Çeşitli illerde eylem yapan Türk-İş; “Hükümeti arkasına alarak sendikacılık yapmak, işçi sınıfına ihanettir, ahlâksızlıktır, etik değildir ve sendikacılık hiç değildir”, “Bize sarı sendika diyenler renk körüdür” ve “Devrimcilik kimsenin tekelinde değildir” diye bas bas bağırıyor.
Sakın şaşırmayın, Türk-İş’te yeni bir sendikal anlayış falan ortaya çıkmadı, yönetim kurulunda her hangi bir değişiklik yok, işyerlerinden gelen militan bir işçi baskısı da yok.
Türk-İş’e bağlı Orman-İş sendikasının üyeleri, Hak-İş sendikasının ve Orman Bakanlığına bağlı olan müdürlüklerde görevli yöneticilerin baskısıyla Tarım Orman-İş sendikasına geçirilmeye çalışılıyorlar. Son zamanlarda basında oldukça geniş yer alan bu durum, bugüne kadar yapılan sendikal rekabet operasyonlarının en büyüklerinden birini oluşturuyor. Daha önce sendikalar arasında işyeri temelinde gerçekleştirilen üye kapma yarışı ilk defa bir işkolunda örgütlü olan sendikayı hedef alıyor. Ve yapılan açıklamalara göre geçişin büyük bir bölümü tamamlanmış bulunuyor. Durumun ciddiyetini kavrayan Türk-İş, 22 Temmuzda alelacele Başkanlar Kurulunu topladı ve 26 Temmuzdan itibaren Orman Bölge Müdürlüklerinin bulunduğu illerde, işyerlerinde ve AKP merkezlerinde protesto gösterileri yapma kararı aldı.
Adana, Samsun, Ankara ve İstanbul’da çeşitli eylemler yapıldı. İstanbul’da, 29 Temmuzda, Maslak Orman Bölge Müdürlüğü bahçesinde yapılan basın açıklamasına Türk-İş’e bağlı sendikalardan yaklaşık 200 kişilik katılım oldu. Açıklamayı Orman-İş Sendikası Genel Başkanı ve Türk-İş 1. Bölge Başkanı yaptılar. Orman-İş Sendikası Genel Başkanı sadece yapılan baskılara değinirken, Faruk Büyükkucak AKP’ye ve Hak-İş Sendikasına yönelik zehir zemberek açıklamalarda bulundu. Basın açıklaması, günü kurtarma ruh hali içinde yapıldı. Orman-İş üyelerinin basın açıklamasında olup olmadığı bile anlaşılmadı. Bir iki cılız slogan eşliğinde sona eren basın açıklamasında, getirtilen midibüsten bangır bangır bağırtılan “bir şey yapmalı” gibi müziklerle ortalık ısıtılmaya çalışıldı.
Orman İşçilerinin durumu?
Orman işçileri genelde mevsimlik olarak çalışan işçiler ve oldukça dağınık çalışıyorlar. Mevsimlik çalışan tüm işçilerde olduğu gibi orman işçilerinin hayali de kadrolu işçi olabilmek. Hak-İş yöneticileri, işçilere, “hükümetle ilişkilerinin iyi olduğunu, kendi sendikalarına üye oldukları takdirde kadro alacaklarını” söylüyorlar. Ayrıca sendika değiştirmedikleri takdirde sürgün, işten çıkarma gibi klasik baskılar ardından geliyor. Orman-İş sendikasından istifa ettirilmek istenen işçiler, görev yerleri olan ormanlardan müdürlüklerin resmi araçlarıyla, buldozerlerle taşınıyorlar. Orman-İş sendikasından ve Türk-İş’ten yapılan açıklamalara göre, zorla istifa başlatılmadan önce Hak-İş Sendikası yöneticileri Orman-İş Sendikasını ziyaret ederek, sendika başkanına, sendika olarak Hak-İş’e geçmelerini istediklerini söylemişler ve bunun karşılığında genel başkanlık teklif etmişler. Teklif reddedilmiş.
Orman-İş üyeleri bu baskılar karşısında özellikle İstanbul’da oldukça pasif durumdalar. Diğer illerde işçiler biraz olsun tepki gösterirken, İstanbul’da Orman-İş sendikasını aktif olarak savunanlar şu anda Orman-İş yöneticileri ve Türk-İş yöneticileridir.
Genel olarak sınıf hareketinin diplerde olması, işsizliğin ağır baskısı bu tutumu besleyen faktörlerdir. Fakat işçileri eğitmeyen, örgütlemeyen, onları alanlara taşımayan ve sınıf mücadelesi için kılını kıpırdatmayan sendika bürokratları, işçilerin bu tutumundan asıl sorumlu olanlardır. Ve bu durumun farkında olan sendikacılar asıl kendi hallerine ağlıyorlar. Kendi koltuklarını kaybetme korkusu hepsini “mücadeleci sendikacı” yapıverdi. Orman-İş sendikası bugüne kadar hiçbir direnişe, greve, mitinge üyelerini taşımadı ve kabuğuna çekilerek kamu işyerinde, sırtını gelen geçen hükümetlere dayayarak bedavadan sendikacılık yaptı. Hiçbir kazanımı olmayan, sendikasının varlığını hiçbir şekilde duyumsamayan bir işçi, varolan bilinciyle ancak kendisini “kurtarmaya” çalışabilir.
“Tencere Dibin Kara”
Türk-İş yöneticileri Hak-İş’e bağlı Tarım Orman-İş sendikasına sarı sendika diyorlar. Evet Hak-İş gerici dini duyguları okşayarak sendikacılık yapıyor, bunu bilmeyen yok. Fakat Türk-İş kendisinin bizzat devlet eliyle kurulduğunu, bu yıla kadar devletin tüm kurumlarıyla kol kola girdiğini unutmuş görünüyor. Hükümetlerle, orduyla, polisle, işveren sendikalarıyla kol kola girip en küçük bir işçi hareketini bastıran, her daim işçi sınıfına ihanet eden, ideologlarıyla burjuva ideolojisinin savunuculuğunu yapan ve yıllardan beri Türk-İş sendikalarının tepesine çöreklenen Türk-İş bürokrasisi, birden işçi sınıfını, sendikal ahlâkı hatırlayıverdi. Çünkü bu kez köşeye sıkışmış görünüyor.
Türk-İş bürokrasisi, hükümetle devlet bürokrasisi arasında yürüyen laiklik tartışmalarında Ordu kanadında yer almıştı. Hükümet, Türk-İş yerine istediği gibi oynatabileceği ve sınıfa saldırıları daha pürüzsüz yaptırtabileceği elinin altındaki Hak-İş Konfederasyonunu büyütme ve böylelikle de vefa borcunu ödeme kararı almış görünüyor. 1 Mayıs’ta Türk-İş ve DİSK bürokratları arasında yapılan miting alanı tartışmalarında Hak-İş uslu çocuk rolüyle dikkatleri çekmişti. Hak İş’in önemli işkollarında yeni sendika kurması da hükümetin niyetini destekler niteliktedir. Petrokimya işkolunda AKP hükümetinin yaptığı özelleştirme uygulamalarına karşı aktif mücadele veren Türk-İş’e bağlı Petrol İş Sendikasının karşısında Öz Petrol-İş Sendikası kuruldu. Böylelikle AKP hem mücadeleci sendikaların önünü kesmeyi hem de AKP’nin liberal politikalarının karşısında klasik devletçi tutumun simgelerinden biri olan Türk-İş’i terbiye etmeyi yani bir taşla iki kuş vurmayı hedefliyor. Operasyonun ciddiyetinin farkında olan Türk-İş, özüne yabancı olan mücadele argümanlarına sarılmaktan başka bir çare bulamazdı. Kendisine bağlı olan bazı sendikalar ve birçok şube aslında Türk-İş’in uzlaşmacı sendikacılık anlayışını, devletle nasıl kol kola girdiğini biliyor. Ve Türk-İş’in bu çıkışının hükümetle varılacak bir uzlaşmayla sonuçlanacağının da farkında. Fakat onlar da sessizliklerini korumayı tercih ediyorlar.
Yapılan kayıkçı dövüşünden başka bir şey değildir
Türk-İş bürokrasisinin bugün hararetle eleştirdiği tutum bizzat kendileri tarafından zaten uygulanan bir tutumdur. Kendi bünyesinde birbirinden üye kapmak için kavga veren sendikaların, “sınıfla, sendikacılıkla ve ahlâkla bağdaşmayan bu tutumlarına” delege hesaplarıyla sessiz kalanlar aynı Türk-İş yöneticileridir. Ve bu uygulamaların yaşandığı işyerlerinde işçiler sendikasızlaştırma ve tensikat saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Kristal-İş ile Çimse-İş ve Tez-Koop-İş ile Koop-İş sendikaları arasındaki rekabet öne çıkan örneklerdir. En son Türk-İş Konfederasyonu Disiplin Kurulu Tez-Koop-İş ve Koop-İş’i birbirlerinden üye kaptıkları için uyarma cezası vermiştir. Tez-Koop-İş sendikası ise bu kararın taraflı olduğunu başkanlar kurulu kararıyla basına ve kamuoyuna açıklamıştır. Türk-İş bürokrasisinin bugün Hak-İş’e getirdiği tüm eleştiriler Türk-İş bürokrasisinin gırtlağına kadar battığı gerçeklerdir. Yapılan açıklamaların altında, mücadeleci sendikacılık değil hükümetle uzlaşma zemini yaratma ve en azından bundan sonraki operasyonları durdurarak varolan durumu muhafaza etme amacı yatmaktadır.
DİSK, Türk-İş’e açıktan yükleniyor
Gün geçtikçe üye kaybeden ve tekstil ve özelikle de metal işkollarında Türk-İş’e bağlı sendikaların üye kapma saldırılarıyla karşı karşıya kalan DİSK, artık Türk-İş’e açıktan yüklenmeye başladı.
DİSK’in en büyük sendikalarından Birleşik Metal-İş’in önemli işyerlerinde işçiler, devletin kolluk güçlerinin de desteğiyle bir gecede Türk-Metal sendikasına geçirildiler. Türk-İş’e bağlı sendikaların gece yarısı operasyonlarının Hak İş’in operasyonlarından hiçbir farkı yoktur. Aynı çamurun içinde olan Türk-İş yöneticilerinin Hak-İş’in saldırıları karşısında mağdur rolüne bürünmelerinin ve hatta kükremelerinin hiçbir inandırıcılığı yoktur.
DİSK yaptığı açıklamalarda işçi sınıfının kayıplarının altında Türk-İş’in imzasının olduğunu belirtiyor ve kendisine bağlı işyerlerini muhafaza etmek için Türk-İş’e yüklenme zorunluluğunu hissediyor. Fakat DİSK lafla peynir gemisi yürütmeye çalışıyor. Bugünkü DİSK’in ‘80 öncesinin militan DİSK’inin mirasını yiyip bitirdiği, işyerlerinde gece yarısı yapılan sendika değiştirme operasyonlarını sessiz sedasız geçiştirmesinden açıkça belli oluyor. İşçiler ‘80 öncesinde DİSK’e bağlı sendikaları direnişlerle, grevlerle, sopalarla işverenlere kabul ettiriyorlardı. Bugünkü DİSK üyeleri ise Orman-İş üyeleri gibi sessiz sedasız kaderlerine boyun eğiyorlar. Bu durum şunu çok açıkça gösteriyor ki, işine geldiğinde devrimciymiş gibi görünen laflar etmek, devrimci bir işçi bilinci ve sendikacılık yaratamaz.
Sendikana Üye Ol, Sahip Çık, Denetle!
Son günlerde kızışan sendikal rekabet nedeniyle yaşananlar sınıf mücadelesinde kara bir leke olarak tarihe geçecek olaylardır. İşçi sınıfının sermayeye karşı vereceği kurtuluş mücadelesinde ekonomik mücadele örgütleri olan sendikalarda, sendika bürokratları, kendi konumlarını kaybetmemek için sermayeyle, onun hükümetiyle ve baskı aygıtlarıyla kol kola girerek işçilere baskı uyguluyor ve tehdit ediyorlar. Çünkü işçileri mücadele edecekleri mücadele arkadaşları olarak değil düzenli aidat ödeyen paramatikler, sendikaları ise rant kapısı olarak görüyorlar. İşçilerin sendikalarından istifa etmesine de kendi işlerini kaybedecekleri kaygısıyla yaklaşıyorlar. Bu kaygılarla sermaye sınıfı ve örgütleriyle de işbirliği yapmaktan gocunmuyorlar.
Konfederasyonlarda, sendikalarda ve hatta şube yöneticilerinde varolan bu bürokratik eğilim ve bunun sonucu hakim olan uzlaşmacı sendikacılık anlayışı ancak tabandan verilecek bir mücadeleyle yok edilebilir. Ne yazık ki işçiler şu an anlamlı bir mücadeleyi yürütebilecek durumda değiller. Çünkü ideolojik donanımdan ve örgütlülükten yoksunlar.
Bu gerçekleri işçi arkadaşlarına gösterecek ve onları örgütleyecek olanlar öncü ve bilinçli işçilerdir. Sabırla ve inatla işçilerin kendi örgütlülükleri olan sendikalarına sahip çıkmaları ve yöneticilerin denetlenmesi için öz örgütlenmeleri gerçekleştirmek için adım atmalıdırlar. Sermayenin ekonomik, siyasal, ideolojik her türden saldırısına karşı kendilerini koruyabilmek için, işçi sınıfının bilimiyle, Marksizmle donanmalı ve işçi arkadaşlarının eğitiminde öncülük etmelidirler.
Sendikalar işçilerin örgütlülükleridir, hangi sendikaya üye olacaklarına işçiler kendi iradeleriyle karar vermelidir. Ve işçiler istedikleri sendikaya geçmek için gerekirse bedel ödemekten de kaçınmazlar. Varolan konfederasyonlar, aralarında pek bir fark olmadığı gibi kendi aralarındaki rekabette işçi sınıfının düşmanı olan sermaye sınıfı üyeleriyle birlikte hareket etmekten de çekinmiyorlar. Konfederasyonlar arasında yürüyen ve bugünlerde ayyuka çıkan bu rekabet her yerde teşhir edilmelidir.
Türkiye’nin her köşesi örgütsüz işyeri ve işçilerle doludur. Sendikalara düşen görev sendikasız işyerlerini örgütleyerek sermaye sınıfına karşı mücadeleyi yükseltmektir. Fakat bugünkü zihniyet değişime uğratılmadığı sürece bunu yapabilmek imkânsızdır. Çok daha fazla sayıda işçi mücadeleye atılmalı ve işyerlerinden yükselen militan tutumla mücadeleci sendikacılık hayata geçirilmelidir. Köhnemiş sendikacılar yerine işçi sınıfının militanları sendika yönetimlerini ele geçirmeli ve işçi tabanı tarafından sürekli bir denetime tâbi tutulmalıdır. İşçi sınıfı ancak bu şekilde sendikalarını yeniden mücadeleci sınıf örgütleri haline getirebilir. Aksi takdirde sendika bürokrasisi ihanet rolünü yerine getirmenin önünde hiçbir engel görmeyecektir.
link: Aslı Ceren, Türk-İş ile Hak-İş Arasında Kayıkçı Dövüşü, 10 Ağustos 2004, https://marksist.net/node/835
Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Tayin Hakkı Engellenemez
NATO Zirvesinin Ardından