TC'nin bilinçli olarak yaratmak istediği çözümsüz sorunlardan birisi mezhep tartışmalarıdır. Dönem dönem bu konular gündeme getirilir ve gündem işgal edilir. Sözde laik TC, bir "dini-bütün" olarak bu mezhep tartışmalarına taraf oluyor. Din üzerinden yoksul kitlelere ulaşma ve hatta onların dini duygularını sömürerek emekçi kitleleri kontrol etme, baskı altına alma yöntemi yeni değildir. İlk sınıflı toplumlardan günümüze kurumsallaşmış din, her çağda egemen sınıfların bir baskı, denetim ve istismar aracı oldu. Halkların dini duyguları sömürülmeye ve bunun üzerinden egemen sınıflar politika geliştirmeye devam ediyorlar. Ayrı dinlere mensup halklar birbirlerine karşı kışkırtılmakta ve gerçeklerin üzeri dinin sis bulutuyla örtülmektedir. Günümüzde buna örnek İsrail-Filistin savaşıdır. Bu savaş, ezen bir ulusun ezilen bir ulusa karşı savaşı olarak değil, Yahudilerle Müslümanların çatışması olarak lanse ediliyor. Yine, son 11 Eylül olaylarından sonra ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalist ülkeler kendi çıkarlarının üzerini Hilal ile Haçın karşı karşıya geldiği sözde bir medeniyetler çatışmasıyla örtmeye çalışıyorlar. İslam coğrafyasındaki dini kılıklı burjuva egemenler ise, kendi emekçi yığınlarını uyutmak amacıyla bu tezi desteklemekten geri durmuyorlar. Örneğin Irak'ta iktidar kavgasına tutuşan egemen kesimler, bu kavgalarını kâfir ABD'ye karşı İslam'ın başlattığı bir cihat olarak sunuyorlar. Afganistan'da Taliban'ın veya Türkiye'de bir zamanlar TC'nin beslemesi olan Hizbullah'ın din adına neler yaptıklarını biliyoruz.
Amacım bu sorunun çözülmesine kapsamlı bir yaklaşım getirmek değil; yaşadıklarımı sizinle paylaşmak istiyorum. Tabii, biz Marksist öğrencilerin bu tür olaylara nasıl yaklaşması ve ne gibi dersler çıkartması gerektiği de ayrıca önemli. Lise son sınıfta yaşadığım bir deneyimimi sizlerle paylaşmak beni mutlu edecek. Yaşadıklarımı anlatmadan önce kısaca şunu belirtmek isterim: Öğrencilerin çoğunluğunu işçi ailelerin evlatlarının oluşturduğu bir dershaneye devam etmiştim. Birer burjuva işletme olan dershanelerin, buralara akıtılan onca paralara karşın doğru düzgün bir eğitim verdikleri söylenemez. Bu dershanelerden kaliteli bir eğitim beklerken, benim ve birçok emekçi ailenin çocuğunun bilinci burjuva ideolojisiyle bulandırılmakla kalınmıyor, dini tarikatların kucağına da itiliyoruz. Sırf dini tarikatlara adam yetiştirmek üzere kurulmuş dershaneler var; öğrencileri mezhep tartışmalarıyla, din tartışmalarıyla kendilerine çekmeye çalışıyorlar. Buralarda bilinci açık öğrenciler değil, adeta sisteme ve dini kurumlara itaat edecek kullar yetiştiriliyor.
Anlatacaklarım 2002 eğitim yılının ortalarında geçiyor. Dershane danışmanlığı ve öğretmenler işin başını çekiyor. Öğrencilere kılavuzluk eden öğretmenler, ders konusunda öğrencilere hiçbir yardımı esirgemiyorlardı. Bir süre sonra, bu ilgilerinin altındaki gerçek kaygı ortaya çıktı. Öğretmenler kısa zamanda misyonerliğe soyundular. Belirli aralarla öğrenciler, rehber öğretmenlerin odasına çağrılmaya başladı; bunlardan birisi de bendim. Şimdi anlatacaklarım size tiyatral gelebilir; ama yaşadıklarımı doğallık içinde anlatmak istiyorum:
Kapıyı çaldım, öğretmen kapıyı açarak beni içeri aldı ve oturduğu masasının karşısındaki koltuğa oturtturdu. Üstelik ben bu öğretmenimi çok seviyordum, saygıda kusur etmezim. Ben sevdiğim öğretmenimin bana dersler konusunda nasihat vereceğini düşünürken:
Öğretmenim: nasılsın?
Ben: iyiyim…
Öğretmenim: ama derslerin pek iyi değil.
Ben: evet, ama sınıfın geneli böyle.
Öğretmenim: Allah'tan umudunu hiçbir zaman kesme (bu arada Allah işin içine kendiliğinden girmiş bulunuyor, ayrıca Ramazan ayındaydık).
Öğretmenim: Ramazan ayı kutsal bir aydır; bu ayda küs kalma, yalan söyleme, insanları sev. Onlara doğru yolu göster (yani Allah'ın yolunu demek istiyor). Her yattığın akşam, iyilik yapıp yapmadığını düşün; namazını kıl, orucunu tut (nihayet meselenin özüne geldik); biz Müslümanlığın farzlarını yerine getirmeliyiz, de mi!
Ben safça düşündüğümden, söylenenler gerçekten de hoşuma gitmişti: Evet öğretmenim…
Öğretmenim: sen namaz kılıyor musun, oruç tutuyor musun?
Ben: hayır öğretmenim.
Öğretmenim: hangi mezheptensin?
Ben: Aleviyim.
Öğretmenim: Namaz kılmak, oruç tutmak istemiyor musun?
Ben: bunları yapmak isterim (öğretmenin etkisinde kaldığımı siz de fark etmişsinizdir), biz oruç tutarız, ama namaz konusunda siz de az çok anlıyorsunuzdur…
Öğretmenim: sizin tutuğunuz Kur'an-ı Kerim'de yazmıyor; böyle bir oruç yok.
Ben üzülmüş ve hatta derin bir hayal kırıklığı içinde: Hayır hocam, Alevilik kitaplarında yazıyor.
Öğretmenim üzüldüğümü görünce geri adım attı ve pek üstüme gelmedi. Ama, doğrudan saldırmak yerine dolaylı yollardan üzerime geldi: Eğer namazı öğrenmek istersen sana yardımcı olurum; gördüğüm kadarıyla iftarlara da gelmiyorsun. Bu yanlış. Sınıf ile sürekli arana soğukluk koyuyorsun (bu arada yalıtma taktiği, birden bire sorunlu bir tip oluverdim), bu da sana başarısızlık getiriyor.
Öğretmenim: sana birkaç fikir kitabı vermek istiyorum; onları oku ve anlamadığın yerler olursa bana göster.
Ben: hayır öğretmenim, ben okumak istemiyorum verdiğiniz kitapları, ailem kızıyor.
Öğretmenim: sen de gizli okursun!
"Hayır öğretmenim" dedim ve dayanamayarak kalkıp çıktım odadan.
Öğretmenim: başka bir zaman tekrar konuşalım; lütfen iftarlara gelmeye çalış!
Ben tamam dedikten sonra dersliğe yöneldim. Ama hiçbir zaman gitmedim.
Sonuç olarak, dinci öğretmenler görevlerinin dışında, siyasal faaliyetlerini başarılı bir şekilde ifa ediyorlar. Öğrencileri en dinamik, kişiliklerinin daha yeni oluştuğu ve bir arayış içinde oldukları yaşlarda kazanmaya çalışıyorlar. Yani ağaç yaşken eğilir ve onlar da bunu yapıyorlar. Bunu bilinçli, planlı ve örgütlü bir şekilde yapıyorlar; bunun hakkını vermek gerekiyor. Biz, Marksist gençlik olarak onların bu sistemli çalışmalarından doğru bir sonuç çıkartmalıyız. Sistemli bir şekilde çalışmalı, öğrencilere ulaşmalı, dinin önümüze barikat kurmasına izin vermeden tüm öğrencilere Marksist fikirleri taşıyabilmeliyiz; örgütlenmeliyiz. Marksist gençliğin ateşini tutuşturalım ve her yere yayalım!
link: Marmara Üniversitesinden MT okuru bir öğrenci, Marksist gençliğin ateşini her yerde tutuşturalım!, 30 Kasım 1999, https://marksist.net/node/1203
İşçi Hareketinden: Eylül-Ekim 2004