Politikacı olmak zor bir iştir. Üstelik bir de milletvekili veya bakan olunmuşsa iş daha da zorlaşır. Hem kendi küpünü doldurmak, hem ev sahibinin –siz sermaye sınıfı diye okuyun– gözünden düşmemek ve hem de halka şirin gözükmek gerekir. Aksi takdirde her şey tepetakla olur ve koltuğu bir başkası kapar.
İşte o zor işi yapan bakanlardan biri de Kemal Unakıtan’dır. “İş bilir”, “dobra dobra”, “şirin” fakat biraz bodurdur Maliye Bakanı. Basında küpünü biraz çok doldurduğuna dair haberlerden geçilmiyor. Ama bu sermaye sınıfını hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Sermaye sınıfının gözünde on numaradır pek Sayın Bakan. Elbette bunun nedeni bellidir: Unakıtan’ın “unu” işçi ve emekçilere hiç akmazken sermayeye bol bol akıyor akıyor…
Fakat Unakıtan’ın başı biraz dertte bu aralar. İşçi, emekçiler sokaklara çıkıp hükümeti eleştiriyorlar. Eskisi gibi kolay söz dinlemiyorlar. Eskiden, ağzı kulaklarında “her şeyi satarım, anasını da satarım” dedi miydi iş bitiyordu. Fakat değirmenin taşından çok un akıp gitmiş olacak ki, şirinlikler kâr etmiyor artık. Hükümet aylardır Sosyal Güvenlik Yasasını çıkartamıyor. Mecliste evet oyu çıksa da sokaklarda vatandaş hayır diye sesini yükseltiyor aylardır. Basın açıklamaları, yürüyüşler, iş bırakmalar ve mitingler tüm kentlere yayılıyor. Çalışma Bakanı geri adım attı. Hükümet sıkıştı, telâşa kapıldı.
Tam bu noktada Unakıtan konuştu. Bu kez pek alışık olmadığımız laflar etti. İstanbul Sanayi Odasında yaptığı konuşmada Bakan, bu kez sanayicilere veryansın etti. İSO’nun meclis toplantısında yaptığı konuşmada, işadamlarını, hükümetin yaptığı reformlara direnen işçi örgütlerine ses çıkartmamakla suçladı. Unakıtan, patronlara şöyle seslendi: “Bir kenara çekil mıy mıy orada otur, onu tenkit et, bunu tenkit et. Sendikalar yürüyor, sizden fazla bir şey çıkmadı. Ses çıkması lazım ses!”
Böylece sonunda tekke düşmüş kel görünmüştür. İşçi sınıfının sesi çıktıkça, mücadelesi yükseldikçe, on binlercesi üretimi durdurup sokakta birleştikçe, üstü örtülü gerçekler ortaya çıkıyor. Yasayı hazırlayan figüranlar esas sahiplerine sesleniyor ve bize yardım edin diyorlar. Hükümet yaşadığı çaresizlik karşısında soluğu burjuvazinin yanında alıyor ve ses çıkartın diyor. Unakıtan’ın konuşmasının devamında dediği gibi, “Çünkü Türkiye bir tane, başka Türkiye yok. Hepimiz bu geminin içindeyiz. Gemiye bir şey olduğu zaman hepimiz bundan zarar görürüz. O zaman herkesin taşın altına elini sokması lazım”. Unakatan’ın sözünü ettiği geminin kapitalist düzen olduğu herkesin malûmudur. Doğru söyler Bakan Efendi: hakikaten de kapitalizm gemisi batarsa hepsi birden ebediyete intikal edecekler!
Burjuva devlet sermayenin ortak işlerini yürüten bir komiteden başka bir şey değildir. Bu komitenin bir parçası olan hükümet görevlileri yani vekiller ve bakanlar da burjuvazinin politik temsilcilerinden başka bir şey değillerdir. Burjuva parlamentoları, burjuva hükümetleri, bir avuç kapitalistin lehine işçi ve emekçileri ezmeye yarayan birer alettir o kadar. Kölelik yasaları, mezarda emeklilik, sefalet ücreti ve sosyal güvencesizliği dayatarak ücretli kölelik düzenini sonsuza dek sürdürebileceklerini sanıyor egemenler. Ancak işçi hareketi giderek canlanıyor. Kıpırdayan dev, egemenlerin yüreğine korku salıyor. İşçiler AKP’nin saldırılarına karşı direndikçe, hükümet soluğu sermayedarların yanında alıyor. Biz beceremiyoruz, siz gemiyi yürütün, sesinizi çıkarın diyor. Gerçek şu ki tarih sınıflar mücadelesi tarihidir. Eninde sonunda sınıflar mücadelesi özel mülkiyeti tarihin çöp sepetine gönderecektir. O vakit ne burjuva bakan koltukları ne burjuva yasaları ne de “mıy mıycı patronlar” kalacaktır.
link: Ümraniye’den bir işçi, Mıy Mıycı Sanayiciler, 15 Nisan 2008, https://marksist.net/node/1771
Şükretmek değil mücadele etmek çözümdür
Haklar Mücadele Ederek Alınır!