Tarih işçi sınıfının çeşitli otoriter ve totaliter rejimlere karşı verdiği mücadele deneyimleriyle doludur. Güney Kore’de askeri diktatörlüklerle geçirilen yıllarda bile pek çok işçi ve öğrenci eyleminin ve çeşitli protesto hareketlerinin yaşanmasının önüne geçilememişti. Baskılar Güney Koreli işçileri, emekçileri ve onların çocukları olan öğrencileri mücadeleden alıkoyamamıştı. İşçi sınıfı en karanlık yılları militan mücadeleleriyle aşmıştı.
1987: Gün Geldiğinde (When The Day Comes) filmi Güney Koreli emekçilerin 1987’de diktatörlüğe karşı verdiği mücadelenin bir kısmını konu alıyor. 1987’ye ilerleyen süreçte işçilerden öğrencilere, kadınlardan aydınlara toplumun geniş emekçi kesimleri ayağa kalkmıştı. Demokratik seçim talebiyle 13 Katolik papaz açlık grevindeydi. Yüzlerce profesör, yazar ve sanatçı, anayasa reformu çağrısında bulunan bir dilekçeyi imzaya açmıştı. Gwangju (18-27 Mayıs 1980 tarihleri arasında darbe yönetimine karşı gerçekleşen protesto gösterileri) ayaklanmasının yedinci yıldönümünde üniversitelerde bir hafta boyunca anma eylemleri yapılıyordu. Yıllardan beri süren baskılara karşı büyüyen öfke 14 Ocakta Seul Üniversitesi öğrencisi Park Jong-chol’ün işkence sırasında öldüğünün ortaya çıkmasıyla farklı sektörlerden işçi ve emekçileri yeniden bir araya getirdi.
Film boyunca birçok sektörden işçi ve emekçiyle karşılaşıyoruz. Sanayi işçileri, öğretmenler, doktorlar, Budist rahipler, öğrenciler… Diktatörlüklerle geçen sürede birçok ayaklanma yaşanmış ve geçen yıllar içerisinde işçiler de dönüşüp değişmişlerdir. İlerlemenin koşulu mücadeledir; eskiye karşı yeninin, ölüme karşı yaşamın, geçmişe karşı geleceğin mücadelesi!
Park Jong-chol’un gerçekte neden öldüğünün ortaya çıkmasıyla başlıyor ayaklanma. Park Jong-chol üniversite öğrencisidir. Sıradan bir öğrenci değildir. Dünyayı sorguladığı için polis sorgusunda katledilen bir öğrencidir. Bu olayla birlikte pek çok insan da kendini kavganın ortasında bulur, bazılarıysa kaçmaya çalışır kaçışı olmayan kavgadan. Tam burada genç bir kız karakteri öne çıkıyor filmde. Yeon-hee üniversiteye yeni başlamış, hayalleri olan bir genç kızdır. “Olaylardan” uzak durmaya çalışan bir öğrencidir. Bir rastlantı sonucu kendisini mücadeleci öğrencilerin arasında bulur bir anda. Bir gün mücadeleci bir öğrencinin kendisini çağırdığı film etkinliğine gider. Film Gwangju ayaklanmasını anlatan bir belgeseldir. Yarısına kadar izleyip dayanamaz kalkar, dışarı atar kendini. Gördükleri onu rahatsız etmiştir. Yanına gelen arkadaşına “orduyla savaşmak mı istiyorsun? Biri daha ölürse, bundan kim sorumlu olacak?” diyerek hem yaşananlara öfkesini dile getirir hem de kendince bulduğu aslında çıkmaz olan yolu göstermiş olur. Bir parçası olduğu sınıfın gücünün henüz farkında olmadığı için hem bu haksızlıklarla mücadele eden amcasına hem de arkadaşına kızgınlığını dışa vurur. Gerçekte öfkesi yaşanan haksızlıklaradır. Ancak hiçbir şey olduğu gibi durmaz, her şey değişir zamanla. Soruyorum; sizce Yeon-hee uzak kalabilir mi kavgadan? Belki de aynı saflarda yumruklarımızı sallayacağız düşmana... Filmin gerisini izlediğinizde cevabı göreceksiniz. Yeon-hee de bunu yaşayarak öğrenecektir.
“Tek yapabildiğim bu” diyordu hapishane şefi. “Tek yapabildiği şeyin” binlerce kişiyi birleştirecek güç olduğunu bilmeden. 9 Nisan sabahı Chun Doo-hwan (Dönemin Güney Kore Cumhurbaşkanı) diktatörlüğünü ilan ediyordu. İşyerlerinde ve okullarda bu açıklama konuşuluyor, işçi ve emekçilerde öfke büyüyordu. Bu açıklamanın yapıldığı günlerde hapishanede yaşananlardan rahatsız olan ve sorumluluk hisseden hapishane güvenlik birimi şefi Ahn Yoo ziyaretçi kayıtlarını, tutuklanan iki polisin itiraflarını kayıt altına almayı başarır ve mücadeleci, tutuklu bir gazeteciye yazması için verir. Hızla yayılır asıl suçluların kimler olduğu ve neye hizmet ettikleri.
9 Haziranda kitleler “Yaşasın Demokrasi, Kahrolsun Diktatörlük!”, “Kahrolsun Askeri Rejim, Yaşasın 40 Milyon Halk!” sloganlarıyla sokağa dökülürler. Polis saldırısında başına biber gazı isabet eden öğrenci Lee Han-yol komaya girer. Bir öğrencinin daha polis saldırısında komaya girmesi öfkeyi daha da büyütür. 18 Haziranda gösterici sayısı ülke çapında 1 milyonu aşmıştır. Seul’de, Busan’da ve diğer kentlerde yüz binler sokakları ele geçirmiştir. Azgın polis saldırısına karşı direnen kitleler polisle çatışır, pek çok noktada karakolları basar, polis araçlarını ateşe verir. Taksi sürücüleri göstericileri polis saldırısından korumak için araçlarını barikat yapar. Askeri diktatörlüğe karşı verilen bu 19 günlük büyük mücadelede eylemlere katılanların toplam sayısı 4-5 milyonu bulmuştur. Polis saldırısında komaya giren Lee Han-yol 5 Temmuz 1987’de ölür. Cenaze törenine 1 milyondan fazla insan katılır.
Filmde mücadelenin önderi olan Kim Jung-nam’ın ağzından şunlar dökülür: “Bizim tek silahımız hakikat. Ve hakikat bu yönetimin sonunu getirecek.” Kim Jung-nam gerçeğin saklanamaz olduğunu ve eninde sonunda ortaya çıkacağını tarihin deneyimlerinden biliyordu. 1987’de Güney Kore’de farklı sektörlerden işçiler, emekçiler ve öğrenciler birleşerek, baskılara boyun eğmeyerek, tarihten ders alarak Chun Doo-hwan liderliğindeki askeri diktatörlüğü yıkmayı başarmıştı. Öfkenin birikip patlamaya hazır olduğu o gün geldiğinde tüm diktatörlükler yıkılır. Yeter ki işçi sınıfı birleştirsin ellerini diktatörlere karşı.
link: Ankara’dan MT okuru bir işçi, Gün Geldiğinde Yıkılır Diktatörler, 25 Ocak 2021, https://marksist.net/node/7154
Trump, Faşist Hareket ve Anti-faşist Mücadele
Tunuslu Emekçiler Yeniden Meydanlarda