Doğduğum, büyüdüğüm ve yaşamı anlamlandırmaya başladığım toprağın kokusundan ayrı kalalı uzun zaman olmuştu. Çok heyecanlıydım ona yeniden kavuşacağım için. Esmer yüzlü insanların sıcak bakışlarıyla karşılanacağım için de çok mutluydum aynı zamanda. Ne var ki Kürdistan’a ilk ayak bastığımda Serhad’ın soğuk rüzgârları karşıladı beni. Gerçi daha önce yine karda kışta gelmiştim ama böyle karşılamamıştı beni Serhad. Ya da bana böyle gelmemişti o zaman. Biraz üzülmüş, düşünceli ve üşümüş bir halde hemen esmer yüzlü insanlara karışmak istedim. Çünkü onların gözlerinde var olan ışığın beni ısıtacağından çok emindim. Hızlı adımlarla yürümeye başladım bembeyaz karın üstünde. Kart, kurt sesleri eşliğinde yürürken bir an aklıma Kürt sözcüğünün kart, kurt seslerinden türediğini söyleyen ahmaklar gelmiş ve üzerinde yürüdüğüm kara teşekkür etmiştim. Zira bir millet adını bu kara borçluydu! Ve nihayet artık esmer yüzlü insanların oluşturduğu küçük kalabalıklar görünmeye başlamıştı uzaktan. Evet onların arasındaydım artık ve gözlerine bakıyordum. Gözlerindeki ışığın beni ısıtacağı umuduyla bıkmadan bakıyordum, en çok da esmer yüzlü çocuklara bakıyor ve onların beni ısıtmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Fakat eksik veya yanlış olan bir şey vardı. Ben hâlâ üşüyordum, hem de artık soğuktan titrer halde üşüyordum. İşte soğuktan tir tir titriyorken fark ettim esmer yüzlü insanların gözlerinde ışığın öldüğünü, çünkü benim memleketimde esmer yüzlü çocuklar hâlâ ölüyorlardı, öldürülüyorlardı…
Geceyi geçirmek üzere kalacağım amcamın evine gitmek için dolmuşa binmiştim. Mahalle dolmuşları her zaman güzel anılar bırakmıştır yolculuklarımda, çünkü dolmuşa binen herkes yanındakiyle samimi bir sohbete başlar, ineceği yere kadar bir yol arkadaşı edinirdi kendisine. Bir de şoförün teybinden çalan ve Ayşeşan’ın o eşsiz Kürtçesiyle söylediği klamlar vardır ki, yolculuğunuzun tüm yorgunluğunu alıp götürürdü. Ancak bu defa ne esmer yüzlü insanların hoş sohbetinden ne de klamlardan hiçbir iz yoktu. Hiç kimse birbiriyle konuşmuyordu, klamların yerini ise genç muavinin “ücretini vermeyen kalmasın!” sesi almıştı.
Yorucu ve soğuk bir yolculuktan sonra nihayet amcamlara gelmiştim. Amcamlarda benden başka misafirler de vardı. Amcamın Yüksekova’da yaşayan Koçer (göçebe anlamına gelmektedir) adlı kızı yanına çocuklarını da alarak babasına gelmişti. Yüksekova, Cizre, Sur ve Silopi’de sokağa çıkma yasağı ve çatışmalardan dolayı binlerce insan evini barkını terk etmiş, en yakın akrabalarına sığınmıştı. Yani hepsi “Koçer” olmuşlardı. Koçer yaşadıklarını gözü yaşlı bir şekilde anlatmaya başlamıştı. Koçer’in anlattığına göre orada bulunan okullar ve resmi kurumlar, özel birliklerin strateji ve lojistik merkezlerine dönüştürülmüştü. Özel birliklerin içinde sakallı ve Arapça konuşanların bulunduğunu söylemesi ise dikkat çekiciydi. Yine bu özel birliklerin sabah saatlerinde mehter marşı eşliğinde tekbirler getirip rastgele havaya ateş açmaları ise dikkat çekici başka bir noktaydı.
Ertesi sabah amcamlardan ayrıldım ve Hakkâri’ye gitmek üzere yola koyuldum. Yolculuk boyunca birçok defa kimlik kontrolü ve aramalar yapıldı. Ancak bu defa aramaları, üzerlerinde “Özel Tim Hakkâri” yazılı üniformalarıyla kar maskeli birlikler yapıyordu. Her defasında bizi en az yarım saat bekleten bu birimlerin halk üzerindeki psikolojik baskının parçaları olduğu da aşikârdı. Ve artık son durak, Hakkâri. Babam ve kardeşlerim beni karşılamaya gelmişti. Annem lezzetli geleneksel Hakkâri yemeklerini hazırlamakla meşgul olmalıydı. Ne de olsa biricik oğlu Ankara’dan uzun bir aradan sonra geliyordu. Annem, babam ve bütün bir aile beni sevinç içinde karşıladı ama şunu ifade etmeliyim ki bu sevinci gölgeleyen bir de hüzün vardı. Gözler yine bir ışıksızlığın yansımasıydı. Uzun saatler boyunca hem hasret giderdik hem de sohbet ettik. Diğer akrabalarımızın da içinde bulunduğu sohbette konu Ortadoğu, Türkiye ve Kürtler üçgeninde gelişiyordu. Gözlemlediğim kadarıyla hem akrabalarım hem de babam işin içinden çıkamıyor, işi Allah’a havale ediyorlardı. Ben de bu konular hakkında daha önce Marksist Tutum’da okuduğum yazılar ekseninde bazı şeyleri açıklamaya çalıştım. Söylediğim şeylerin televizyon ekranlarında dile getirilmediğini söyleyen babam ve akrabalarım, meseleye hiç böyle bakmadıklarını ve böyle bakmalarının gerektiğini ifade etti ve bana teşekkür ettiler. Ben de Marksist Tutum’a teşekkür ettim, çünkü böyle bir perspektifi bana kazandıran Marksist Tutum’un emekçileri ve onlardan öğrendiklerimdir.
Ertesi günlerde yine birçok kişi ile benzer meseleleri konuşma fırsatı buldum. Onlar da meseleleri burjuva siyasetinin bakış açısıyla değerlendirdikleri için çıkmaza giriyorlardı. Bazı tarihsel gerçekleri anlatmaya başlayınca onların da verdiği tepki aileminki ile aynı doğrultuda oluyordu. Bu arada ölüm haberleri gelmeye devam ediyordu. Halk öfkeli, üzgün ve tepkiliydi. Özellikle burjuva medyanın yalanlarına tepkiliydi. Ama tepkinin esas hedefinde batıda yaşayan halk kitleleri vardı. Çünkü onlar ölen Kürt olunca kör, sağır ve dilsiz oluyorlardı. Evet haklıydı bölge halkı, batı sessizdi ama bunun bir nedeni olmalıydı, nitekim vardı: Örgütsüz ve bilinçsiz kitleler. Burjuva siyasetin ve burjuva medyanın yalanları ancak böyle hayat bulabilirdi zaten. Örgütsüz ve bilinçsiz kitleler burjuvazinin yalanlarına aldanıyor, adeta bir akıl, vicdan tutulması yaşayarak tüm bu ölümlere, katliamlara insanlık dışı uygulamalara sessiz kalabiliyorlar. Bölgede yaşananlara, bölge halkının tepkisine ve genel anlamda bugün yaşanılanlara baktığımızda, Marksist Tutum sayfalarında yıllardır ifade edilenlerin doğruluğunu görüyoruz.
Bugün burada kapitalizmin “insanlık” şiarının anlamının ne olduğunu, yakılarak katledilen esmer yüzlü çocukların gözlerinde, küllerinde görmekteyiz. Tıpkı kıyıya vuran minik Alan’ın bedeninde gördüğümüz gibi. Dolayısıyla kapitalizmle mücadele insanlığı kurtarma mücadelesidir. Bugün esmer yüzlü çocukların hâlâ ölüyor olmasının nedeni kapitalizmin hâlâ var olmasıdır. Ama bu böyle gelmediği gibi böyle gitmeyecektir elbette. Kapitalizm yıkılmaya, yok olmaya mahkûmdur. Ne var ki bunu gerçekleştirecek kudrete ve tarihe sahip olan örgütlü işçi sınıfı ve devrimci sınıf mücadelesidir. Biz genç öğrencilerin görevi de bu mücadelede devrimci işçilere omuz vermektir.
link: Ankara’dan MT okuru bir öğrenci, Esmer Yüzlü Çocuklar Ölüyor Hâlâ…, 25 Şubat 2016, https://marksist.net/node/4936
Barışa mı Yoksa Yezid’e mi Semah Döneceksiniz?
HDK Genel Meclisi 28 Şubatta Toplandı