Geçtiğimiz Temmuz ayında Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünün 12. baskısının güncel hali, online olarak yayınlandı. Yayınlandıktan kısa bir süre sonra kimi sözcüklerin yazım şeklinin değiştiği, kimi cinsiyetçi sözcüklerin sözlükten çıkarıldığı, kimilerinin ise yeni tanımlarıyla birlikte eklendiği görüldü. Çıkarılanlar[1] genel olarak olumlu karşılandı fakat yeni eklenen bir sözcük var ki, bu sözcük milliyetçi muhalif cenahtan kimilerinin sinir uçlarını titretti: “Türkiyeli!” Sosyal medya üzerinden, çeşitli milliyetçi tepkiler ve itirazlarla birlikte TDK konuyu fazla dallandırıp budaklandırmadan hemen devreye girdi ve bu durumdan kendisinden önceki yönetimin sorumlu olduğu açıklamasını da yanına ekleyerek, sözcüğü tanımıyla birlikte sözlükten kaldırdı. Bunun yanı sıra sözlüğün baskısının satışı da durduruldu. Böylece her türlü toplumsal soruna karşı tepkisini sınırlı bir alana hapseden burjuva muhalif cenah, toplumu ayrıştırmaya hizmet eden “dik” duruşuyla, “önemli bir şey başarmış” oldu ve bununla gururlandı.
Muhalefetin milliyetçi duygularının basıncı sonucu, genel olarak dilin alışık olduğu böylesi bir sözcüğün kaldırılması biraz tuhaf kaçabilir. Ancak koparılan vaveyla tuhaf, anlamsız ve gerici de olsa sözcüğün TDK’daki tanımına baktığımızda milliyetçi, devletçi reflekslerin niçin devreye girdiğini görebiliriz. TDK sözlüğündeki “Türkiyeli” tanımı şöyle idi: “Türkiye’de yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse.” Bu kelimeden rahatsızlığın asıl sebebi elbette yurttaşlığı belli bir soya, bir kavmin adına, yani “Türk”e birebir bağlamıyor olması ve Kürtlerin “çözüm süreci” olarak anılan dönemdeki yeni anayasa tartışmalarında vatandaşlık tanımında bu kavramın kullanılmasını istemeleridir. Bu nedenle tepkileri “çığ gibi” büyüyen fakat Erdoğan rejimine karşı da önüne en ufak demokratik mücadeleyi bile koyamayan korkak muhalefet, konu milliyetçilik, ırkçılık meselesine geldiğinde mangalda kül bırakmayıp “Türkiyeli yok, Türk var” diyebiliyor. Yani milliyetçi devletçi bakış açısı öyle bir ideolojik körlük yaratıyor ki bir anda ilginç bir şekilde “Türk” ile “Türkiyeli” sözcükleri birbirine düşman olabiliyor.
Bazı sözcükler gerçek anlamından ziyade içinde bulunulan siyasal atmosfere göre çeşitli politik anlamlara işaret edebilirler. İşte o zaman tek bir harf değişikliğinin bile farklı politik sonuçları olabilir. Bu bağlamda Türkiyeli sözcüğü, Kürt ve Türk halklarının birliğine katkı sağlarken, milliyetçi burjuva muhalefetin korkuları aksi yönde depreşebiliyor. Milliyetçi kesimin, belli miktarda olsa bile birleştirici anlam içeren “Türkiyeli” sözcüğüne saldırması, gerçekte ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı atmosfere kimin hizmet ettiğini açık bir biçimde gösteriyor.
Aslında burjuva muhalefet seçim sürecinde bir taraftan Erdoğan rejimine karşı değişimi savunanları Halil İbrahim sofrasına çağırmıştı fakat diğer taraftan kimilerini de sofraya zinhar oturtmadan, uzağından seyretmelerini arzulamıştı. Sözde birleştirici bir hava estirmeye çalıştılar ama sıra Kürtlere geldiğinde rejimle milliyetçilik yarışına girerek el yükselttiler. İkinci turda göçmen ve Kürt düşmanı ırkçıları da sofraya dâhil ettiler ve beraberce değişim isteyen kitleleri milliyetçilik temelinde daha fazla zehirlemeye koyuldular.
Sonuç olarak farklı burjuva muhalefet kesimlerinin, Kürt sorununu demokratik tarzda çözmeye niyetlerinin olmadığı görüldü. “Türkiyeli” sözcüğüne bile tahammül edememek zihinlerinin nasıl çalıştığını gösteriyor zaten. Peki, “Türkiyeli” kavramı tarihte ilk defa mı kullanılıyor da, bu devletçi, milliyetçi zihinler hastalıklı bir şekilde feveran ediyorlar? Şimdi bu sözcüğün TC’nin kuruluşu öncesi ve sonrasında bizzat egemen yöneticiler tarafından da hangi süreçte kullanıldığına ve hangi süreçte tedavülden kaldırıldığına bakalım.
“Türk” ve “Türkiyeli” sözcüğünün geçmişi
Kapitalizmin henüz gelişmediği Osmanlı’nın son dönemine kadar, farklı milletlerden gelen topluluklar; Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Boşnak gibi etnik kimlikler üzerinden değil Müslüman, Hıristiyan, Musevi vb. dinsel kimlikler üzerinden tanımlanıyordu. Zaten “millet” kavramı da etnik değil dinsel bir anlam taşıyordu[2] ve Osmanlı içinde “millet-i hâkime” olan Müslümanlardı. Osmanlı merkezi otoritesi içinde Türk kavramı Türkmen aşiretlerini, göçerleri tanımlamak için kullanılırken, aynı zamanda içinde sınıfsal bir ayrım da taşıyordu. Şöyle ki, farklı etnik kökenlerden gelen Osmanlı egemen sınıfı ve bu egemen sınıfın perspektifinden bakan dönemin tarihçileri, Türkmenleri aşağılamak için Türk sözcüğünü kaba, cahil, köylü, etrak-ı bi idrak gibi nitelendirmelerle birlikte kullanıyordu.
1789 Fransız Devriminin de etkisiyle 19. yüzyılda milliyetçilik akımları tüm Avrupa’ya yayıldı ve burjuvazi pazar hâkimiyetini sağlamak ve egemenliğini tesis etmek için ulus-devletler yarattı. 19. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Avrupa’ya özellikle askeri alanda tahsil görmeleri için gönderilen genç Osmanlı subayları milliyetçilik akımlarından etkilenmişti. Bir ideoloji olarak milliyetçilikten etkilenen Osmanlı aydınları Avrupa’daki kimi Türkologların da etkisiyle “Türklük” konusuna odaklanan çeşitli çeviriler yapmaya, kitaplar yazmaya başladılar ve bu temelde bir ulus-devlet ideolojisi yaratmaya giriştiler.
Tabii bu dönemde bir taraftan İmparatorluk içinde yer alan farklı milletleri bir arada tutmak için çeşitli formüller düşünülüyorken diğer taraftan var olanı korumak adına Türkçülük ideolojisini geliştirmeye devam ediyorlardı. O dönemde ortaya atılan Üç Tarz-ı Siyaset (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) içinde Türkçülük ideolojisi hâkim olmaya başlıyordu. Jön Türkler ile başlayan Türkçülük fikri İttihat ve Terakki kadroları tarafından geliştirilip kurumsallaştırıldı. Türklük kavramı özellikle 1912 Balkan Savaşları sonrasında tercih edilen milliyetçi bir düşünce oldu. Balkan Savaşları dönemi Osmanlı despotik devleti için o kadar yıkıcı olmuştur ki dağılma-parçalanma korkusu bir paranoya olarak günümüze kadar gelmiştir. Hatta o döneme dair söylenen meşhur bir söz vardır: “Balkan Savaşına Osmanlı olarak girdiler, Türk olarak çıktılar.”
İşte o zamana kadar farklı milletleri İmparatorluk çatısı altında tutan Osmanlı askeri bürokrasisi, kurtuluşu yeni bir kimlik olarak seçtiği Türklükte bulur. Birinci Dünya Savaşını fırsat bilerek de gayrimüslimleri temizlemeye, geriye kalanları ise Türk kimliği altında asimile etmeye koyulur. 1915’li yıllarda İttihat-Terakki hükümeti, Müslüman olup da aynı etnik kökene sahip olmayanları bir arada tutabilmek adına, ilk defa “Türkiyeli” tanımını kullanmaya başlar.[3]Kemalist kadrolar da kelimenin birleştirici özelliğinden yararlanıp Milli Mücadele döneminde “Türkiyeli, Türkiyeliler” gibi ifadeleri kullanmayı sürdürürler. Böylece kendi egemenliklerini kurana kadar Türkiye halklarının ağırlıkta Müslüman olan kesiminin desteğini arkalarına alırlar.
Milli Mücadele döneminde “Türkiye halkı” gibi ifadeler birçok kez kullanılmıştır. 1921 Anayasasında birçok kurum, kuruluş “Türk” yerine “Türkiye” ibaresiyle ifade edilmiştir. Dönemin çeşitli milletvekilleri ve bakanlarının 1921’in birinci TBMM tutanaklarında geçen ifadeleri şöyle: “Sekizinci maddedeki Osmanlı kelimesi yerine «Her Türkiyeli» kelimesinin ikamesini teklif ederiz.” (Emin Şükrü–Bursa Milletvekili). “Fransa milletine ne diyorlar? Fransalı. Türkiyeli denince her millet dâhildir. Türkiye tâbiiyetini haiz olan her kimse Türkiyelidir.” (Hüseyin Avni B.–Erzurum Milletvekili).[4]Yine bir dönem “Türkiyeli” ifadesini pek sık kullanan ve sonradan ırkçı kimliğe bürünen Mahmut Esat Bozkurt, alkışlarla geçen Meclis konuşmasını şöyle devam ettiriyor: “Burada kürsü-i millette yegâne söz sahibi Türk ve Kürt olacaktır.” Aynı Mahmut Esat Bozkurt 1930’larda Kürtlere karşı ırkçı anlayışını şöyle dile getirmiştir: “Bu ülkede sadece Türk vardır, gerisinin sadece hizmet etme hakkı, köle olma hakkı vardır.” İşte Kemalizmin ırkçılığa vardığı son nokta! 1921 Anayasasında Türk ifadesi hiç geçmezken 1924 Anayasasından itibaren Türk ifadesi geçmeye başlar ve bundan sonra yazılı ve sözlü metinlerde yaygınlaşarak artmaya başlar. 1961 Anayasasının maddelerinin içeriğinde daha çok kullanılırken, 1982 Anayasasında en gerici haline kavuşur.
Mustafa Kemal’in farklı dönemlerde kullandığı Türk-Türkiye ifadelerine bakacak olursak, 1924 Anayasasının öncesinde bizzat sözlü ya da yazılı açıklamalarında Türk ordusu yerine Türkiye ordusu, Türk milleti yerine Türkiye milleti, Türk devleti yerine Türkiye devleti, Türk halkı yerine Türkiyeli halk, Türk hükümeti yerine ise Türkiye hükümeti ifadelerini kullanmıştır.[5]Cumhuriyet kurulmadan önce Türkiyeli kavramını kullanırken, cumhuriyet sonrasında Türk kavramını kullanmaya başlar. Sonuç olarak Mustafa Kemal iktidarını sağlama aldıktan sonra çoklu kimlikleri yok saymaya koyulmuştur.
Türkiye’de ırkçılığın kendini göstermesi 1930’lu yıllarda Alman faşizminin yükselişe geçmesiyle başlamıştı. O dönemde “Türk milleti” yerine kan esasına bağlı “Türk soyu” ve “Türk ırkı” gibi söylemler yaygınlaşmıştı.[6]Artık 1924 Anayasasının 88. maddesindeki vatandaşlık tanımında geçen “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” ifadesi de yeterli gelmiyordu Kemalist rejime. Oysa 1930’lara gelinceye kadar, Türk kimliğini dayatırken bile bir etnik unsur olarak değil coğrafi ve siyasi aidiyet olarak tanımladıklarını söylüyorlardı. Sözde herkesi Türk ilan etmişlerdi ama gerçekte Türk olmayanların devletin önemli kademelerinde yer almalarını da engellemişlerdi. Sonuç olarak Avrupa’da faşizmin tavan yaptığı 1930’lu yıllarda, bir taraftan Türkün bir ırkı, kökeni olduğunu savunurlarken, diğer taraftan bu söylemlerine bir dayanak noktası bulmak için Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi gibi uyduruk tezler üretmişlerdi.
Milliyetçi-tekçi zihniyetin çelişkili hali
Kemalist rejimin tepeden dayattığı tek kimlikli ulus devlet anlayışı, diğer etnik unsurları yok sayarak, Türk kimliği üzerinden kendisini var etti. Kürt sorunu konusundaki milliyetçi tepkilerin de üreticisi ve dayanağı bu anlayıştır. TC ve Kürt siyasal hareketi arasındaki çeşitli diyalog dönemlerinde, anayasadaki vatandaşlık tanımlarının nasıl olması gerektiği konusu hep tartışma konusu olmuştur. Hatırlanacak olursa AKP’nin iktidara geldiği 2000’li yılların başında AB’ye uyum yasaları çerçevesinde ulus/millet ve vatandaşlık tanımlamaları gündem edildi. Kimi liberal aydınlar tarafından “Türk” yerine “Türkiyeli” sözcüğünün kullanılması önerildi ve tartışıldı. Bu dönemde de yine asker ve sivil bürokrasi “Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü” söylemini tutturmaya başladı. “Kürt açılımı” ve “çözüm süreci” dönemlerinde tartışılmaya devam edilen Türkiyelilik kavramı, AKP’nin 2015’te tek başına iktidar olamayıp faşist tırmanış sürecine girmesi ve MHP’yle ittifak yapmasıyla birlikte yeniden öcü haline getirildi. Bu dönemden sonra milliyetçi burjuva muhalefetinden faşist iktidarına kadar herkes bu sözcüğü “bölücülük”le özdeşleştirmekte birleşti. Oysaki bu sözcük Türkiye’de ve uluslararası arenada yazılı ve sözlü olarak zaten kullanılıyor. Dilbilimci Necmiye Alpay ise sözcüğün tarihselliğinden bağımsız olarak şöyle diyor: “Belli süre sonra ihtiyaç anlamında yeni kelimeler sözlüğe girebilir. Demek ki bu dili konuşanlar «Türkiyeli» gibi bir sözcüğe ihtiyaç duymuşlar. O kelimenin anlattığı anlama ihtiyaç olmuş ki dile girmiş, kullanımı yaygınlaşmış. Bu tarz sözcüklerin belli bir kullanıma ulaştıktan sonra sözlüklere dâhil edilmesi normaldir. Türkiye’de ne yazık ki dil meseleleri dar anlamda siyasallaşmış durumda. Tartışma da buradan çıkıyor. Oysa dilbilimin dillerle ilgili temel çalışma ilkeleri belirleyici olmalıdır.”
TDK, bu devletin ideolojik kurumlarından biridir. Dolayısıyla kimi sözcüklerin gerçek anlamı devletin ideolojik bakış açısına hizmet etmiyorsa, o kelimenin anlamını değiştirebilir ya da kelimeyi toptan kaldırabilirler. Mesela Gezi direnişinde dönemin başbakanı Erdoğan sokağa çıkan kitlelere çapulcu demişti. Daha sonra bu sözcüğün gerçek tanımı hedef gösterdikleri kitleyi tam olarak tarif etmediği için, sözlükte bu maddeyi “düzen bozan, düzene aykırı davranışlarda bulunan” şeklinde değiştirmişlerdi.[7]
Öte yandan TDK’nın sözlüğünden “Türkiyeli” sözcüğü tanımıyla birlikte kaldırıldı, ancak sözlükte yer alan diğer ülkeler için benzer sözcükler ve aynı tanım kullanılıyor. Meselâ Almanyalı, Japonyalı, İngiltereli, Çinli, Rusyalı, Suriyeli, İranlı, Arabistanlı vs. gibi sözcükler aratıldığında “Türkiyeli” tanımına benzer açıklamalar yapılıyor. Örnek olarak Almanyalı için “Almanya’da yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse” gibi benzer açıklamalar yazılıyor. Türkiyeli aratıldığında ise “bu söz bulunamadı” diye bir açıklama çıkıyor. Aslında Türkiye’de Türkten başka halk yaşamıyor olsaydı bu ulusalcı kafalar “Türkiyeli” sözcüğünden rahatsız olmayacaklardı. İşte bu durum gerçeğin inatçı duruşu karşısında tekçi zihniyetin çelişkili ruh halidir. Bir yerden saklamaya, toprağın altına sokmaya çalışırlar gerçeği ama o gerçekler başka bir yerde, başka bir zamanda tekrar karşılarına çıkar.
Türkiyeli kelimesi köken olarak bakıldığında aslında tek bir etnik unsur olan Türkleri içeriyor gibi. Fakat buna rağmen Kürtler, beraber yaşamak adına bir adım atıp bu sözcüğü genel vatandaşlık tanımı diye kabul ediyor. Ancak kendini üstün gören ırkçı zihniyet Türkiyeli kavramını reddediyor. Azınlıklar üzerine birçok çalışma yürüten Prof. Baskın Oran, bu noktada asıl bölücülük yapanın Türkiyeli kavramına karşı çıkanlar olduğunu söylüyor. Tarihçi profesör İlber Ortaylı’nın söylemlerini eleştirerek şöyle diyor: “«Ben Türkiyeli değilim, Türküm» diyen profesörler var. Objektif kimlik, sübjektif kimlik tanımından haberleri olmadığı anlaşılıyor. Objektif kimlik, insanın anasından çıktığında gelen kimliktir. Sübjektif ise insanın aklı erince, kendi seçtiği kimliktir. Sanki insanlara «Türksün» veya «Türk değilsin» diyorlar. «Ben Türküm» dediğin anda başkasının çıkıp «Ben Kürdüm» deme hakkı doğar. Onun için söylenmesi gereken «ben Türküm» demek değildir. «Ben Türkiyeli bir Türküm» demektir. Bunun sonucu olarak Kürtler de «Ben Türkiyeli bir Kürdüm» diyeceklerdir. İşte, bütünleşme bundan ibarettir. «Ben Türkiyeli değilim Türküm» demek bölücülüktür. Bulgaristan’da yüz binlerce Türk var. Bunlara Bulgar mı diyeceğiz yoksa Bulgaristanlı Türk mü? 120.000 Batı Trakyalıya Yunan mı diyeceğiz yoksa Yunanistanlı Türk mü?”
Tarihle ilgilenen gazeteci Murat Bardakçı ise “Türkiyeli” ifadesini ilk defa duymuş gibi “saçmalık” diyebiliyor. Kendisine “Türkiyeli” ifadesi hakkındaki düşüncesi sorulduğunda, “Türkiye’de yaşayan herkes Türk soyundan, Türk ırkından değildir ama Türktür… Ben Türkiyeliyim demek saçma sapan bir şey… Bu çok tehlikeli!” diyor. Türkiye’deki farklı halkların Türklerle eşit konuma gelmesi bu ırkçı düşüncelere sahip olanlara neredeyse karabasanlar gördürüyor. Onların zihin yapısına göre bu tarz düşünceler üniter devlet ve “Türk milletinin bölünmez bütünlüğü”ne zarar veriyor.
Milliyetçi bakış açısı insanı, gerçeği inkâra ve manipüle etmeye götürür. Bu düşünce biçimi özü itibariyle başkalarını hakir görür. Geniş entelektüel birikime, bilgiye sahip olmak doğru bakış açısına sahip olmak için yeterli değildir. Mesela demokrat mısınız değil misiniz? Ezenin yanında mısınız, ezilenin yanında mı? Bu yaklaşımlar en sıradan demokratik sorunların çözümü için önemli kıstaslardır. Seçim sürecinde de görüldüğü gibi toplumun kanayan bir yarası olan Kürt sorununa az da olsa demokratik bir çözüm önerisi bile hazırlanan mutabakat metinlerine giremedi. Zaten 6’lı masanın ana gövdesini oluşturanlar Kürt sorununa klasik Kemalist-despotik devletin aklıyla bakıyorlardı. Kürtlerin demokratik haklarını tanımaya asla yanaşmıyorlardı. Türkiyeli kavramına dahi tahammül edemeyen ya da savunamayan korkak burjuva muhalefetten ne beklenebilir ki?
Elbette Kürt sorunu, bir sözcüğün tanımının olması gereken şekilde kabul edilip edilmemesinin çok ötesinde bir sorundur. Türkiyelilik kavramının kabulü, Kürt sorununun çözümü için sadece bir adımdır ama bu, hâkim despotik-devletçi zihniyet tarafından büyük bir taviz olarak görülüyor. “Maazallah” arkası gelir diye hemen tarihsel bölünme korkuları depreşebiliyor. Ancak Kürt sorunu nicedir uluslararası bir realite olarak ortada durmaktadır. Bu sorun görmezden gelinerek, sağından solundan, uzağından geçilerek atlatılacak bir sorun değildir. Türkiyeli emekçiler ekonomik ve siyasal baskılar açısından zor günler yaşamaktadır ama bu gidişata karşı derinden derine öfkeleri de birikmektedir. Milliyetçilik emekçilerin öfkelerini doğru yere akıtmasının önünde bir engel teşkil etmektedir. Türkiye işçi sınıfının faşist rejime karşı biriken öfkesinin milliyetçilik ağına takılmaması için, bu sorunda enternasyonalist sınıf bilincinin yaygınlaşması gerekiyor. Bu sorunun demokratik temellerde çözümü Kürt emekçilerin olduğu kadar Türk emekçilerin de çıkarınadır.
[1] “Serbest”, “kirli”, “müsait”, “esnaf” sözcüklerinin ikinci, üçüncü, dördüncü anlamlarında cinsiyetçi yaklaşımlar vardı ve bunlar kaldırıldı.
[2] Kerem Dağlı, Milliyetçilik, Irkçılık ve “Türklük” Kavramı, 12 Şubat 2008, marksist.net/node/1706
Ayrıntılı okuma için bkz. Mehmet Sinan, Modernleşen Despotizmin Sivilleşme Sancısı, 1 Ekim 2005, marksist.net/node/258
[3] Baskın Oran, “«Türk» Teriminin Öyküsü”, 21. Yüzyılda Milliyetçilik içinde, İletişim Yay.
[4] Baskın Oran, age
[5] Baskın Oran, age
[6] Bu topraklarda yaşayan halkların kimliksel tanımı sırasıyla şu şekilde oluşturulmuştur: Osmanlı (Müslüman, Hıristiyan, Yahudi), Müslüman milleti, Türkiye milleti, Türk milleti, Türk ırkı (soyu) ve tekrar Türk milleti. TC’nin kuruluşundan önce millet kavramı belli bir dine bağlı olanları tanımlarken, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ulus anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
[7] Zehra Aras, Egemenlerin Kirli Dili, 1 Temmuz 2013, marksist.net/node/3286
link: Fırat Yazgan, Milliyetçilik Hezeyanıyla “Türkiyeli” Tartışması, 18 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8126
Filistin Aynasında Rejimin Sureti