin hükümetinin kapitalist politikalarını hafızalardan silmeye çalışmasıdır. Öyle ki 1997 ile 2002 yılları arasında 31 milyar euroluk özelleştirmeyi onaylayan Strauss-Kahn ve Hollande bile bugünlerde özelleştirmeye karşı çıkmaktadır! Irak’ta yeni bir savaşa açıktan destek vermek, onları parti içinde daha müşkül bir pozisyona itecektir. Aslında sosyalist liderliğin savaş konusundaki politikası Chirac ile aynıdır, tek fark onların “bu savaşı durdurmak için” doğrudan BM’deki veto hakkının kullanılmasını istemeleridir. Gerçekte, Fransa’nın vetosu savaşı engellemeyecektir, savaş Fransa dahil olsun ya da olmasın çıkacaktır.
Komünist Parti (PCF) liderliğinin politikası sosyalist sağ kanadınkiyle neredeyse aynıdır. PCF liderliği eski Yugoslavya’daki ve Afganistan’daki savaşları da desteklemişti. PCF’nin 2002’de uğradığı yıkıcı seçim yenilgilerinin etkisiyle, genel sekreter Marie-Georges Buffet, yenilgilerin sebebinin partinin “komünizmin kaynaklarından” uzaklaşması olduğunu en azından bulanık bir şekilde de olsa anlamış göründü. Ancak bu açıklamaların arkası gelmedi. Yaklaşan savaş PCF liderliğine kendilerini Sosyalist Partinin sağ kanadından ayırmak için mükemmel bir fırsat sunmasına ve savaşa karşı ciddi bir mücadele alternatifi tanımasına karşın, o bu durumdan nasıl kaçacağı konusunda Jacques Chirac’a yalvarmaktan başka bir şey yapmadı. Bu maksatla PCF liderleri, parti aktivistlerini halktan altına imza toplamaya çağırdıkları, Fransız kapitalizminin ana temsilcilerine hitaben yazılmış oldukça kibar üsluplu bir mektuptan on binlerce nüsha bastılar!
Gerçek bir komünist politika tereddütsüz Chirac’ın ve onun diplomatik entrikalarının maskesini düşürür, BM’nin gerici karakterini açıklar –Lenin Milletler Cemiyetini “haydut ini” olarak adlandırıyordu– ve savaş hazırlıklarına karşı işçileri ve gençliği somut bir eylem doğrultusunda seferber ederdi. Parti, askeri malzemeleri taşımayı reddeden İskoç demiryolu işçilerini örnek olarak alabilirdi. Limanlardaki işçileri, savaş gemilerinin limanlara girişini engellemeye ve bu gemilerin yükleme-boşaltma işlerini yapmayı reddetmeye çağırmalıydı. Maalesef, savaşa karşı sınıf eylemini temel alan bir politika izlemek yerine, parti liderliği milliyetçi bir konuma kayarak, acıklı bir biçimde kapitalist partilerin baş temsilcisinin gözünün içine bakmaktadır. Örneğin 15 Şubattaki devasa savaş karşıtı gösteriler sırasında, Marie-Georges Buffet basına şu açıklamaya yapmıştır: “Fransa cumhurbaşkanlığı düzeyinde cesur bir tutum takınmıştır. Ümit ediyoruz ki, Fransa bu konu üzerinde birleşerek savaş sarmalını durdurmak için bütün gücünü kullanacak ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bir oylama olursa veto hakkını kullanacaktır.”
Chirac müşkül bir durumdadır. Açıkladığımız üzere, Fransız kapitalizminin Irak’a dönük beklentileri ABD’nin askeri zaferi durumunda zarar görecektir. Fakat savaş Fransa katılmaksızın gerçekleşirse, Fransız kapitalizmi için gelecekteki pazarlar neredeyse tamamen kapanacaktır. Bu da, işgalci güçlere katılma olasılığı için açık bir kapı bırakmak isteyen Chirac’ın ve Fransa’daki sağ partilerin ikircikli tutumlarını açıklamaktadır. Chirac’ın muhalefetine rağmen savaşın başlaması, Fransız emperyalizminin zayıflığının aleni bir göstergesi olacaktır. Kuşkusuz egemen sınıf bununla uğraşmak mecburiyetinde kalmayı arzu etmez. Bu yılın başlarında Chirac kendi politikasını ABD’yle aynı doğrultuya getirmeye çalıştı ve önümüzdeki birkaç haftada da bunu tekrarlaması ihtimal dışı değildir. Bu arada Bush ve Powell, Fransa’nın savaşa hem askeri hem de mali yönden katılmasından memnunluk duyacaklarını belirttiler, fakat bu katılım onlar için olmazsa olmaz bir şey değildir. Uzun süre beklemeyecekler ve eğer Chirac biraz daha ayak sürümeye devam ederse bu savaşa o olmadan girişeceklerdir. Çok büyük olasılıkla istilâ Mart ayında başlatılacaktır.
Fransa solunun politik görevi, güçlü ABD rakibi karşısında Fransız emperyalizminin tutumunu savunma çabasındaki Chirac’ı desteklemek değil, aksine başta Fransız emperyalizmi olmak üzere bütün emperyalist ülkelerle mücadele etmektir. Rosa Luxemburg’un devrimci yoldaşının dediği gibi: “Emperyalist savaşlarda, bir komünistin baş düşmanı kendi ülkesindedir.” Sosyalist Parti ve Komünist Parti tarafından yazılan metinler, “ABD yönetiminin emperyalist mantığı”na yapılan göndermelerle dolu, ama Fransa’daki hükümet politikasının aynı derecede emperyalist karakterde olduğuna hiç değinilmiyor.
Bizim savaşa muhalefetimizle Chirac’ın muhalefetinin hiçbir bağdaşır yanı yoktur. PS ve PCF’nin mevcut liderlerinin, savaşa karşı bağımsız bir program sunmaktan ziyade Fransız emperyalist diplomasisinin fraklarının eteklerine sarılmak anlamına gelen politikaları, onların politik olarak tümüyle iflâs ettiklerinin yeni bir göstergesinden başka bir şey değildir. Adına layık sosyalist ya da komünist bir parti, kapitalist sınıfın ve onun politik temsilcilerinin güttüğü gerçek amaçları yorulmak bilmeden teşhir etmeli, savaş hazırlıklarına karşı grevleri ve sendika ambargolarını kullanarak, eldeki tüm araçlardan yararlanıp işçileri ve gençliği bir eylem programı etrafında seferber etmek için çalışmalıdır. Aynı zamanda bu mücadeleyi, Chirac-Raffarin hükümetini devirme ve bankaları ve büyük sermaye varlıklarını işçilerin denetiminde ve yönetiminde kamulaştırarak kapitalistlerin iktidarını parçalama zorunluluğuna bağlamalıdır.
Bu savaşa çeşitli nedenlerle muhalefet edilebilir. Chirac Fransız kapitalizminin çıkarlarını savunma umuduyla şu an için muhalefet ediyor. Fransa’daki silah üreticileri 1991’deki savaşa karşı çıkmışlardı, çünkü Saddam Hüseyin onların en iyi müşterilerinden biriydi. Fakat savaşa karşı sosyalist –ya da komünist– bir muhalefet, emperyalist savaşların asıl nedeni olan kapitalist sistemin temellerine saldırmalı ve tüm ülkelerin muazzam ekonomik ve kültürel kaynaklarını insanlığın yararına bir araya getirebilecek, savaşlara ve kapitalizmin diğer bütün felâketlerine nihai olarak son verecek olan bir uluslararası sosyalist devletler federasyonunun yaratılması için emek harcamalıdır.
Bu yazının İngilizce Orijinali www.marxist.com sitesinde yer almaktadır
link: Greg Oxley, Fransız-Amerikan Çatışmasının Nedenleri ve Fransız Solunun Irak Savaşına İlişkin Politikası, 20 Şubat 2003, https://marksist.net/node/868
Zamanımızda Marksizm
15 Şubat: Dünya ve Türkiye