İktidar ve patronlar sınıfı pişkinlikte, emekçilerin aklıyla dalga geçmede sınır tanımazken tek adam rejiminin ekonomi politikalarının etkileri gittikçe daha yıkıcı hale geliyor. Milyonların hayatı her alanda kısıtlanıyor. İktidar temsilcileri “Bizim açta açıkta kimsemiz yok, herkesin karnı çok şükür tok” derken, işçiler açlık sınırı seviyesinde ücretlerle geçinmeye çalışıyor. TÜİK’in rakamlarla oynayarak işsizlik oranının düştüğünü duyurduğu günlerde 78 kişilik iş ilanına 10 binin üzerinde kişi başvuruyor…
Türkiye işçi sınıfının senelerdir içine çekildiği darboğaz gittikçe keskin bir hal almaya başladı. Rejimin toplumda yaratmaya çalıştığı tüm algılara karşın gerçekler kendini en acı şekilde dayatmış durumda. Yüzde 140’ları bulan enflasyon ortamında asgari ücret seviyesinde maaşlarla geçinen emekçilerin alım gücündeki dramatik düşüş nedeniyle nüfusun önemli bir bölümü artık en temel ihtiyaçların bile karşılamakta zorlanıyor. Meyvenin, sebzenin bile taneyle alındığı günleri yaşıyoruz.
Gelinen noktada Türkiye çocuk yoksulluğunda da OECD ülkeleri arasında birinci sıraya yükselmiş durumda. Milyonlarca çocuk yetersiz beslenmeden kaynaklı çeşitli sağlık sorunlarıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bir Aile Sağlığı Merkezinin, ilkokul, ortaokul ve lise çağındaki 6-19 yaş arası 1049 çocuk üzerinde yaptığı araştırmaya göre her dört çocuktan birisi olması gerekenden çok daha düşük kiloda.[1] Düşük kilolu çocuklar aynı zamanda potansiyel kalp hastası durumunda. Bu çocukların içinde kızların yüzde 85,2’sinin, erkeklerin ise yüzde 68,6’sının kansızlıkla mücadele ettiği belirtiliyor. Ortaya çıkan tablonun gelecek kuşakları doğrudan etkileyen sonuçları da var. Örneğin kız çocuklarında görülen yüksek kansızlık düzeyi, ileride gerçekleşme olasılığı artacak anne ve çocuk sağlığı sorunları demek. Nitekim hekimler okul çağında yapılan periyodik taramaların sağlıklı nesillerin yetişmesi için oluşturulacak politikalar açısından yol gösterici olduğunu, çocuklarda gittikçe artan hipertansiyon, kansızlık ve düşük kilo gibi rahatsızlıkların ileriki yaşlardaki halk sağlığı sorunlarının göstergesi olduğunu söylüyorlar.
Öğrenci Veli Derneğinin (Veli-Der) yaptığı bir anket çalışmasında velilerin paylaştığı bilgiler de yoksullaşmanın sonuçlarını ortaya koyuyor.[2] Özellikle son aylarda enflasyonun katlanarak artmasını dikkate alarak hazırlanan “Ani Ekonomik Değişimlerin Öğrencilerimizin Aileleri Üzerindeki Etkilerini Ölçmek” amaçlı çalışmada, velilerin paylaştığı bazı anekdotlar şöyle:
- “Pazar alışverişini ayda bir defa yapıyoruz, yaz ayında dolaba koyduğum veya konserve yaptığım gıdaları tüketiyoruz.”
- “Çocuğuma verdiğim 20 lira harçlık sadece yol parasını karşılıyor. Harçlığı beslenmesine bile yetmiyor.”
- “Çocuklarıma istedikleri hayatı yaşatamıyorum çok üzgünüm. Ayakkabı almam lazım bekletiyorum.”
- “Çocuklarımıza güzelce bakamıyoruz. Paramız yetmiyor. Okula giden çocuklarımız yeterli beslenemiyor. Mecburen okula gönderiyorum, yoksa gönderecek gücüm kalmadı. Liseye giden çocuğum otobüsle gidiyor, en çok o mağdur oluyor, parasını yola verip okulda aç kalıyor. Sürekli yardımlarla geçinmek zorunda kalıyoruz. Her şeyi bir şeylerden kısa kısa yapıyoruz.”
- “Kızım deri kanseri olduğu için ilaç almakta zorlanıyorum.”
- “Çocuklarıma güzel bir hayat veremediğim ve cebine harçlık koyamadığım için utanıyorum. Onların yüzüne bakamıyorum.”…
Bu tablo üniversite çağındaki gençlerimiz için de aynı. Devlet yurtlarının yetersizliği sebebiyle özel yurtlarda kalmak, kiraya çıkmak ya da akrabalarının yanında kalmak zorunda kalan on binlerce genç, kira masrafları, gıda masrafları ve giyim masraflarını bile zor karşılar durumda. Şansı olup devlet yurdunda kalanlar dahi artık yeterli ölçüde beslenme, giyinme ve sosyal hayat olanaklarına sahip değil. Veli-Der’in anket çalışmasında bir üniversite öğrencisinin velisi, “Üniversitede okuyan kızıma para gönderemiyoruz ve yurt çıkmadığı için arkadaşlarında salonda yatmak zorunda kalıyor. Bu hepimizi maddi manevi bunalıma sokuyor, sağlık sorunlarımıza psikolojik sorunlar eklendi ve çok sağlıklı olan üniversitede okuyan kızım psikolojik tedavi görmeye başladı. Okulunda çok başarılı bir öğrenciyken çok büyük bir umutsuzluk içine düştü” diyerek içinden geçtiğimiz süreçte öğrencilerin ve ailelerin durumunu özetliyor.
Seneler içerisinde üniversite burslarının alım gücündeki düşüş ve dahası öğrencilere burs yerine faiziyle geri ödemeli kredi verilmesi; üniversite eğitimi boyunca destekleyici nitelikte olan bursların dahi anlamını yitirmesine sebep olmuş, öğrencileri krediyle gıda alır hale getirmiştir. Altını kalınca çizmemiz gerekir ki emekçi kitlelerin ve evlatlarının yaşadığı bu yoksulluk egemenler sefahat içerisinde yüzerken, zenginliklerine zenginlik katarken gerçekleşiyor. Dolar ve euro kuru fırlamışken yolcu garantili havalimanları, araç garantili otoyollar, tüneller üzerinden semirenler, madenlerle, HES’lerle memleketi talan edenler, milyonlarca işçinin kanıyla ve teriyle büyüyen şirketler bir yanda; yoksulluktan, gıdasızlıktan, sağlıksızlıktan kırılan emekçi kitleler diğer yanda!
Sömürücülerin servet dağları yükselirken, emekçiler için ağırlaşan ekonomik gerçeklik karşısında tüm araştırmalar, tüm veriler aynı tabloyu tekrar tekrar önümüze seriyor. Sağlıklı fiziksel ve zihinsel gelişim için et, süt, yumurta gibi proteinli gıdalarla beslenmesi gereken çocuklarımız artık bu imkânlardan çok uzakta. Öğün atlayarak, aç yatarak en önemlisi tüm fedakârlıklarına rağmen gelecek kaygısı çekerek günlerini geçirmek zorunda kalıyorlar. Bebeklerde dahi mama ile beslenme artık lüks haline gelmiş durumda. Hal böyleyken Erdoğan gençlere, “Ülkemizi, imkânınız olursa dünyayı gezip görmek, farklı kültürleri tanımak için şartlarınızı zorlayın” tavsiyesinde bulunuyor, en ucuz kahvenin fiyatı 20 lira iken, “aromalı kahve eşliğinde karşılıklı sohbet etmenin” öneminden dem vuruyor. Emekçiler yoksullukla savaşırken egemenler halkın aklıyla adeta dalga geçiyorlar.
Çocuklarımız, geleceğimiz, umutlarımız hiç bu kadar zapturapt altına alınmamıştı! Kapitalist sistemin çarklarında çocuklara düşen payı seneler öncesinden haykıran Nâzım Hikmet şöyle diyor “Nikbinlik” şiirinde:
“Hani şimdi bizim soframıza
Haftada bir et gelir
Ve çocuklarımız işten eve
Sapsarı iskelet gelir”
Nâzım Usta bu şiiri belki Türkiye işçi sınıfı için yazmıştı ancak çelişki tüm sistemin bağrında yatıyor ve tüm dünya işçileri aynı gerçekliği yaşıyor. Milyonlarca insan değil haftada, ayda bir bile etin yüzünü zor görüyor. Avrupa’da Derin Çocuk Yoksulluğu Raporu bize bugün dünyadaki 385 milyon çocuğun yani tüm dünya çocuklarının beşte birinin aşırı yoksulluk içerisinde olduğunu söylüyor. Oysa günümüz bilim ve teknolojisiyle tüm dünyada sağlıklı nesillerin yetişmesi için gerekli sosyal, fiziksel imkânlar ve gıda ihtiyacı sağlanabilir durumdadır. Ama kapitalist düzen buna engel oluyor. Yani ortada muazzam bir çelişki ve çarpıklık vardır.
Bu çarpıklığın ana sebebi kapitalizmin adaletsiz işleyişidir. Kapitalist bir devletin ve sermayenin temsilcilerinin işçi sınıfının sorunlarından herhangi birisine kalıcı bir çözüm getirmesi, sistemin doğası gereği mümkün değildir. Bu düzen sürdükçe bir avuç asalak milyarlar içerisinde yüzerken, milyarlarca insan yokluk ve yoksulluk batağına itilmeye devam edecek. Fakat bugün mamaya kilit vuranlar, emekçilerin zihinlerini yapay kutuplaştırmalarla bulandıranlar işçi sınıfı örgütlü gücüyle sahneye çıktığında, çocuklarına, geleceğine sahip çıktığında tarihin çöplüğünü boylayacaklar. O zaman çocuklarımızı yalnızca mamayla, etle, sütle değil umutla, sevdayla, düşle besleyeceğiz. Tüm nimetleri birlikte üretip hep beraber paylaşacağız. İşte o zaman Nâzım Usta’nın dediği gibi bir dünyanın kapılarını aralayacağız:
“İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz.”
link: Engin Yüksel, Çocuklarımız Beslenemiyor, 25 Nisan 2022, https://marksist.net/node/7628
İsyanın Adresi Bu Kez Sri Lanka
Emekçi Kadınlara Travmalar Yaşatan Bu Düzen Yıkılmalı!