Kapitalist sistem öncesindeki çeşitli sömürü biçimlerine dayalı devletlerde sınıflı toplumların doğası gereği eşitsizlikler vardı. Kapitalizmin henüz merkantilist döneminde ticari sermaye gözlerini deniz aşırı coğrafyalardaki topraklara dikmiş, ucuz hammadde, altın, gümüş ve köle elde etmek, kolay zenginlik ve servet biriktirmek uğruna sömürgeci fetih savaşlarına çıkmıştır. Fethedilen topraklar metropol ülkelerin sömürgeleri haline getirilmiş ve fetih gerçekleştiren ülkenin vatandaşlarının bir kısmı (fazlalık olarak görülen nüfus, suçlular, mahkûmlar vb.) bu topraklara yerleştirilmiştir.
Kıta Avrupa’sında gözlerini açan kapitalizm yeni kaynaklar bulup el koyma amacıyla dünyanın birçok coğrafyasına seferler düzenleyerek yayılmıştır. Bu sömürgeci yayılma dönemi içerisinde farklı coğrafyalarda daha geri düzeyde bir yaşam sürdüren toplumlar soykırımlara varacak ölçüde zulme uğramışlardır. 16. yüzyılın başlarında Avrupa’da metal aletlerden yapılma silahlarla kuşanmış, zırhlı, çoğu paralı askerlerden oluşan ordulara sahip sömürgeci imparatorluklar varken, fethetmeye giriştikleri Orta ve Güney Amerika’da yaşayan İnkalar, Aztekler, Mayalar gibi yerli topluluklar taştan yapılma aletlerle savaşıyorlardı.
Gelişim düzeyleri arasındaki bu denli derin farklılıklar, köleciliği meşrulaştırmak amacıyla Batı’nın ırkçı ideologlarının öne sürdüğü üzere, ırksal ve genetik farklılıklardan kaynaklanmıyordu. Fethedenler daha üstün bir ırkı, fethedilenler ise daha aşağı bir ırkı temsil ediyor değillerdi. Yani fethedilenler, daha baştan aşağılanmayı, insan yerine konmamayı, köle sayılmayı hak eden makus bir kaderle doğmamışlardı. Farklılığın kökeninde, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan toplulukların farklı maddi koşullarla çevrelenmiş olması ve buna dayalı bir gelişim yolu tutturabilmiş olmaları yatıyordu. Bu maddi koşullar farklı iklim ve doğa koşulları ile coğrafi farklılıklar olarak özetlenebilir. Elverişli bir iklim, toprakların verimliliği, su kaynaklarının mevcudiyeti ve yapısı, ormanlar ve bitki örtüsü, ıslah edilebilir bitkilerle evcilleştirilebilir hayvanların çeşidinin ve sayısının çokluğu, madenlerin varlığı ve kolaylıkla ulaşılabilir oluşu gibi birçok faktör, farklı insan topluluklarının farklı gelişim yolları izlemesine ya da aynı gelişim yolu üzerinde farklı gelişkinlik düzeylerine ulaşmasında temel rol oynamıştır.
Amerika’nın fethi ve yerli halkların “gözyaşı izleri”
Yapılan araştırmalar Amerika kıtasına ilk insanların son buzul çağının ardından, en az 13 bin yıl önce Sibirya üzerinden geldiklerini gösteriyor. Amerika’nın ilk yerlileri olarak kabul edilen Paleo-Kızılderililer buzulla kaplanmayan nehir bölgelerinden güneye doğru ilerlemişler ve buzul çağının da son bulmasıyla kıtanın her yerine hızla dağılmışlardı. Kuzey Amerika kıtasında avcılıkta uzmanlaşan kabileler, buna ek olarak toplayıcılık ve bahçe tarımıyla birlikte, ilkel komünal topluluklar olarak varlıklarını en az 11 bin yıl boyunca sürdürdüler. Kazı çalışmaları sonucu ulaşılan bulgular, 11 bin yıl önce Clovis taşından üretilen sivri uçlu alet ve çekiçleri kullanan ufak topluluklar halinde yaşayan klanların varlığına işaret ediyor. Süreç içerisinde birleşip büyüyerek kabileler federasyonları oluşturan bu topluluklar, Batılı fatihlerle karşılaştıklarında, askeri şeflikler düzeyine kadar ilerlemiş bir toplumsal örgütlülüğe sahip, sınıfsız, devletsiz, komünal topluluklardı.
Daha sıcak güneye doğru inenler ise mısır üretimi sayesinde yerleşik hayata dayalı tarım toplulukları oluşturmuşlar ve süreç içerisinde bunların üzerinde yükselen Asyatik devlet ve uygarlıklar ortaya çıkmıştı. Bu toplumlar sınıflı ve sömürülü toplumlar olmasına rağmen toprakta özel mülkiyet yoktu. Tüm topraklar devlete aitti.
Özetle, Avrupalıların Amerika kıtasını yanlışlıkla “keşfetmeleri”ne kadar, kıtanın bazı bölgelerinde bu tür uygarlıklar, farklı bölgelerde ise birbirlerinden bağımsız kabile hayatı süren ve komün yapısı bozulmayan topluluklar yaşamaktaydı.
Amerika’nın fethine kapıyı açan olay, 1492 yılında İspanya’ya ait üç gemilik bir filoya kaptanlık eden Kristof Kolomb tarafından günümüzde Bahamalar’ın bir parçası olan Guanahani adasına ayak basması olmuştur. Buradaki yerli halk ilk defa beyaz adamlarla karşılaşmış, daha sonra başlarına geleceklerden habersiz bir şekilde ziyaretçileri sevinçle karşılamışlardır. Kolomb Amerika kıtasına geldiğinden habersiz, kendisinin uzak doğuda Hint adalarından birini keşfettiğini düşünmüştür. Bu yüzden yerli halkı tanımlarken İndios yani Hintli tabirini kullanmıştır. Kolomb ilk seferi haricinde Güney Amerika ve Orta Amerika kıyılarına üç sefer daha yapmış, bir koloni kurmuş ve oraya İspanya valisi olarak atanmıştır. Vali olarak atandığı yıllar yerli halka vahşeti yaşatmış ve birçok katliamın azmettiricisi olmuştur.
Amerika kıtasının verimli toprakları, köle olarak kullanılabilecek yerli topluluklar ve yeni sömürülecek kaynaklar için Avrupalı devletler Amerika kıtasına birçok sefer düzenlemişlerdir. İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda gibi güçlü devletler Amerika’nın kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar birçok bölgesine yaptıkları seferler sonucu koloniler kurmuşlardır. Kolonilere yerleşimci olarak gönderilenler, yoksullar, daha önce suça bulaşmış ve kaybedecek bir şeyi olmayanlar arasından seçiliyorlardı. Cennet olarak sunulan yeni yerleşim yerine, çoğu zaman gemiye bilet almaya gücü yetmeyen fakat bunun karşılığında köle olarak belirli zaman çalışacaklar da gönderiliyordu. Böylelikle geri dönme ihtimali ortadan kalkmış, yerli halka karşı istilacı bir tutum sergileyen bir güruh yaratılmış oluyordu. İlk yapılan çıkartmalarda büyük direnişler görmeyen koloniciler sonraları kendilerine karşı örgütlü büyük direnişlerle karşılaşmaya başlamışlardı. Avrupalılarla yerel halkın ilk büyük karşılıklı savaşı 1592’de Peru’da İnka İmparatoru Ataphualpa ile İspanyol fatih Pizarro arasında gerçekleşecekti. “Cajamarca çarpışmasında 168 İspanyol, sayıları kendilerininkinin 500 katını bulan Amerikan yerlilerini yere sermiş, binlerce yerliyi öldürürken tek bir kayıp bile vermemişti.”[1]Avrupalıların çelikten yapılma toplarının sağır edici gürültüsü ve düştüğü yerde açtıkları koca deliklere karşılık İnkalar taş ve sopadan yapılma mızrak ve oklarla savaşıyorlardı. Bu dehşet verici eşitsizliğin yanı sıra Avrupalıların yanlarında getirdikleri hastalıklar (çiçek, kızamık, tifüs vb.) bağışıksız bedenlerde çok çabuk yayılıyor, toplu kıyımlara yol açıyordu. “Avrupalılarla gelen hastalıklar Avrupalıların kendilerinden çok önce kabileden kabileye bütün Amerika kıtalarına yayılmış, Kolomb öncesi dönemdeki Amerika’nın yerli nüfusunun, hesaplamalara göre %95’inin ölümüne yol açmıştı.”[2]
Hastalıklardan kurtulanlar da beyaz adamın sonu gelmez vahşetiyle yüz yüze kalmışlardır. Avrupa kıtasındaki sanayileşme atılımları, kolonyalist politikaları da körüklemiştir. Sömürgeleştirilen topraklarda sadece yerli halk ile değil, büyük devletlerin kolonileri arasında da büyük savaşlar çıkmıştır.
Kuzey Amerika’da yaşanan soykırımlar da Güney ve Orta Amerika’dakileri aratmamıştır. Orta ve Güney Amerika’dan Avrupa’ya akan altın, gümüş ve değerli madenler, kanla lekelenen ilk sermaye birikiminin oluşumuna ve böylelikle de kapitalizmin atılım yaparak gelişimine yol açmıştır. Kuzey Amerika’daki katliam ve soykırım ise ABD kapitalizminin atılımı ve kıtanın zengin kaynaklarının yağmalanması için gerekli zemini hazırlamıştır.
1776’da bugünkü ABD eyaletlerinden 13’ü siyasal bağımsızlıklarını ilan etmek için bir araya gelmiş ve bir bağımsızlık bildirisi yayınlamıştır. 1775 ile 1785 yılları arasında İngiltere’yle savaşmış ve onu mağlup etmişlerdir. Amerikalı beyaz adamlar “özgürlüklerine kavuşurken”, bu yıllar yerli halklar için tam bir kahır ve zül ile geçmiştir. Yerli halk asimilasyon politikalarına maruz kalmış, yerlerinden yurtlarından edilmiş, aşağılanmış ve yok edilmeye çalışılmıştır. Beyaz adamın kıtaya ayak basmasından üç yüz yıl sonra ormanlar yok olmaya, bitki örtüsü değişmeye, kuşlar, balıklar yok edilmeye, dereler çamur akmaya başlamıştır. Yerli halka göre beyaz adam ormandan, hayvandan, topraktan, sudan ve havadan nefret ediyordu. ABD’nin kuruluşunu izleyen yıllarda beyaz adamın yerli halka nefreti dinmemiş ve nefret suçları işlenmeye devam etmiştir. Yerlileri bulundukları verimli topraklardan sürgün edip çorak arazilerin içlerine doğru itmişlerdir. “1838 sonbaharında, general Winfielde Scott’un askerleri Cherokee’leri kuşattılar ve hepsini kamplara topladılar. (Bunlardan birkaç yüzü Dumanlı Dağlara kaçmayı başardı ve yıllar sonra kendilerine Kuzey Carolina’da küçük bir yer verildi.) Cherokee’ler ilkin alındıkları toplama kamplarından batıya, Kızılderili Bölgesine doğru yola çıkarıldılar. Bu uzun kış göçü sırasında her dört Cherokee’den biri ya soğuktan, ya açlıktan ya da hastalıktan öldü. Bu yürüyüşe «gözyaşı izleri» adını verdiler. Aynı zamanda Choctaw’lar, Chiskasaw’lar, Creek’ler, Seminole’lerin, Miami’lerin, Ottawa’ların, Huron’ların, Deleware’lerin ve bir zamanlar güçlü olan birçok kabilenin son kalıntıları da, kırık dökük eşyalarını, paslanmış tarım araçlarını ve tohum torbalarını yanlarına alarak kimi yayan, kimi at sırtında, kimi arabayla Mississippi’nin ötesine geçtiler. Onurlu ve Özgür Ovalık Kızılderililerinin ülkesine göçmenler, yoksul soydaşlar olarak vardılar.”[3]
Beyaz adam, hâlâ tarım ve hayvancılıkla yaşamlarını sürdüren yerlileri yıldırmak için hayvanlarına el koyup aç bırakarak terbiye etmeye çalışmıştır. Örneğin, general Carleton ile Navaho’lar arasındaki çatışmada general askerlerine yerlilerin hayvanlarını ölü ya da diri getirmeleri karşılığında 5 dolar ödül koymuştu. “Askerlerin aylığı yirmi dolardan az olduğundan bu ödül önerisi onları gerçekten şevklendirdi; hatta bazıları işi Navaho’ları öldürüp getirmeye kadar vardırdılar. Savaşçı yeteneklerini ispatlamak için, Navaho’ların kırmızı iple bağladıkları saç topuzlarını kesmeye bile başladılar. Navaho’lar, İspanyolların başlattığı barbarca bir alışkanlık olarak gördükleri kafa derisi yüzmeyi Kit Carson’ın salık verebileceğine inanmıyorlardı. (Kafa derisi yüzmeyi Yeni Dünya’ya Avrupalılar getirmemiş olabilir; ama İspanyol, Fransız, Hollandalı ve İngiliz koloniciler düşmanlarının kafa derilerine ödüller koyarak bu alışkanlığı yaygınlaştırmıştırlar.)”[4]
Kara altın ve bitmeyen zulüm
ABD İç Savaşına (1861-1865) kadar gelinen süreçte ve sonrasında da yerlilerle beyaz adam arasındaki çatışmalar hız kesmeden devam etmiştir. Özellikle yerli halk sanayileşen Kuzey bölgelerinden sürülüp daha çok Afrika’dan getirilip köleleştirilen siyahlarla yürütülen tarımsal faaliyetlerin sürdüğü Güney bölgelerine yerleştirilmiştir.
20. yüzyılın başlarına girildiğinde Amerikan yerlileri nüfusça çok azalmış, birçoğu topraklarından sürülmüş ve asimilasyona uğratılmıştı. Kaderin bir cilvesi olarak Osage yerli halkının Kansas’tan sürüldüğü Oklahoma topraklarında petrol çıkmıştı. Arsa hakları Kızılderililer arasında dağıtılmış ve kolektif olarak maden hakkı kazanmışlardı. 400 milyon dolarlık bir pastanın paylaşılması söz konusu olduğundan beyaz egemenler hız kesmeden bölgeye ve yerli halka özel bir ilgi göstermişlerdi. Kara altının gaspı için düğmeye basılmış, tam bir “korku krallığı” kurulmuştu. Osage halkına karşı seri cinayetler başlamış, 1918’den 1931’e kadar 60 Osage’lı öldürülmüştü. Cinayetlerin artması sonucu FBI’ın da kuruluşunu tetikleyen Soruşturma Bürosu bölgede ajanlarıyla çalışma başlatmıştı. O güne dek kısmen komün hayatı yaşayan ve eski geleneklerini sürdüren Osage’ler de bir kez daha kapitalist açgözlülükten nasiplerine düşeni almışlardı.[5]
Kapitalizm insan, doğa ve canlılar yerine kâra odaklanmış bir sistemdir. Sermayenin yegâne isteği yayılarak büyümek ve daha fazla büyümektir. Kapitalizm öncesi toplumlar eşitsiz bir şekilde gelişmekte idi fakat bir dünya sistemi olarak kapitalizm aynı zamanda bileşik bir gelişim çizgisi de yaratmış oldu. Kapitalizm, emperyalizm aşamasıyla birlikte toplumların gelişim derecelerini de geçmişe kıyasla daha benzer hale getirdi. Buna rağmen eşitsizler arasında yeni eşitsizlikler doğurmaya da devam etti. Kendi bekasını korumak uğruna insanlığa savaşlarla, açlıkla, doğanın talanıyla büyük acılar yaşattı ve yaşatmaya da devam ediyor.
Kapitalist sistemi yıkıp sınıflı toplumları tarihin çöp sepetine atacak güç ayağa kalktığında, tüm insanlar ortak vatanları dünyada huzur, bolluk, bereket içinde yaşayacaktır. Yerli bir kabile reisi Joseph’in dediği gibi, “toprak yaratıldığında üstünde sınır çizgileri yoktu, onu bölmek insanlara düşmez”.
link: Metin Güral, Katledilen Amerika Halkları, 26 Mart 2024, https://marksist.net/node/8225
Zor Günler Örgütlü Mücadeleyle Aşılır!
Bu Dumanı Ancak İşçi Sınıfının Örgütlü Hareketi Dağıtır