“Tayyip Erdoğan 2023’te Cumhurbaşkanı olamadığında hepimizin neler kaybedeceğinin farkındayım. Onun için bizim teşkilatlarımız güçlü olmalı. Yoksa biz hep beraber kül oluruz. Ve biz kül olduğumuzda da hiçbirimiz bir şey olmaz.” Bu sözler AKP Çorum Milletvekili Oğuzhan Kaya’ya ait. AKP’li vekilin endişesi faşist rejimin haletiruhiyesini önemli ölçüde yansıtıyor. Aslında benzeri söylemleri iktidar sözcülerinden sıkça duyduk. Erdoğan’ın kendisi meydanlara çıkıp “biz gidersek ülke yıkılır” mealinden tehditler savurdu. Kendi beka sorunlarını ülkenin beka sorunuymuş gibi algılatma çabası içine girdiler. Ülkede bir beka sorunu olduğu rejimin kalemşorları tarafından bugün de dillendiriliyor. Faşist propagandanın merkezine oturtulan bu söylemle bir taraftan halk korkutulup sindirilmeye çalışılıyor, diğer taraftan ise gemiyi terk etmeye meyleden rejim yardakçılarına gözdağı veriliyor. Erdoğan’ın ve etrafındaki yiyicilerin bekası milletin bekası olarak pazarlanıyor. İktidara ve özellikle Erdoğan’a yöneltilen eleştiriler vatana ihanet olarak suçlanıyor. Öyle ki rejimin fetvacısı olarak bilinen Hayrettin Karaman “iktidara zarar verecekse doğruları söylemek caiz değildir” diyebilecek kadar zıvanadan çıkabiliyor.
Tüm bunlar şüphesiz bir taraftan da rejimin korkusunu yansıtıyor. Oysa rejim bambaşka bir resimle kitlelerin önüne çıkıyor. Selçuklu ve Osmanlı motifleriyle bezeli bu tabloda Erdoğan yedi düvele meydan okuyan bir lider olarak resmediliyor. Kitlelerin algısında cesaret ve kudret timsali bir Erdoğan yaratılmaya çalışılıyor. Her konuşmasında muhalefete dönük açık tehditler savuran, kinle ve nefretle dolu nutuklar çeken Erdoğan, cümle milletin ve ümmetin kurtarıcısı olarak parlatılıyor. İktidar blokunun şefi büyük devletlere “kafa tutma” pozları kesmeyi, icabında “racon kesmeyi” de ihmal etmiyor. Yapılan tornistanları, düzeltilen açıklamaları ve rejimin pinpon topu gibi oradan oraya savrulmasını bir tarafa bırakırsak, Erdoğan “anti-emperyalist” pozlar kesmeye çalışıyor. İçişleri Bakanı Soylu ise bahsi birkaç el daha yükseltti. Geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada Erdoğan’ı coğrafyanın ve insanlığın büyük devrimcisi ilan etti. Ne diyelim akıl zayi olunca dile de saçmalamak düşüyor. Ancak rejimin sözcülerinin saçmalaması da sıradan bir saçmalama olarak görülmemeli. Bütün bu tantananın, saçmalığın ve güç gösterisinin ardında büyük bir korku yatıyor. Nâzım Usta yıllar öncesinden, bu korkuyu ne güzel anlatıyor:
Mussolini çok konuşuyor TARANTA-BABU! Tek başına yapayalnız karanlıklara bırakılmış bir çocuk gibi bağıra bağıra kendi sesiyle uyanarak, korkuyla tutuşup korkuyla yanarak durup dinlenmeden konuşuyor. Mussolini çok konuşuyor TARANTA - BABU çok korktuğu için çok konuşuyor!
İktidarı kaybetmekten korkuyorlar. Sürünün içinde birileri ağlamaya hatta kaçışmaya başladı bile. AKP’li vekilin dediği gibi kaybettiklerinde cayır cayır yanıp kül olmaktan korkuyorlar. Korkuyorlar çünkü günahları büyük. Bunlar öylesine büyük günahlar işlediler ki hiçbir kefaret bu günahları bağışlamaya yetmez. Talanla, vurgunla, sömürüyle elde tuttukları servetleri, sarayları, limanları, yatları, medya ve silah tekellerini, lüksü ve şatafatı… Devlet kaynaklarını sermaye sınıfına aktarıp kârlı projeleri hayata geçirirken, işçilere grev yaptırmamakla övünenleri unuttuk mu sanıyorlar? Son birkaç yılda ardı sıra gerçekleşen katliamları unuttuk mu? Ankara Tren Garı, Suruç, Diyarbakır, Soma, Ermenek, Şirvan, Hendek ve daha onlarcası... Kim bunların hesabını verecek? Haksızlığa boyun eğmediği, zulme direndiği için zindanlarda, F tipi hücrelerde çürütülen yüz binlerce insanın vebali kimde?
Şu an ülkenin içinde bulunduğu durumu düşünelim. Milyonlarca emekçi için hayat nasıl geçiyor? Günler ardı sıra geçerken bir emekçi hayatının kaç dakikasını insanca yaşayabiliyor? Açlık, sefalet, felâketler diz boyu. Geçim sıkıntısı görünmez bir el gibi boğazımıza yapışıp kalmış durumda. En temel hak ve hürriyetler dahi ortadan kaldırıldı. Faşist rejim bir kara bulut gibi toplumu nefessiz bırakıyor. Sadece içeride değil dışarıda da milyonlarca emekçinin hayatını mahvettiler. Başta Irak ve Suriye olmak üzere, güttükleri emperyalist politikalarla emekçilerin yaşamını cehenneme çevirdiler.
Rejimin günahları çok büyük, korkusu günahlarından da büyük. Hesabını verecekleri onca şeyden korkuyorlar. Bizden korkuyorlar. Bir araya geldiğimizde ortaya çıkacak gücümüzden korkuyorlar. Bugün nefessiz bırakılan, açlık çeken milyonlarca elin, yarın bir olup boğazlarına yapışmasından, saltanatlarını yerle bir etmesinden korkuyorlar. Korkularını gizlemek için de kâh durmadan konuşuyorlar, kâh saldırıları arttırıyorlar. Baskı ve yasaklarla gerçekleri karartmaya, korkularını saklamaya çalışıyorlar. Ancak nafile. Tarihin tekerleği dönmeye devam ediyor. Gerçekler gün yüzüne çıkıyor, sınıfın hafızası canlanıyor. Onların çıkmazlarına yeni çıkmazlar eklenirken, emekçilerin derinlerde biriken öfkesi büyüyor. İşçi sınıfına devrimci inancı ve bilinci bıkmadan usanmadan ulaştıran kavga neferlerinin sayısı artıyor. Mücadele saflarında her gün yeni tohumlar ekiliyor toprağa. Her gün yeni filizler boy veriyor güneşe doğru. Onların karanlığına ve soysuzluğuna inat, aydınlık yarınlar için soylu mücadelemiz büyüyor.
“Uzun söze gerek yok, işçi sınıfının mücadele tarihi gericilik dönemlerinde devrimci mücadeleyi sürdürmenin ne denli zor olduğunu elbet ortaya koyuyor. Fakat bu tarih aynı zamanda, mücadelenin er geç yeniden yükseleceğini ve bir gün mutlaka karanlıkların yırtılacağını da kanıtlıyor. Sınıf devrimcisi, asıl gericilik dönemlerinde, Bonapartist, faşist burjuva rejimlerin olağanüstü baskı dönemlerinde yüreğini karartmayıp devrimci inanç ve bilinçle donanandır. Bunu başarmak için de insanın tarihteki devrimci örneklerden feyz alarak kendini içsel bir dönüşüme uğratması, inancını ve bilincini olgunlaştırıp pekiştirmesi gerekiyor. Çok iyi biliyoruz ki, bu soylu mücadele bayrağını bugünden yarına taşıyacak olanlar, devrimci inancı ve bilinci bıkmadan usanmadan daha çok sayıda işçiye ulaştırma yolunda emek verenler olacaktır. Yıllar önce yine karanlık bir döneme, 12 Eylül faşizmi günlerine not düşerken dediğimiz gibi: Zor günler zor sınavlara çeker insanı. Çekilen tüm acılara karşın, devrimci bayrağı yarınlara taşıyabilmek için tarihsel iyimserliği her daim yeşertmek gerekir. ”[*]
[*] Elif Çağlı, Gericilik Dönemlerinde Devrimci Bilincin Önemi, marksist.com
link: Ankara’dan MT okuru bir öğrenci, Korkuyorlar!, 28 Ekim 2021, https://marksist.net/node/7494
1870-1945: Fransız-Alman Rekabeti ve Rövanşizm!
Dünden Bugüne Kira Grevleri